๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 01 Kasım 2010, 02:25:24



Konu Başlığı: İslâmla Teslim Olmak
Gönderen: Zehibe üzerinde 01 Kasım 2010, 02:25:24
İslâm'la Teslim Olmak

Doç. Dr. Fahreddin Yıldız


İslâm, genel anlamda Hz. Adem (as)'den beri vahy yoluyla tekrar edilegelen; özel anlamda da Hz. Muhammed (as) e vahyedilen "hak dinin" adıdır.(1) O, hem Allah tarafından gönderilen hak din gerçeğini, hem de insanın kendini bu dine teslim edişini ifade eder.(2) Bunun için kendini Allah'a ve O'nun hak dini olan İslâm'a teslim eden kimseye "müslim" denir.(3) Ayrıca Kur'an, Allah'ın kanunlarına uyması dolayısıyla bütün kâinatın "müslim" olduğunu belirtir.(4) Allah'ın dinine teslimiyet, temel niteliği itibariyle imansız mümkün olmadığından İslâm, iman ile bir bütünlük arzeder.(5) Kur'an, "iman-İslâm" bütünlüğüne "hanif-müslim" kavramlarını kullanarak dikkat çeker. Özellikle İbrahim(as)den bahsederken onu, hanif müslim; yani Allah'a inanan, inancına ve yaşantısına şirk karıştırmadan İslâm'a teslim olan bir tevhid ehli olarak niteler.(6) Demek ki inkâr ve şirkten uzak olarak Allah'a yönelme (haniflik), her nebevi çağrıda tekrar edilen evrensel İslâm'ın özüdür. Bunun için Kur'an, bütün insanları bu evrensel İslâmi gerçekler ortak paydasında birleşmeye çağırır.(7) Bu idealinin gerçekleşmesine engel teşkil eden doğmatik ve bağnazca bölücülüğü kınayarak Hakka ve hakikâte teslim olmayanların müslüman da olamayacakları uyarısında bulunur.(8)

YOL VE HEDEF

Canlı cansız bütün varlık üzerinde Allah'ın mutlak egemenliği fikrini çok yoğun olarak işleyen Kur'an, iradeli bir varlık olan insanı Allah'a teslim olmaya çağırır. O, insanlar için takip edilecek tek doğru yolun "İslâm" olduğunu bildirir ve onlardan son nefeslerine kadar İslâm'a bağlı kalmalarını ister.(9) İslâm'a teslim olup dürüst yaşamak suretiyle hayatlarına anlam kazandıran müslümanlara şu müjdeyi verir: "Evet, her kim tüm benliğini Allah'a teslim eder ve iyilik yapanlardan olursa, o Rabbi katında mükafatını görecektir; hem böyleleri ne korkacak ne de üzüleceklerdir.(10) Demek ki İslâm, kendine teslim olan kişi ve toplumlara barış, huzur ve mutluluk verir; birlik, dirlik ve bütünlük sağlar. Bunun için insanlığın kurtuluşunun ve dünya barışının yegane teminatı İslâm'dır. Ancak, bu idealin gerçekleşmesi için sosyal alanda inançlı, özgür ve kâmil bir topluma; siyasal alanda da adil bir devlete ihtiyaç vardır. Çünkü İslâm kendini mü'min bir toplum vasıtasıyla, organize edilmiş bir tarzda dışa vurabilir. Şu halde insanı İslâmi bir şahsiyet, İslâm'ı da hayatın hakim sistemi haline getirmek gerekmektedir. Yol ve hedef bu olmalıdır.(11)

DİN-DEVLET VE SİSTEM DENKLEMİ

İslâm, zaman ve mekan ayırımı yapmaksızın tevhidi emretmiş ve Allah'a şirk koşulmasını yasaklamıştır. Bu gerçek, İslâm'ın sadece bireysel inançla sınırlı olmadığına, tevhidin aynı zamanda bir eylem ilkesi olduğuna işaret eder. Demek ki İslâm, hayatın tamamını kucaklamakta ve sosyal hayatın bütün alanlarının organik birliğini sağlamayı hedeflemektedir. İşte bu anlayışın bir sonucu olarak İslâm, Mekke'den Medine'ye taşındığı zaman davetten devlete ulaşmıştır. Hz. Peygamber (as), örnek uygulamalarıyla din-devlet ve siyaset denklemini kurarak İslâm'ın evrensel bir mesaj ve çağlar üstü bir nizam olduğunu göstermiştir.

İslâm açısından siyasi faaliyet, kamuyu ilgilendiren işlerin (emanetin) teknik ve ahlâki anlamda ehline verilmesi olarak açıklanabilir.(12) Kur'an ve sünnet, siyasi faaliyetin her zaman uymak zorunda olduğu evrensel ilke ve değerleri belirtmiş, devlet yapısının ve yönetim biçimlerinin bu ilkeler doğrultusunda oluşturulmasına imkân vermiştir. Bu nedenle laik ya da teokratik devlet tartışmalarının Kur'an'da dayanacağı bir zemin yoktur.(13) Çünkü İslâm'da yönetim, toplumun ortak işidir.(14) Bu durumda bazılarının, İslâm yönetim biçimini teokratik olarak nitelemeleri doğru değildir.

