> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Düşünce > Dünyada söyleyecek sözü olan biz varız, biz de yokuz
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Dünyada söyleyecek sözü olan biz varız, biz de yokuz  (Okunma Sayısı 1370 defa)
12 Ağustos 2012, 18:08:01
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 12 Ağustos 2012, 18:08:01 »



“Dünyada söyleyecek sözü olan biz varız, biz de yokuz” sözü üzerine…
Hasan Hüseyin ÖZ • 87. Sayı / DÜŞÜNCE


“Pers imparatoru Kambis, Mısır seferine çıkarken zaferinden emindi. Çünkü bütün kâhinleri ittifak halindeydi. Zühre yıldızı demişlerdi hep bir ağızdan; ‘İmparatorun burcuna girdi.’ Mısır’ın fethi yakındı.

Öyle de oldu. Kırk gün kırk gece sürdü Nil’in yanı başındaki savaş. Ve Mısır düştü.

Ama önceden müjdelenmiş bu fetih acımasız Pers İmparatoru’na kâfi gelmedi.

Merkiz Kalesi’nin önüne bir otağ kurdurdu ve mağlup Mısır Kralı Kısamelutu’yu huzuruna çağırttı. Amacı belliydi: Mağlup kralı daha da aşağılamak.

Muzaffer Pers alayları otağın önünden geçti önce. Ardından da mağlup Mısır ordusunun Generalleri; başları önde ve yüzlerinde horlanmanın utancı. Generalleri öteki rütbeli askerler izledi; süngüsü düşmüş Mısır ordusunun sefil artıkları... Hangi Kral bu utanç verici manzara karşısında aşağılanmanın ezikliğini duymaz ki?

Oysa Mısır Kralı gözünü kırpmamıştı, öylesine gururluydu, öylesine soğukkanlı. Perişan bir halde önünden geçen ordu sanki kendi ordusu değilmiş gibi. Sonra Kral’ın sevgili kızı Mısır Prensesi geçti otağın önünden beş paralık bir cariye kılığında. Pers ordusunun çirkin bir aşçı yamağı saçlarından tutup sürükledi prensesi. Bunu gören Mısır ahalisinin acı çığlığı yeri göğü inletti. Hangi yürek o güzeller güzeli prensesi böyle bir düşmüşlük içinde görmeye katlanabilir? Fakat Mısır Kralı’nın kılı dahi kıpırdamamıştı. Bir aşçı yamağının cariyesi olan kız sanki kendi kızı değilmiş gibiydi. Az sonra kralın biricik oğlu veliaht prens geçti otağın önünden... Kolları bağlı, ayakları prangalı, iki yanında dağ gibi birer Pers askeri darağacına doğru sürüklediler veliaht prensi ve hemen oracıkta idam ettiler. Fakat Kral kılını bile kıpırdatmadı. Az önce idam edilen oğul sanki kendi oğlu değilmiş gibi...

Sonunda hizmetçisi geçti otağın önünden. Mısır Kralı yerden yere attı kendisini. Hizmetçisini zincire vurulmuş görünce acımasızca yumruklar göğsünü, dövündükçe dövündü, iki gözü iki çeşme... Pers İmparatoru hem memnundu bu manzaradan hem de hayretler içindeydi. Ordusunu, kızını, oğlunu, ülkesini, her şeyini kaybetmiş bir Kral soğukkanlılığını korudu da; maiyetinde en değersiz kişinin, hizmetçisinin perişanlığını göründüğünde böylesine yıkıldı.

Neden?

Çünkü insan en değersiz şeyini kaybedince her şeyi kaybettiğini anlar.”

***

Yukarıdaki hikâye, “Türkiye’nin ruhu Cemil Meriç” belgeselinin hemen başında Erdal Beşikçi tarafından anlatılıyor. “Bura”da, var kılınan “var’lıkımız”ı daha derinlere gömülmüş fıtrat hakikatine doğru bir yolculuğa çıkaran bu hikâye bir sel gibi, “bura”ya dair yapılan sığ analizleri çer ve çöp misali alıp götürüyor. Ve sizi Arasat meydanında tir tir titreyen bir kul haline getiriyor. Sıfatlar yok, imgeler yok, imajlar yok… Çırılçıplak bir kulluk elinizde “var” kalan.

Bu toprakların hikâyesi işte bu. Her ne kadar son bilmem kaç yıldır bu gerçekten uzak kalsak da, zaman zaman depreşen hakikat, yıkıcı bir deprem gibi size dayatılan bütün tasavvurları yerle bir ediveriyor. El yordamıyla yaşanılan hayat dâhi bu depremin etkisiyle paramparça imgeler yığını haline geliveriyor.

