๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 26 Haziran 2012, 16:59:04



Konu Başlığı: Türkiye iç ve dış kıskacı açabilecek mi
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 26 Haziran 2012, 16:59:04
Türkiye iç ve dış kıskacı açabilecek mi?
M. Mücahit KÜÇÜKYILMAZ • 65. Sayı / DİĞER YAZILAR


İç ve dış gündemin baş döndürücü bir hızla ilerlediği Türkiye’de, artık gelişmeleri takip etmek ciddi bir maharet gerektiriyor. Art arda gelen siyasi tartışmalar, uluslararası krizler, yeni ittifaklar, istifalar, saldırılar, terör eylemleri… Bunların hepsi, birbirinden kopuk gibi görünen ve kamuoyunu şaşırtan maddeler olarak gündeme geliyor ve aynı hızla gündemden düşüyor. Ama bütün bu değişimlerin ötesinde, geçmiştekilere çok benzeyen bir senaryonun hayata geçirildiğini görmek için günceli aşan bir bakış açısına sahip olmak yeterli. Türkiye, bölgesinde birincil ülke olarak küresel bir aktör olmaya doğru giderken, özellikle içeriden çelmelere maruz kalıyor. Örneğin Türkiye, 31 Mayıs sabahı biri içeriden diğeri dışarıdan iki eşzamanlı saldırı haberiyle sarsıldı. İsrail, Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara gemisinde 9 Türk vatandaşını şehit ederken; PKK terör örgütü de İskenderun’da 6 askerimizi şehit etti. Doğal olarak akıllara, iki saldırı arasında bir bağlantı olup olmadığı sorusu geldi ve bu keskin şüphe, ne İsrail, ne de PKK tarafından yalanlandı. İnsan, böylesine senkronize gerçekleşen iki eylem arasında bir bağ olup olmadığı sorusunun, sadece psiko-sosyal açıdan bile yeterince meşru olduğunu düşünüyor.

Bilindiği gibi, terör örgütü, sözde ateşkesi 1 Haziran’dan itibaren kaldıracağını ilan etmişti. Ancak her ne hikmetse, bu tarihi bir gün öne alarak kışlaya roketli saldırı düzenledi. Ardından başta güneydoğu bölgesi olmak üzere, roketli, mayınlı eylemler hız kazandı ve terör yaz aylarıyla birlikte şehirlere inmeye başladı. Peki, neler oluyor; birileri Türkiye’yi, içeriden ve dışarıdan kıskaca almaya mı çalışıyor?

Bu soruyu şimdilik kesin bir biçimde cevaplamak kolay değil. Ancak bugün, dışarıda öncü, sürükleyici bir diplomatik oyuncu haline gelen, içeride ise demokratik bir Anayasa için referanduma hazırlanan Türkiye’de, şehit cenazeleri ve ailelerin acıları gündemin başköşesine yerleşti. Hatta medyada, demokratik açılım sürecini milat kabul edip şehit sayısını açılım sürecinin başlangıcından itibaren sayıp çetele tutanlar oldu. Elbette, her gün koro halinde, 116–117–118 diye şehitlerimizin sayılması, toplumda olumsuz bir psikoloji ve karamsarlık ortamı doğurmaktan başka bir işe yaramıyor. Gazeteciliğin ve güvenlik sektörünün dili arasında farklılıklar olduğu gibi, terörün bambaşka bir üslubu ve amacı var; bunun içinde yıldırma ve topluma dehşet salma gibi medya üzerinden gerçekleştirilen operasyonları özellikle zikretmek gerekiyor.