Bugün yaygın ve yanlış olan kanaatlerden biri de, İslâm'ı bireysel bir inanç çizgisine indirgeyip onun sosyal ve siyasal boyutunu gözardı etmektir. Bu anlayış çok sayıda müslümanı kendi ülkelerinde eli kolu bağlı bir vaziyete getirmiş, onları adeta yabancı güçlere terkedilmiş bir mevta durumuna düşürmüştür. Bu yüzden çok sayıda insan, "İslâm'ı Allah korur" diyerek onun kurumlaşmasına ve siyasi bir güç haline gelmesine gerek bile duymamakta, hatta bunu doğru da bulmamaktadır. Bunlar, ya İslâm'ı anlamaktan aciz cahil kişilerdir; ya da İslâm karşıtı güçlerle işbirliği yapan gafillerdir. Hiçbir güç veya devlet İslâm üstü olamaz, İslâm'da hiçbir güce ve kuruma kendini hayattan dışlama fırsatı ve hakkı tanımaz. Çünkü İslâm'ı yaşamanın yeri dünya hayatı, dünya hayatının programı da İslâm'dır.

KÖTÜ GELENEĞİ TERKETMEK

Bugün en önemli sorun, İslâm'ın çok sayıda insan tarafından yanlış algılanması ve onun hayata geçirilmesine karşı çıkanların takındıkları katı tavırdır. İslâmi düşünce ve yaşayış tarzını kabul edilmez bulmak, hatta daha da ileri gidip bunu suç saymak, çağdaş fanatizmin en açık örneğidir. İslâm'ın, kendine özgü ilke ve değerleriyle müslümanların hayatında yer almasından daha tabii ne olabilir? Halkın iradesini, siyasi baskılarına destek yapanlar, kendilerini meşru iradenin mahsulü görüyor olabilirler. Ama şunu unutmasınlar ki dayandıkları irade meşru kabul edilse bile, yaptıkları baskı ve zulüm meşru değildir. Siyaset, toplumun değişik kesimlerinin uzlaştırılması ve dengelenmesi sanatıdır. O,baskı ve zulüm aracı olarak görülmemelidir. Ne varki bu kötü gelenek, günümüzde de devam etmektedir.

Bugün İslâm'la devleti, devletle milleti karşı karşıya getiren değil birleştiren ve barıştıran bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Devlet laik olsa bile, laiklikte devletin ideolojik vasfının bulunmaması gerekir. Oysa ülkemizde uygulanan laiklik bir ideoloji, hatta bir din haline getirilmeye çalışılıyor. Eğer bu yanlışta devam edilirse ne din hürriyeti ne de dinde hürriyet kalır. Değinilen yanlışları düzeltmek ve kötü geleneği terketmek için özellikle şunlara dikkat edilmelidir: -Uygulanan yanlış din politikası terk edilmeli, toplumun en yaygın ve aktif alanı olan dini yaşayış alanı, her türlü baskıdan uzak tutulmalıdır. -Devlet güçlü olmalı ama o, "kadiri mutlak" bir güç gibi görülmemelidir. -Laikliği, siyasilerin elinden dini kurtarma ilkesi şeklinde takdim edip gerçekte siyasilerin ve bürokrat yönetici kesimin eliyle İslâm'ı hayattan dışlama aracı yapmaktan vazgeçilmelidir. Çünkü Türkiye'de uygulanan laiklik, söylenenin aksine din-devlet ayırımını değil, bazı güç odaklarının İslâm üzerindeki baskı mekanizmasını ifade eder hale gelmiştir. -Milletin iradesi, imtiyazlı güç odaklarının ve devletçi elit tabakanın tekelinden kurtarılmalıdır.

Özetlemek gerekirse, din-devlet ve millet ilişkisini sağlıklı temellere oturtup, İslâm'ı düşman hedef görmekten ve siyaset aracı yapmaktan vazgeçilmelidir. Eğer bunlar yapılmazsa, İslâm birleştirici özelliğini, millet de birlik ve beraberliğini önemli ölçüde yitirmiş olur. Öyleyse hep birlikte Kur'an'ın şu çağrısına kulak verip bunun gereğini yapmaya çalışmalıyız: "Ey İman değerine ermiş olanlar! Kendinizi tam olarak Allah'a teslim edin ve hep birlikte İslâm'ın emrine girin; şeytanın ardından gitmeyin, çünkü o, sizin için açık bir düşmandır."(15)

Dipnotlar: 1)-Bkz. Bakara,136; Al-i İmran, 19,83,84,85; Şura,13; Saf,9 vb. 2)-Bkz. Maide;3; En'am,71; Lokman,22 vb. 3)-Bkz. Bakara,136; Al-i İmran,84 vb. 4)-Bkz. Al-i İmran,83 vb. 5)-Bkz. Kasas,52-53; Zuhruf,69 vb. 6)-Bkz. Al-i İmran,67,95; En'am,161 vb. 7)-Bkz. Bakara,135; Enbiya,92 vb. 8)-Bkz. Al-i İmran,19-20; Bakara,130-133 vb. 9)-Bkz. Al-i İmran,102 vb. 10)-Bakara,112 11)-Bkz. Bakara,208 12)-Bkz. Nisa,58 13)-Bkz.Ö.Özsoy,İ.Güner, Konularına Göre Kur'an, s,530 14)-Bkz. Al-i İmran,159; Şura,38 vb. 15)-Bakara,208