- Zulme direniş

Adsense kodları


Zulme direniş

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Mon 25 October 2010, 10:35 am GMT +0200
Zulme Direniş


Zulme karşı bütün insanların birlikte hareket etmeleri gerekir. Adâletsizlik kimden gelirse gelsin, karşı durmak lâzımdır. Haksızlık kime yapılırsa yapılsın, kendimize yapılmış gibi hissetmek insanlığın îcâbıdır. Kendimiz için istemediğimiz bir durumun başkalarının başına gelmesine râzı olmak, insanlığa yakışan bir düşünce değildir.
Dünyâmızın bir mahalle gibi olduğu bir devirdeyiz. Yanı başımızdaki komşuda vukù bulan hâdiseden haberdâr olduğumuz gibi, en uzak köşede olan-biteni de hemen öğreniyoruz. Insanlık îtibâriyle, başkalarına yapılan kötülükten vicdânımızın etkilenmemesi mümkin olmuyor. Bu hâllere karşı ya aldırmaz ve vurdum-duymaz bir tavır takınacağız, ya yapılanları hoş göreceğiz, ya da karşı çıkıp gadre uğrayana yardıma koşacağız; başka yol yok!

Böyle olmakla birlikte, insanın zayıflık, âcizlik, korku ve sâir bâzı duygular yüzünden tek başına zulme karşı koyması, zâlime kafa tutması, haksızlığa isyân etmesi kolay olmuyor. Aynı düşünceleri taşıyan, aynı değerlere inanan kişilerle birlikte hareket etmek mecbûriyeti hâsıl oluyor. Zâten bu noksanlıklar sebebiyle değil midir ki, insanoğlu birlikte yaşamak zorundadır. Tek tek başarılamayan işler topluluk hâlinde yapıldığında muvaffak olunabilir. Devlet, zâten bu ihtiyâcdan doğmuş bir müessesedir.
Devletler, halkın idâresine her hangi bir şekilde sâhip olmuş şahısların icrââtı ile hareket edebilen hükmî varlıklardır. Onu idâre edenler âdil, hakka ve hukùka riâyetkâr, halkın istek ve irâdesine saygılı iseler zulme karşı birer kalkan olurlar. Yok, aksine kendileri zâlim ve insanî değerlere ters düşen şahısların eline geçmiş ise o zaman bizzât devlet, bir zulüm ve tedhîş âleti olmaktan kurtulamaz.

Yakın uzak târîhi incelediğimizde, maalesef, bu ikinci kısmı teşkîl eden bir devlet yapısının beşer hayâtında daha fazla söz sâhibi olduğunu görmekteyiz. Gücün, paranın, silâhın, nüfûsun fazlalığı nisbetinde hakka taraftarlık ve adâlet duygusunun artması beklenirken, yazık ki, tersi olmaktadır. Insanoğlunun mânevî yapısındaki boşluk ve eksiklikler onu hayvanlık derekesine indirmekte, beşerî ve ulvî hislerini dumûra uğratmaktadır.
Ilâhî bir imtihâna tâbî tutulan beşeriyet, Hakk'dan gelen emirlere sırt döndüğünde, kendisine verilen sınırsız kàbiliyetler, hayvanlık derekelerinde mesâfe almasına sebeb olmaktadır. Cenâb-ı Allah, insanların bu hâllerini tâdil etmek üzere nebîler ve mukaddes kitaplar yollamış; son tebliğci Hz. Muhammed Mustafâ (sas) ile peygamberlerin tavzîfi bittiğinden, O'nun izinde yürüyen ve getirdiği esâsları insanlara tâlim edip hâtırlatan mâneviyât erlerini de halk arasından eksik etmemiştir.
Fertlerin başkalarına yaptığı haksızlığın, birer hak; kendilerine yapılanın ise zulüm olduğu şeklindeki anlayışın gàlib ve hâkim olduğu bir cem'iyyette gerçek mânâda bir adâlet-zulüm mefhûmunun bulunduğu söylenemez. Önce bu yanlışlığın tashîh edilmesi lâzımdır. Herkesin, hakkın küçüğüne büyüğüne bakılmayacağını, en ufak bir yaratığın en küçük bir hakkının dahî mukaddes olduğunu anlayıp kabûl etmesi zarûrîdir. Efrâdı böyle bir telakkîye sâhip olmayan topluluklardan adâlet beklemek abestir.
Hak anlayışının temelinde Hak bir dîn bulunmayan ve yalnız dünyevî menfaatlerini düşünen milletlerin âdil olabilmesi mümkün müdür? Bugün ilim ve teknikte mesâfe kat'eden, maddî bakımdan diğer topluluklardan ileri seviyeye çıkan pek çok milletin inanç temelleri, maalesef, materyalist ve makya ve list diye tasnîf edilen madde-inkâr-bencillik bataklığı üzerine müessestir. Elbette, böyle bir cem'iyyetten hakka tarafdârlık ve zayıfın hukùkuna hürmet gibi bir kerâmet beklenemez. Onlar “Hak zıpırındır!” fehvasın- ca, dâima zayıfı ezmek, elindekini gasbetmek, kuvvet- liden yana olmak gibi gayr-i insânî düşüncelere taraf olacaklardır.
Ne yazık ki, inançlarının temelinde Hak ve Islâmiyet bulunan topluluklar dahî yüzyıllar süren telkîn ve propagandalar netîcesinde, düşman addettikleri fikirleri benimsemiş ve onlara benze- mişlerdir. Dolayısı ile zulmü, yalnız kendilerine uygulan dığında haksızlık olarak kabullenmiş ve başkalarının uğradığı haksızlık karşısında aldırmayarak sessiz kalmışlardır. Bu hâl ise ne hakka, ne hakkaniyete uygun olmadığından kader-i Ilâhî onları amellerinin cinsinden cezâlara çarptırmış; dayanılmaz zulümlere mârûz kalmışlardır.

Ferd ve beşeriyet olarak zulümden kurtulmanın tek yolu vardır: İlâhî emirlere uyarak, vücûd sahasındaki en ufak varlığın hakkını hak bilmek ve ona yapılacak en küçük bir zulme bile birlikte direnmek, birlikte tavır almak, birlikte karşı koymaktır. Beşeriyetin zulümden kurtuluşunun tek yolu budur…



Ekrem KILIÇ