Eslemnur
Thu 23 September 2010, 04:22 pm GMT +0200
IV. ZİMMİLERİN HAKLARI
Soru:
Ben Büyük Hindu Kurulunda (Hindu Mana Sebha) da memurum. Geçen sene Hindu Kurulunun vilâyet propaganda sekreterliğine seçildim. Zat-ı alilerinizi ismen tanıyorum. Kıymetli kitaplarınızdan "Müslümanlar ve Siyasî Çekişmeler, "islâmın Siyasî Nazariyesi", "İslâmî Hükümet Nasıl Kaim Kılınır?" ve "Selâmet Yolu" nu ve diğerlerini okudum. Bu eserleri tetkik ettikçe İslâm hakkındaki görüşüm tamamen değişti. Ve bende şöyle bir kanaat yer etmiş oldu: Eğer bunlar daha evvel, ele alınmış olsalardı, şimdi çok karışık bir durum arzeden Hin-du — Müslüman meselesi böyle bir hal almazdı.
Zat-ı faziletlerinizin, ileri sürdüğü ve insanları davet ettiğiniz bu ilâhî hükümet yolu benimsenip tatbik edilmiş olsaydı, böyle bir rejimde yaşamak benim için de bir övünç vesilesi olurdu.
Buna rağmen, bazı hususları sormak cesaretinde bulunacağım. Bu mevzuda sadece mektup yazmakla değil, Zat-ı faziletlerinizle bizzat görüşmek de istiyorum.
İlk Önce şu hususun, tarafınızdan aydınlatılmasını rica ediyorum: Hindular, Hükûmet-i İlâhiyede ne derecede yer alırlar? Kendilerine Ehl-i Kitap hukuku mu tanınır, yoksa sadece zimmî hakkı mı tatbik edilir? Ehl-i Kitap ile zimmîlerin hukukuna ait risale ve kitaplarınız elime geçmedi. Ben ancak şu kadarını biliyorum ki, Müslüman Arapların Sindh'e yürüyüş tarihinde islâm orduları kumandanı Muhammed İbn-i Kasım ve Sindh'de onun yerine geçenler, Hindûlara da Ehl-i Kitap hukuku tanımışlar ve Ehl-i Kitap muamelesi yapmışlardır. Ümid ederim ki, Zat-ı faziletleri bu hususta geniş bir şekilde fikir beyan buyururlar. Ve ayrıca, Ehl-i Kitap ile Zimmî hukuku arasındaki farkları da etraflı olarak açıklamanızı rica ediyorum. Acaba bu sınıfa mensup azınlıklar, memleketin asayiş ve inzibat işlerinde vazife alabilirlermi? Asker, zabıta ve kanun icra eden eleman olarak, Hindûlara da bir pay ve hisse verilebilir mi? Şayet verilmediği takdirde, Hindûların çoğunlukta bulundukları eyaletlerde, Hükûmet-i ilâhiye kanunları gereğince, Hindular da hükümet işlerine iştirak edebileceği hususunu Zat-ı faziletleri, kabul etmeğe hazır mıdırlar?
İkinci sualim de şudur: Acaba Kur'andaki askerlik ve devlet işleri (Divanî ahkâm) müslümanlar gibi Hindulara da teşmil edilebilir mi? Acaba Hindûların kendi millî kanunları (Personal Law) Hindular üzerinde icra edilebilir mi, edilemez mi? Benim şahsî fikrim şudur ki, Hindular kendi irsî kanunlarında aile sisteminde ve buna benzer hususlarda kendi kaidelerine (Menu şaster'a göre) yaşayışlarını devam ettirebilirler. Eğer ettiremezlerse sebebinin açıklanmasını istirham ediyorum.
Şu da malumu âlileridir ki, bu sualler sadece dağınık ve muhtelif hukuk mevzuu olarak takdim kılındı.
Cevap:
Ben, zat-ı alilerinizin, mektupla bildirdiği bu fikirlere, kendimce büyük kıymet vermekteyim. Şurası bir hakikattir ki, Hindistanda Hindu - Müslüman meselesi karma karışık ve halledilmesi gayet zor bir mesele haline gelmiştir. İki ayrı camianın bir arada yaşama problemi, hak ve adaletle çözüm yolu bırakılıp, şahsî, ailevî, zümre ve ırkî esaslar üzerinden halletmek yolu tutulduğundan bu ağır mesuliyet onların boynunda korkunç bir vebal olarak kalmıştır. Böyle ters bir tutum, şimdiki içinden çıkılmaz durumu meydana getirmiştir. Bu talihsiz gidişe biz de katılmak ve işt'râk etmek zorunda kalıp, hiçbir fayda elde edememişizdir.