Ve belgesel devam ediyor:

“Toprak kaybetmek, toprağını kaybetmek… Hangi Türk aydınına ‘biz neyi kaybettik?’ diye sorarsanız ‘topraklarımızı kaybettik’ cevabını alırsınız… Ama aynı soruya Cemil Meriç’in vereceği cevap ise şudur:


Türkiye ruhunu kaybetti… Toprak mı? En değersiz şeyimizdir belki de! Belki de en değersiz şeyimizi kaybettiğimizde her şeyi kaybettiğimizi anladık!”

Son iki yüz yıllık tarihimizin hazin hikâyesi… “Nerede ne kaybettik?” sorusu beynimizi kanatıp duruyor. Hâlâ hakikatin etrafında amaçsız döngüler, hâlâ birbirini yiyen titanlar… Kendi vehmini başkasına dayatan siyasetçi, kadük düşüncesini hakikat diye yutturmaya çalışan aydın, ezberlediği Batılı kavramları bilimsel faaliyet diye dayatan akademisyen…

Tarihin içinde bir akış ve son yüz elli yıllık tarihimizde bu akışın kırılması. Kendi kaynaklarını anlamlandırmaktan bile aciz bir idrak. Uluslaşma sürecinde tarihin daha derinlere gitmemiz gerektiğini öğütleyip, Göktürkler ve daha ötesinden yapay kimlikler devşiren ve dahi bu yapay kimliği dayatanların, Göktürk yazıtlarında var olan “İl gider töre kalır” hükmünü es geçmeleri, içinde bulunduğumuz durumun vahametini göstermiyor mu?

Yığınsallık ve linç kültürü
Oldukça kalabalığız. Yığınsallaştırıldık. Fert kavramı yığınsalın içinde bireye dönüştü. Kendi varoluşundan koparılmış fert, bu yığınsal içinde yapay kimliklere muhatap bir “birey” artık. Yalçın Koç’un tabiriyle: “yığınsal birey”

Ekonomi-politik, bu yığınsal bireyin tüketimi üzerine kurulmuş. Siyaset, yığınsal bireyin sığ düşüncesine hitap ediyor. Demokrasi, yığınsal bireyin tercihinden ibaret. Düşünce(!), yığınsal bireyin içgüdüden ibaret nefsinin tatminine dönük. Hasılı kapitalist simülasyon ontolojisini, bu kalabalık üzerine inşa etmiş, görece bir refah kavramıyla yığınsal bireyi idare etmekte.

Ve en dramatiği de tarihte hiç olmadığı kadar yoğun bir linç kültürü gelişmiş olması. Basının dilinden başlayıp, toplumun bütün katmanlarına yayılan linç kültürü, insanın “var”oluş hakikatini ortadan kaldırıyor.

Bugün sağdan sola bütün basının kullandığı dil bu… Yusuf Kaplan’ın yazılarından öğrendiğim: “Modern insanın kutsal kitapları gazeteler. Sabah okunup akşam hükmü geçer” sözü, maalesef ülkemizde İslam hassasiyeti ile malûl gazeteler tarafından daha bir kullanılır oldu.

“Düşmanlarınıza karşı kininiz sizi adaletten saptırmasın” ebedi hükmü de, işte bu linç kampanyasından dolayı görünmez kılınıyor. Söylem üzerine inşa edilmiş cemaat’in sonucu bu olsa gerek!

Bugünün hikâyesi
Bugünün hikâyesi aslında nizam bekleyen bir dünyanın çığlıkları üzerine yazılıyor. Post-modernizmin her şeyi yuttuğu, görecelilik sisteminin nihilizm çukuruna kadar uzanan yolculuğunun dehşetengiz cehenneminde yazılan bir hikâye bu.

“Var”lık isyanı diyebiliriz buna. Yani varlığın fıtrata dokunma çabası. Fakat Batı geleneğinde bu çaba hep bir kabuk tarafından engellenmiş. Batı düşüncesinde -Platon’u atlarsak- Aristo’dan bu yana dıştan hareketle cevher tanımı (ki batı düşüncesi dış ve iç kavramlarını çatışma üzerine inşa eder) yapılmış olması bu kabuğun ve cehennemin sebebi. Aristo’nun kategoriler dünyası, ondan bin yıl sonra çıkan Kant’ın kategoriler sistemiyle güncellenip tekrar dolaşıma sokulduğunda, cevher kavramı yine bu kabuk altında kalmış. Günümüz dünyasının doğuşuna sebep olan Nietzsche’nin nihilist tasavvurunun kaynağını oluşturdu. Ve Nietzsche şöyle haykırmıştır:

“Nerede olursan ol, bulunduğun yeri derin kaz!/ Aşağılardadır kaynak!/ Bırak varsın bağırsın karanlık adamlar/ “Her zaman aşağıdadır – Cehennem!”

