๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 01 Temmuz 2010, 14:33:33



Konu Başlığı: İbn-i Hatal ve ihanet
Gönderen: Sefil üzerinde 01 Temmuz 2010, 14:33:33
İbn-i Hatal ve ihanet     
Bildiğiniz gibi; Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtu vesselam), Mekke'nin fethi esnasında, "Kim Beytullah'a girerse korkudan emin olur." (Bakara, 3/97) mealindeki ayeti de hatırlatarak, Mescid-i Haram'da bulunanlara, Ebu Süfyan'ın evine sığınanlara ve evlerinden çıkmayanlara dokunulmamasını emir buyurmuşlardı.

Mekke'ye girip başındaki miğferini çıkardığı sırada, bir adam gelerek: "İbn-i Hatal, Ka'be'nin örtüsüne sarılmış vaziyette yakalandı, affedelim mi?" deyince o Şefkat Peygamberi "Onu öldürün!" emri vermişti. Karıncanın canına kıyamayan, akreplerin ve yılanların hayat hakkını dahi gözeten öyle merhametli bir peygamber nasıl olmuştu da İbn-i Hatal'ın ölüm fermanını vermişti? İbn-i Hatal, Peygamberimiz'in huzurunda bulunmuş, onun nurefşân beyanlarını dinlemiş, huzurun insibağını belli ölçüde tatmış, fakat cahiliye hislerinden geriye kalan bir şeyden dolayı rencide olmuş ve biraz uzaklaşmıştı nur halkasından.

Başlangıçtaki o hatasını pek küçük bir inhiraf gibi görmüştü. Oysa merkezdeki çok küçük bir açı muhit hattında kapanamaz bir boşluğa dönüşmüş ve farkına varamadan o kadar uzaklaşmıştı ki, Allah Resûlü'nün, kanlarını heder kıldığı birkaç kişiden biri de o olmuştu. Çünkü duymuş, gelmiş, tatmış, harem odasına kadar girmiş ve sonra da o haremgâh-ı nebevîyi telvis etmiş, adeta oraya bevletmişti. Onun Efendimiz'e ve dine karşı tavrı ihanetti. Böyle bir insan affedilemez; sadece kapının dışına konulmak suretiyle cezalandırılmış sayılamazdı. Artık o, salona alınmamalı, koridora girdirilmemeli, hatta o saadet dairesine de yaklaştırılmamalı, yedi sokak öteye itilmeliydi.

Evet, Efendimiz gibi bir şefkat abidesi daha gelmemişti dünyaya; O kendi hakkıyla alakalı her hususu affederdi. Fakat İbn-i Hatal'ın günahı hem küfür, hem şirk, hem ihanet ve hem de bütün Müslümanların hakkına tecavüzdü. Zaten, Peygamber Efendimiz'in o kararı da -hâşâ- kendi nefsi için ve kendi içtihadıyla verdiği bir karar değil, vahiy kaynaklı bir hükümdü. Yanlış anlaşılmaması ve su-i istimale açık kapı bırakılmaması için -istidradî olarak- belirtmeliyim ki, bugün şahıslar, hiç kimsenin ölümüne karar veremez ve günahı ne olursa olsun, kimseyi idama mahkûm edemez. O bazı ülkeler itibarıyla, devletin yetkili kurumlarına ait bir iştir. Efendimiz'in konumu ve O'nun yaşadığı devir bugünle ve başka insanlarla kıyaslanamaz.

ZAMAN