Zat-ı alilerinizin, ileri sürdükleri sualleri simdi sırası ile ve mümkün olduğu kadar kısa olarak cevaplandırmaya çalışacağım.
1. Eğer Hükûmet-i ilâhiye kurulursa, böyle bir rejimin vasfı bir kavmin ve bir milletin başka bir kavim veya millete ve yahut da kavimler ve milletlere tahakküm etmesi demek değildir. Belki bu hükümetin vasfı, usul üzerine kurulmuş olmasıdır. Böyle bir hükümetin zahirdeki yöneticileri memleketin halkı ve o memlekette oturanlardır. Bunlar da bu usule inanmış olan kimseler olmalıdırlar. Bu usule inanmak ve bu usulü kabul etmek istemeyen diğerleri, yahut da her ne şekilde olursa olsun, bu usule güvenleri bulunmayanlar, böyle bir hükümetin içinde, böyle bir hükümetin iktidarı altında "Ehl-i Zimme" vasfını elde ederler. Yani bunların muhafazasının mesuliyeti usulî hükümeti yürütenlerin ve yönetenlerin üzerinde olur.
2. "Ehl-i Kitab" ve "Amm Ehl-i Zimme": (Alelumum zimmiler) arasında hukuk bakımından herhangi bir fark yoktur. Ancak fark şu noktadadır ki, Ehl-i Kitap kadınlarla, müslüman erkekler evlenebildikleri halde diğer Ehl-i zimme kadınları ile evlenemezler. Fakat hukuk bakımından ise bu iki camia arasında herhangi bir fark yoktur.
3. Zimmîlerin hukuku hakkında geniş denecek derecede bir yazı yazmış değilim. Fakat usulen size arzedebilirim ki, zîmmî iki çeşittir. Yani zimmîlik iki şekil ile ortaya çıkar. Biri, İslâmî hükümetin zimmîliğini kabul ettikleri zaman bu hükümetle anlaşma yapılarak ortaya çıkan ikincisi ise, anlaşma olmaksızın zimmîlikleri kabul edilenler. Birinci kısım zimmîler hakkında anlaşmada ne varsa, onlar hakkında dikkate alınır ve anlaşmanın şartlarına göre hareket edilir.
İkinci kısım zimmîler için şeriatte lâzım gelen noktalar gözönünde bulundurulur. Bu esaslara göre, onların canlarını, mallarını, şeref ve haysiyetlerini korumakla mükellef oluruz. Kendi canımızı, malımızı, şeref ve haysiyetimizi koruduğumuz gibi, onların da bu haklarını korumamız gerekir. Onların bu mevzudaki hukuku müslümanlarınki ile denktir. Zimmî kanının değeri de müslüman kanının değeri kadar olur. Kendi dinleri üzerine amel etmek hususunda tamamen serbest olurlar. İbadethanelerini muhafaza ettikleri gibi bu mabetler islâmî hükûmet tarafından korunur. Kendi dini talimlerini tanzim. etmek hakkında mâîik bulunurlar ve zorla Islâınî Tâlha krndüeıine yüklenemez.
Zımmilere ait, islâm Anayasasındaki (düştün) fau nünü inşallah geniş bir şekilde ele alarak kitap halinde neşredeceğim.[208]
4. Zimmilerin şahsi hukuk ve şahsi kanunlarına gelince, bu husus kendilerine tanınmış bulunan dini serbestinin lâzım gelen bir neticesidir. Bu bakımdan îslânu hükümet, onların nikâh, talak (evlenme ve boşanma) irsi, mülkî (Law of the land) ve diğer kanunlarına dokuna. m az. Ancak onların icra edemiyecekleri kanunlar, tatbikiyle memleketin nizamını ve başkalarının serbestisine zarar getirebilecek mahiyette olan kanunlardır. Meselâ simim millet veya cemaat faizciliği caiz sayar. Halbuki İslâm böyle bir şeye müsaade edemez. Bu gibi menfî hareketlere meydan verdiği takdirde, memleketin iktisadî du rumu bozulur gider. Tabiîdir ki, buna maııi olunur, ve yine bu örnek gibi, bir zimmî kavmin telâkkisine göre zina caiz olabilir, islâm rejimi buna müsaade ederse, o zaman onların kötü ve yakışık almaz işleriyle fahişelik (Prosti-tution) memlekette alır yürür. Halbuki insan ahlakının aksine olan bu iş, ceza kanunumuzun (kanun-u ta'zirat: Criminal law) ile dahi men edilmiştir. Elbette ki, medenî kanun ile de men edilir ve müsaade edilmez. Bu ölçülere göre diğer hususları da mukayese edebilirler.