Ve başka bir yerde ve zamanda haykırmaya devam eder:

“Bu yeryüzünü güneşinden koparmakla ne yaptık? Ne tarafa hareket ediyor o şimdi? Biz ne yana gidiyoruz? Tüm güneşlerden uzaklara mı? Sürekli düşüş halinde değil miyiz? Geriye, sağa, sola ve her yana? Hâlâ bir yukarı ve bir aşağı var mıdır? Sonsuz bir Hiç dolayısıyla yanılmıyor muyuz? Bomboş uzayı soluklamıyor muyuz?”

Ve trajedinin çığlığı:

“…dil zindanı…”

Bu hakikatte donup kalan Batı, nihayet varlık isyanını dış ve iç çelişkisi bağlamında, yeni bir kabuk oluşturarak direncini sürdürmeye çalışırken, yeni bir proje olarak Batınî/ezoterik felsefe ile birlikte, tarihte varolan eklasya düşüncesini (ki metafizik bu düşüncenin rengiyle boyanmıştır) sürdürmek istiyor.

Bizim hikâyemiz
Bu hikâyenin bize düşen tarafı ise;


Kendi kavramlarını iyiden iyiye yitirmiş aydınlar eliyle başlatılıp, sonra dindar muhafazakâr çevrelere sirayet eden Batılı kavramların hayatımızı tanımlamasının hiç bu kadar yoğun olmayışı. Anadolu toprağında varolan irfanî gelenek, bu kavramlar(!) çerçevesinde linç kampanyasına maruz bırakılıyor artık. Kimi ittifak söylemleriyle, post-modern düşüncenin etkisiyle inşa edilmeye çalışılan ezoterik-batınî inancın “nesnesi” haline dönüştürülen irfanın kaynakları ise bu linç kampanyaları çerçevesinde bağlamından koparılarak, bir nevi ayıklamaya tabi tutuluyor.

Kısaca bu süreci şöyle özetleyebiliriz:

Ruhu kaybetme ve neticesi toprak kaybetme… Sonra yeni toplum inşası için Durkheimcı toplum tasavvuruyla fert, yığınsal bireye dönüştürüldü ve nihayet bugün gelinen noktada post-modern söylemler çerçevesinde eklasya diyarına eklemlenme süreci başladı.

Sonsöz olarak

Yukarıdaki hikâye biraz karamsar bir hikâye. İman, ümidi doğuruyor ve dahi gayb Allah’ın tasarrufunda. Nasıl ki Selçuklu yıkıntıları arasında küçücük bir boy olan Kayı, emaneti omuzlamışsa, “azların galip geleceği” hükmünce, bütün bu hengâme arasında yığınsallıktan kurtulup, fert olabilme yolculuğunun ilk adımı olan gönle temas edip, gönlün hükmünce dönüşerek, kadim demde varolan ve dahi gelecekte var kalacak olan kelamı, ehlince emaneti omuzlamak gerek.

Ol demde akıl; gönlün sırrınca hükmeder…
Ol demde dil; bütün eksikliğinin bilinciyle hareket edip, gönlün sırrını utangaç ve mahcup dile gelir.
Ol demde insan; yaratılışın sırrının indiği yer olan gönle temas edip, cümle varlığın birliğini seyreder…
Ol demde kin değil, adalet esastır…

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Dünyada söyleyecek sözü olan biz varız, biz de yokuz
« Posted on: 29 Mart 2024, 11:13:48 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Dünyada söyleyecek sözü olan biz varız, biz de yokuz rüya tabiri,Dünyada söyleyecek sözü olan biz varız, biz de yokuz mekke canlı, Dünyada söyleyecek sözü olan biz varız, biz de yokuz kabe canlı yayın, Dünyada söyleyecek sözü olan biz varız, biz de yokuz Üç boyutlu kuran oku Dünyada söyleyecek sözü olan biz varız, biz de yokuz kuran ı kerim, Dünyada söyleyecek sözü olan biz varız, biz de yokuz peygamber kıssaları,Dünyada söyleyecek sözü olan biz varız, biz de yokuz ilitam ders soruları, Dünyada söyleyecek sözü olan biz varız, biz de yokuzönlisans arapça,
Logged
09 Ocak 2014, 21:36:30
Kader 7/C

Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 1.088



« Yanıtla #1 : 09 Ocak 2014, 21:36:30 »

gerçekten çok güzel çok beğendim:)
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Dünya güzel olsaydı,doğarken ağlamazdık...

Yaşarken temiz olsaydık,ölünce yıkanmazdık.
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes