- Zor zamanda müslümanlık

Adsense kodları


Zor zamanda müslümanlık

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
rabia
Wed 2 June 2010, 02:36 pm GMT +0200
Zor Zamanda Müslümanlık

Şüphesiz Uhud, Resulullah’ın –aleyhissalatü vesselam- ve ümmetin en acı, en zayiatlı tecrübesi idi. Kâfirler, “Bedir’in intikamını aldık” bile demişlerdi. Ancak şu anda, Uhud’da dünya müslümanlarının maddi manevi esaretlerden kurtulmaları, en azından imanlarını muhafaza edip ye’se düşmemeleri açısından çıkarılacak sonuçlar da var.

Mesela Peygamberimiz, Allah’ın habibi, son Peygamberi ve âlemlere rahmet olarak gönderdiği kimse iken, yenilgiyle yüzyüze geldi; mübarek dişleri kırıldı, yüzünden yaralandı. Hatta o kadar çetin anlar geçti, karmaşa ve panik yaşandı ki, “Peygamber öldü” şeklinde acı bir rüzgâr bile estirildi.

Halbuki Yüce Allah, sevgilisini sıkıntıya sokmaz, darda komaz ve o anda yaratacağı mucize kabilinden bir gelişme ile Peygamberini ve bağlılarını muzaffer kılar, düşmanı kahr-u perişan edebilir ve İslam’ı kısa bir anda yeryüzünün tek dini ve egemen düzeni halin getirebilirdi.

Fakat öyle olmadı. O çetin ve çaresiz anlar, o zorluklar belki bir hikmete mebni olarak yaşatıldı müminlere. Öyle oldu ki, Allah’ın Resulü, dağın mağaramsı tenha bir kovuğuna çekilerek dua etti. “Yâ Rabbi, sen bu kavme hidayet ver, çünkü onlar bilmiyorlar” şeklinde niyazlarda bulundu.

Ahzab muharebesinin sıkıntıları da bundan hafif değildi. O kadar çaresiz kalınmıştı ki, “Peygamber, beraberindeki müminlerle: Allah’ın yardımı ne zaman? / metâ nasrullah?” diyerek (Bakara, 214) adeta feryad etmişlerdi.

*  *  *

Tekrar belirtelim ki, bütün bunlar ibret alınacak ve bugüne ışık tutacak hadiselerdir. Çünkü bugün de bütün dünya muvacehesinde müslümanlar zor yıllar yaşamaktadırlar.

Emperyalistler, dünyanın birçok bölgesinde müslümanlara saldırı düzenliyor, sistemli bir şekilde tacizde bulunuyorlar. Canlar alıyor, katliamlar yapıyorlar. Müslümanlar zulüm ve esaret altında inliyorlar. Öz yurtlarında garip, öz vatanlarında parya’lar. Dünya egemenleri durup durup saldırılar düzenliyor, müslümanları katl, yurtlarını işgal, şehirlerini târümar ve medeniyet zenginliklerini tahrip ediyorlar. Müslümanların topraklarında üsler kuruyor, silah dipçikleriyle insanları hizaya sokuyorlar. Aslında onlar o esirleri hizaya sokarken, hakikatte bütün dünya müslümanlarını psikolojik bir yıldırma ile hizaya sokuyor, en azından o halet-i ruhiye içinde bulunuyorlar, kendi kendilerini tatmin ediyorlar. Öldürdükleri kadar öldürüyor, kalanları da kahrediyorlar.

Hiçbir şey bulamazlarsa tehdit ediyorlar. Yada ihtar ediyor, uyarıyorlar ikide birde müslümanları. Dikkat edin, ayağınızı denk alın diyorlar. Periyodik toplantılarla bildiriler yayınlıyor, ültimatom veriyor, dikkatlerini çekiyorlar müslümanların.

Kısaca, zor zamanda bulunuyoruz. Sanki Peygamberimizin, “Zaman gelecek, kişinin İslamiyet’i yaşaması, elinde kor ateş tutar gibi zor olacak” mealindeki ihbarı tahakkuk etmiş gibi görünüyor.

Dolayısiyle şimdi bize düşen, bu kahredici şartları, biraz da metafizik bir planda algılamak, hikmetini düşünmek, bu durumdan manevi semereler devşirmek, direnç kazanmak ve güçlenmektir. En azından bu baskılar akıllanmamızı sağlamalıdır. Bunu bir imtihan kabul edip bundan başarıyla çıkmaya çalışmalıyız. Böyle zor dönemlerde, yüreğimizle, sevgi ve nefretimizle nerede, ne tarafta, kimin ve kimlerin yanında olduğumuza bakmalıyız. Kalp diriliği bakımından kıyamda olup olmadığımızı, ayakta durup duramadığımızı kontrol etmeliyiz. Kendimizi bu açıdan test etmeliyiz.

Bilmeliyiz ki müslümanlar böyle çileli yıllar yaşayarak, maddi manevi ızdıraplar çekerek olgunlaşacak, yanacak, pişecek, arınacak, saflaşacak ve tortularını atacaktır. Hakiki ile sahte, kalıcı ile geçici böylece belli olacaktır.

Müslümanlar “Allah’ü zü’l-celal’in yardımı ulaşmıyor, dularımız kabul olunmuyor” gibi mülahazalarla ümitsizilğe kapılmayacaktır. Bileceklerdir ki, Yüce Allah hadiseleri, gelişmeleri sünnetüllah denilen bir kanuna bağlamıştır. Ve Allah Teâlâ’nın kâinatı idare etmekteki bu kanunu hiçbir zaman değişmez, ancak mucizeler müstesna. Allah’ın Resulü ve beraberindekiler de genel olarak mucizelerle değil mücahede ve mücadele ile İslam’ı yaymış ve yaşatmışlardır.

Allah’ın Resulü bile diğer insanlar gibi hastalanmış, ızdıraplar çekmiş ve de vefat etmiştir.

Onun için bütün bunları düşünerek şu zor zamanlardaki müslümanlığımızın da ayrı bir kıymeti olduğunu ve mükafatının da büyük olacağını ümid etmeliyiz. Daha önemlisi de o mükafata lâyık olmaya çalışmalıyız.

Düşünelim ve kendi kendimize soralım: Hz. Ebu Bekir’in –radıyallahü anh- Peygamber –aleyhissalatü vesselam- dan sonra bu ümmetin en büyüğü, en faziletlisi oluşu, biraz da zor zamanda İslam’ı kabul etmesinden dolayı değil midir? Zira o, Hz. Peygamberin yapayalnız olduğu, kavmi tarafından hor ve hakîr görüldüğü bir zamanda ve ortamda, çevreden gelecek tahkir, tezyif, alay ve saldırıları göze alarak, hatta bunlara maruz kalarak, ama kınayanın kınamasından korkmayarak, risk alarak İslam’ı kabul etti, Resulüllah’ın yanında yer aldı.

Elbette aslolan: zilleti istemek değil, kurtulmaya çalışmaktır. Tam istiklal kazanmak, küfrün tasallutundan kurtulmaya çalışmak için cehd ve gayret göstermek, zilleti izzete çevirmek için çaba sarfetmek esastır ve nihai gayedir. Fakat yine aslolan, bu nihai gayeye hemen ulaşmak mümkün olmadığından, o günün hayaliyle çalışırken ümidi kaybetmemek, isyankâr olmamak, olgunlaşmak, direnç kazanmak, bilenmek ve geleceğe hazırlanmaktır.

Alıntı