5. Zat-ı alileri bir de zimmîlerin memleket zabıtasında ve diğer mülkî idarelerde vazife alıp alamıyacağını soruyorlar. Meselâ, polislik, askerî hizmetler, kanun icrası işleri ve buna benzer resmî vazifelerde Hindulara da bir iştirak payı düşer mi, düşmez mi? Düşmez ise, ozaman çoğunluğu Hindûlarla meskûn bulunan eyaletlerde siz müslümanlar, hükümeti İlâhiyede Hindûların da iştirâk edebilecekleri bir durumu kabul etmeye hazır mısınız?
Bu soru bence iki yanlış anlayıştan ileri geliyor. Biri şudur ki, usulî gayrı millî hükümet (İdeological Non-National State) in sahih olan hususiyetini ve doğru vasfını, gözönünde bulundurmuyorsunuz. İkinci nokta da şudur: Çalışma hayatı ve iktisadî sahadaki düşüncenin de aydınlanması icabeder. Birinci sırada ben bunu açıkladım ve aydınlattım. Usul üzerine kurulmuş bulunan hükümeti yani ideolojik devleti yürütmek ve bunu muhafaza etmenin ve ayakta tutmanın mesuliyeti bu nizama inanmış olan halkın üzerindedir.
Ancak inanmış bir camia böyle bir hükümetin ruhunu temsil edebilir. Tam bir iyi niyetle din ve imanlarından aldıkları yüksek hasletlerle hükümetlerini ideal seviyeye çıkarabilmek için büyük gayretler sarfetmek ancak böyle bir topluluktan beklenebilir. Bu hükümetin devam etmesi için icabında harp meydanlarında canlarım da feda etmeye hazır bulunmalıdırlar. Diğerleri ise, bu usule inanmamaktadır. Böyle bir hükümete iştirak ederlerse, o zaman ne bu hükümetin kurulmasının gayesini anlarlar ne de böyle bir hükümetin ruhuna vakıf olurlar. Bu hükümetin ruhuna göre işleri yürütemedikleri gibi ne de halis bir niyetle bu hükümetin ayakta tutunması için samimiyetle gayret sarfedebilirler. Devletin diğer mülkî ve idarî işlerinde vazife alacak olurlarsa, memur zihniyetiyle iş görür ve gün geçirerek ücret alırlar.
Bu zümre, askerî işlerde çalışmak ve asker olmak isterlerse, böyle bir şeriat içinde, ücretli asker (Merece-naries) vasfından başka bir vasıfları olamaz. Kendilerinden böyle bir ahlâkî bir haslet de beklenemez. Pek tabiî olarak, İslâmî hükümet için bir fedakârlık ve müzaharet göstermezler.
İslâmi devlet sisteminde, ehl-i zimmeye herhangi bir iş yüklenmez. Askerî işlerin bütün ağırlığını müslümanlar yerine getirirler. Ehl-i zimme'den ancak bir nevi müdafaa vergisi alınabilir. Fakat hem askerî hizmet gördürmek, hem de müdafaa vergisi almak gibi, iki vazife ehli zimme'ye yüklenemez. Ancak ehli zimme kendi arzu ve gönül rızaları ile askerî hizmet görmek İsterlerse, o zaman kendilerinden müdafaa vergisi alınmaz.
Mülkî işlerde ve sivil dairelerde çalışmalarına gelince, kilit noktalarda (key positions) ve temel meseleleri ilgilendiren idarî ve asayiş işlerinde yine ehl-i zimmeye bir vazife verilmez. Fakat diğer memuriyetlerde zimmîlerin çalıştırılmasında bir sakınca yoktur.
Şûra meclisi azalığma seçilmek için de ehl-i zimme'ye oy verilmez. Elbette ki, zimmîler ayrı bir mümessil veya mümessiller bulundurabilirler. Bu mümessiller, zimmîlerin medenî haklarınnı ve özgürlüklerini korumak ve zimmîlerin işleriyle alâkadar olmak için müşaverelere iştirak ederler. Aynı şekilde, memleketin umumî işlerinde, intizam ve asayiş meselelerinde de kendi camialarının isteklerini ve dileklerini aksettirebilirler. Münasip gördükleri şekilleri de ileri sürebilmek haklarıdır. Bütün bu işleri İslâmî noktayı nazara göre idare eden merci, Şûra Meclisi (Assembly) dir.
Açık ve kesin olan mesele şudur ki, hükûmeti ilâhiye herhangi bir kavmin, herhangi bir milletin veya herhangi bir zümrenin sultasında değildir. Bu hükümet ancak, bu usulü kabul edip inananlar tarafından yönetilir ve yürütülür. Hükümete ancak bunlar iştirak edebilirler.