“Terör örgütleri kullanılır, motive edilir, ihale alır”
Terörün tırmanacağının anlaşıldığı bir ortamda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Güney Kore’ye giderken, medyada yeterince dikkati çekmeyen, çarpıcı açıklamalar yaptı. Osmaniye`deki PKK saldırısında şehit düşen 47 günlük asker eşi Pınar Akdağ’la ilgili olarak “Daha iki ay olmamış evleneli, şehit oluyor. Hissi boyutu derin olan bir durum var. Terör Türkiye’nin daimi gündemidir, hiçbir zaman gündemden düşmedi” diyen Cumhurbaşkanı Gül, sözlerine şöyle devam etti:
“Hep söylüyorum Türkiye’nin en önemli meselesi, gündemi bu konudur; adını ne koyarsanız koyun. Terör örgütleri bazen kullanılır, bazen motive edilir, bazen de ihale alır. Kendi kuralları yoktur. Terörle topyekûn mücadele edilmelidir.”
“Kullanılan, motive edilen ve ihale alan” terör örgütleri vurgusunun eş zamanlı saldırılar sonrası gelmesi anlamlıydı.

Başbakan Erdoğan da, yeniden başlayan terör eylemlerinin zamanlamasına ve geçmiştekilerle ortak yönlerine dikkat çekti ve “30 yıldır tezgâhlanan oyunlar bugün yine piyasaya sürülmek isteniyor. Türkiye kalkınmaya başladığında, demokratikleşme dönemlerinde terör örgütü devreye giriyor” dedi.

Aslında resmin önemli bir kısmını ifade eden bu açıklamalar, Türkiye üzerinde 1990’lı yılların başında oynanan oyunları hatırlatıyor. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın terörü ortadan kaldırmak için aydınlar, kanaat önderleri ve silahlı kuvvetlerle çözümü konuşmaya başladığı 1990’ların başında fail-i meçhuller ile dağda ve şehirlerdeki terör eylemleri hız kazanmıştı. Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Çetin Emeç cinayetleri ile birlikte önce Adnan Kahveci’nin, ardından da Cumhurbaşkanı Özal’ın tartışmalı ölümü aynı dönemde gerçekleşmiş ve çözüm projesi rafa kalkmıştı. Bugün de demokratik açılım ile başlayan çözüm süreci, ilginç biçimde şehit cenazeleri listesinin başlangıç tarihi olarak sunuluyor ve terörün temel amacı olan toplumda yılgınlık ve karamsarlık oluşturma havası sanki bir el tarafından yayılmaya çalışılıyor.

21. Yüzyılda “büyük devlet” olma sancısı
Öte yandan, ilginç bir biçimde dış haberciliğin gündeminde ise, Birleşmiş Milletler’de İran’a yaptırım uygulanmaması yönünde oy kullanan ve İsrail ile gergin günler yaşayan Türkiye’nin ekseni konuşuluyor. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu hedef alan köşe yazarları, tek bir merkezden işaret almışçasına harekete geçti. Özellikle Davutoğlu’na yönelik saldırılar kişisel hislerle kaleme alınmış izlenimi doğuracak nitelikteydi.

Aslında bütün bu tartışmalar Türkiye’nin 21. yüzyılda “Büyük Devlet” olma sancısının birer işareti sayılmalı. Türkiye, ya Soğuk Savaş dönemindeki gibi, yeni küresel güçler dengesinin bir tarafında yer alan, etkiye açık, denetlenebilir, öngörülebilir bir parça olmaya devam edecek, ya da güçler dengesinde belirleyici konumda, kendi oyununu oynayan, öncü, iç bütünlüğünü sağlamış bir aktör olacak. İşte mevcut gerilimin içerideki tarafları da bilerek veya bilmeyerek, bu iki ayrı geleceğe hizmet ediyor.

İçeriden ve dışarıdan kıskaca alınmaya, “kıstırılmış ülke” haline getirilmeye çalışılan ve yöneticileri yeniden Soğuk Savaş parametreleriyle düşünmeye zorlanan Türkiye, dinamik toplumu ve kabına sığmayan siyasal enerjisiyle bu açmazı çözecek güçte. En azından, tarihin, bu kez tekerrür değil, farklı bir şekilde tezahür etmesi için yeterince bilinçli, eğitimli ve küresel gelişmelerin istikametine dikkat kesilmiş bir kesimin varlığı, bu umudu canlı tutuyor.