sumeyye
Mon 2 August 2010, 06:23 pm GMT +0200
Zulüm Devam Etmez
Dedem büyük bir sarık sarardı Konya’daki hocaların içinde en büyük sarık, onunkisiydi 3 Aralık 1934 tarihinde, cami dışında hocaların da artık şapka giyeceğine dair kanun çıktı On yıldır, sokakta dinî kıyafetle, cübbe ve sarıkla dolaşma hakkı yalnız hocalarda bırakılmıştıŞimdi o da kalkıyordu
Bu yasak, dedeme çok ağır geldi Başına siyah bir takke giyerek, tenha sokaklardan camiye gidip geliyordu Amcamla ve babamla müşavere ederek, nasıl davranmak gerektiğine karar vermeye çalışıyordu: İmamete devam mı etmeli, yoksa camiyi ve cemaati bırakıp, başkasına mı teslim etmeliydi?
Fakat maaşsız camiyi kim açar, kim süpürür, kim ezanını okuyup, namazı kıldırırdı? Kendisi bunların hepsini Allah rızası için yapıyordu
Takke giymeye karar vermişti Ama o zamanlar başı açık dolaşmak âdet değildi Herkes başına bir şey giyerdi Yeni vaziyette 1925 Şapka Kanunu’ndan sonra, ya şapka ya kasket giyiliyordu Başına bir şey giymeyen ‘devrim’e muhalif sayılırdı Hele bu sırada bir imamın başı açık dolaşması mümkün değildi
Takkeye de namazda giyildiği için sarık veya fes muamelesi yapıyorlardı
Babam, dedeme “Bir kasket alıp cüppesinin cebine koymasını” tavsiye etmişti
Seni Bu Atla Çiğnerim
Caminin önünde, dedemin takkeyle dolaştığını gören bir kurmay Albay, “Sen niçin şapka giymiyorsun?” diye dedeme musallat olmuş
Dedemin camiinin yakınında Aslanlı Kışla vardı Subaylara o zaman ‘zabit’ denirdi Zabitler evlerine atla gidip gelirler, arkalarında da yine atlı bir ‘emir eri’ bulunurdu Zabitlerin atları çok iri ‘katana’ denilen cinsten idi
Dedem, koynundan çıkarıp kasketi gösterince:
”Hoca bunun adı nedir, şapkadır; yani serpuştur, başa giyilir Cebe konulmak için mi, başa giyilmek için mi yapıldı?” diye bağırmış
Bu zalim, dedeme musallat olmuş, ne zaman görse sataşırmış
Bir gün dedem eve çok üzgün geldi
“O zabit bugün beni tehdit etti… Caminin önünde abdest alıyordum…” diye ağır ağır anlatmaya başladı
Dedem, caminin yanındaki çeşmeden ibriğini doldurup, ön tarafta abdest alırdı Böyle yaparak çeşmeden su içmeye veya kabını doldurmaya gelenlere yer açardı Kendisi çok yavaş abdest aldığından, su almaya gelecek olanların o müddet zarfında kendisini beklemelerini istemez; onlara mani olmamak için abdest ibriğini doldurup, caminin önüne çekilirdi
Dedem anlatmaya devam etti:
Oturduğum yerde, ibrikle abdest alıyordum Adam yoldan geçerken beni gördü Atını çevirdi, geldi
“Hoca, nedir benim senden çektiğim? Sana kaç defa söyledim, şapka giy diye! Niçin giymiyorsun da hâlâ takke giyiyorsun?”
“Efendim bundan önce de size arz ettim Şapkam var…”
“Ayağa kalk!”
“Efendim, abdest alıyorum…”
“Seni bir daha bu takkeyle görürsem Seni bu atla çiğnerim!”
O atın üzerinde; ben oturmuş, abdeste devam ediyorum Katanayı üzerime doğru şaha kaldırdı Atın ayağındaki nallar, kaldırımdan kıvılcımlar çıkarıyordu… Allah cesaret verdi, sükûnetimi muhafaza ettim… Zabit söylene söylene gitti… Mahzun oldum, gönlüm kırıldı:
“Allah’ım dedim; Allah’ım, Nemrud’un köşkü bu attan büyük idi Fakat kahr u celâlin önünde eridi gitti Celâline sığınırım Allah’ım, cemâline değil, celâline sığınırım!”
O gün hepimiz çok üzüldük
Üç gün sonra duyduk ki, o zabite bir buğday kamyonu çarpmış; yere serilip ölmüş gitmiş…
Kaynak
Üstad Ali Ulvi Kurucu- Hatıralar 1-M Ertuğrul Düzdağ Cilt–1, s:133–134–135
ALINTI