İdareci kadro, ister Hindu - zade olsun, ister Sirkh-zâde olsun. Hangi kavimden olursa olsun yeter ki, bu usule gerçekten inanmış olsun. İslâmın devlet nizamına inanmayanlar Müslüman - zade bile olsalar, böyle bir hükümette yerleri olamaz. Olabilmesi için bir sebep de gösterilemez. Ancak bu hükümetin muhafazasında (Protection) korunmasında faydalı olabilirler. Fakat hükümeti yöneltmek, yürütmek işine iştirak edemezler.
Zat-ı alilerinizin şu şekilde bir sorusu da var: Diyorsunuz ki, "Hindûların çoğunlukta bulunduğu eyaletlerde, Hükûmeti İlâhiyedeki Hindular gibi bir vaziyetleri olabilmesini müslümanlar kabul edebilecekler midir? Esasen Müslim Legue, liderlerinden bunu istemek lâzımdır. Nitekim alış veriş meseleleri ve değiş tokuş işleri de böyledir.
Şimdi biz burada başka sorular soracak, sonra da bunları kendimiz cevaplandıracağız.
Hindular için her nerede hükümet kurmak icap ederse etsin, orada ancak iki esasî şekilde hükümet görebilirsiniz.
1. Ya bu hükümet Hindu mezhepleri esası üzerine kurulmuş olacaktır.
2. Veyahut da bu hükümet, milliyetçilik ve vatanperverlik yani muayyen bir ülkecilik üzerine bina edilecektir.
Birinci şekil tercih edilirse, böyle bîr durumda siz de kabul edersiniz ki, Hindular, hukukî bakımdan Hükûmeti ilah kurmazlar. O zaman biz de hukuk zaviyesinden bu hükümete "Ram Rac" hükümet diyebiliriz. Böyle bir hükümette pek tabiîdir ki, hükümetin başında bulunacak kimse de Hindu mezhebinden olacaktır. Noktası noktasına mensup olduğu mezhebe göre icraat yapacaktır. Başka türlü hareket etmesi de muhtemel değildir. Eğer böyle bir hükümette hukuk kaidelerine çok iyi dikkat edilirse, muameleleriniz bizimkinden daha iyi olursa elbette ki, o zaman bu hükümet ahlaken bizden üstün olmuş olur. Böyle olunca, şu ihtimal de yok değildir ki, bir gün bizim hükümeti İlâhiyemiz sizin Ram Rac hükümetinizle değişmiş ola. Yok eğer bu hususlar ve bu muameleler dediğimiz gibi değil de, dediğimizin aksine olursa, o zaman da er veya geç neticenin aksine tecelli edeceği şüphesizdir.
İkinci şekle gelince, hükümetiniz vatanperverlik ve milliyetçilik esasına göre kurulduğu takdirde, o zaman da bu hükümet Cumhuriyet (Demokracy) rejimini seçecektir. Böyle bir rejim kabul edilirse, orada bulunan müslümanlar da sayıları nisbetinde bu hükümete iştirak edeceklerdir. Kendilerine de bu hükümette sayıları nisbetinde bir hak tanınacaktır. Fakat Hindu milliyetçiliği, esas olarak alınırsa, o zaman oradaki müslümanlara mağlup bir millet muamelesi yapılacak (Subject Nation) ve onlara bu gözle bakılacaktır.
Bu iki şeklin ikisinde de siz yine Müslümanca muamele yapılmasını mı istiyorsunuz? Her ne şekilde olursa olsun, İslâmî hükümette Zimmîlerin hakkındaki muameleler, Kur'an-ı Kerim ve Hadislerin hükümlerinden başka türlü olamıyacaktır. Siz istiyorsunuz ki, millî hükümetiniz Müslümanları katliam etsin. Tek bir İslâm çocuğu hayatta bırakmasın. İslâmî hükümet de mukabele-i bil-misil (aynıyla karşılık vermek) olarak, intikam almak maksadiyle, kendi ülkesi dahilinde bulunan zimmîlere aynı muameleyi yapsın. Böyle şey olamaz. Mesele bunun tamamen aksinedir. Hindu hükümette, Cumhurbaşkanı veya başkumandan müslüman vatandaşlardan yapılabilir mi? Bunun gibi, herhangi bir zimmînin de İslâmî hükümetin başına getirilmesi veya islâm ordularının başına başkumandan tayin edilmesi muhaldir, yalnız herhangi bir zimmî İslâmî Hükümetin işlerinde muayyen şartlar dahilinde vazife alabilir.