sidretül münteha
Wed 19 January 2011, 06:07 pm GMT +0200
85. Zıhâr Keffaretinin Vücûb Şartları
Cumhur, zıhâr eden kimseye zıhârından dönmedikçe keffaret lazım gelmediği görüşündedir. Mücâhid ile Tavus ise «Zıhânndan dönmese bile kendisine keffaret lazım gelir» demişlerdir. Cumhurun delili "Sen benim için annemin sırtı gibisin, dedikten sonra sözlerinden dönenler, kanlarıyla temas etmeden bir köle azad etmeleri lazım gelir" âyet-i kerimesi-dir. Zira bu âyet, zıhânndan dönmeyen kimseye keffaret lazım gelmediğinde nass'tır. Kaldı ki kıyas da bunu gerektirmektedir. Çünkü zıhâr da yemin gibidir. Yeminde kişi nasıl yeminini bozmadan veyahut bozmaya niyet etmeden keffaret lazım gelmiyorsa, zıhârda da zıhârdan dönmedikçe keffaret lazım gelmemesi gerekir. Mücâhid ile Tavus da, «Zıhâr'ın keffareti de -yanlışlıkla adam öldürme ve Ramazan orucunu bozma keffareti gibi- ağır bir keffarettir. Şu halde bu ağır keffaret adam öldürme ve oruç bozmada nasıl bizzat adam öldürme ve oruç bozmayla lazım geliyorsa, zıhârda da, zıhârdan dönmekle değil, bizzat zihârla lazım gelmesi gerekir. Aynca zıhâr, cahiliyye devrinde bir boşanma deyimi idi. İslâmiyetle nesholunup yerine keffaret konulmuştur. Âyet de 'Cahiliyyetten kalma bu deyimi İslâmiyette de kullananlar, kan-lanyla temas etmeden bir köle azad etmeleri gerekir' mânâsmdadrr» demişlerdir.
«Keffaret zıhârdan dönmekle lazım gelir» diyenler de ihtilâf etmişlerdir ki, İmam Mâlik'ten bu hususta üç rivayet gelmiştir. Bir rivayete göre İmam Mâlik, «Zıhârdan dönmek, hem kadını nikâhı altında tutmak, hem ona yaklaşmaya karar vermektir», bir rivayete göre de «Ona yaklaşmaya karar vermektir» demiştir. İmam Mâlik'in tabilerine göre sahih olan rivayet budur ve İmam Ebû Hanife ile İmam Ahmed de buna katılır. Üçüncü rivayete göre ise İmam Mâlik, «Zıhârdan dönmek, kadını nikâhı altında tutmaktır» demiştir. İmam Şâfü, «Bir kimse, kansına 'Sen benim için annemin sırtı gibisin' dedikten sonra ona 'Sen boşsun' diyebilecek kadar bir zaman geçtiği halde onu boşamazsa, bu kimse zıhânndan geri dönmüş sayılır ve ona keffaret lazım gelir. Çünkü onun, kamını boşayabilecek kadar bir zaman aradan geçtiği halde onu boşamaması onu nikâhı altında tutması yerine geçer veyahut nikâhı altında tuttuğunu gösterir» demiştir. İmam Dâvüd ile Zahirîler de
âyetteki "Ger» dönme "yi zıhârdan geri dönmek değil, zıhâra geri dönmek mânâsında anlayarak, «Keffaret, zıhâr lafzını bir daha tekrarlamakla lazım gelir. Kişi eğer zıhâr lafzını sadece bir defa söyleyip bir daha tekrarlamazsa ona keffaret lazım gelmez» demişlerdir.
İmam Mâlik'ten gelen meşhur rivayetin delili şudur: Çünkü keffaret | zıhâr yapan kimseye, zıhâr ile kendine haram kıldığı şeye geri döndüğü için I lazım gelir ki o şey de, ya bilfiil kadına yaklaşmaktır ya da ona yaklaşmaya karar vermektir. Bilfiil ona yaklaşmak olması mümkün değildir. Çünkü âyette "Birbirleriyle temas etmeden bir köle azad etmesi gerekir" denilmiştir. Bunun içindir ki adamın, keffaret vermeden karısına yaklaşması haramdır. Şu halde zıhârdan geri dönmek, kadma.yaklaşmaya karar vermektir. Mâlikîler derler ki: Eğer zıhârdan geri dönmek, sadece kadını nikâhı altında tutmak olursa, zıhânn, kadım nikâhı altında tutmayı haram kılması lazım gelir ki o zaman, zıhâr talâk olur. Kısacası Mâlikîler bu mes'elede fukahanın «Deneme ve ölçme yolu» diye tanıdıkları bir yola başvurmuşlardır. Zira geri dönmenin mânâsı, ya -imam Davud'un dediği gibi- zıhâr lafzının tekrarıdır, ya bizzat kadına yaklaşmaktır, ya kadını nikâhı altında tutmaktır, ya da kadına yaklaşmaya karar vermektir. Lafzın tekrarı olamaz. Çünkü lafzın tekrarı te'kidden başka bir şey değildir. Te'kid ise keffareti gerektirmez. Bilfiil kadına yaklaşmak da olamaz. Çünkü âyetteki "Birbirleriyle temas etmeden" kaydı buna manidir. Kadım nikâhı altında tutmak da olamaz. Çünkü o zaman zıhâr talâk olur. Öyle ise elde, yalnız kadına yaklaşmaya karar vermek kaldı.
Kadım nikâhı altında tutmayı veyahut tutmak istemeyi, ona yaklaşmaya karar vermenin yerine koyan Şâfiiler, «Çünkü kişi nikâhı altında tutmayıp boşadığı kadına yaklaşamaz. Şu halde kadını nikâhı altında tutmak ona yaklaşmanın sebebidir» demişlerdir. Şâfiiler burada mecaz yoluyla sebebi, se-beb olduğu şeyin yerine koyarak ikisine aynı hükmü vermişlerdir ki bu görüş, imam Mâlik'ten gelen ikinci rivayete yakın bir şeydir. «Keffareti gerektiren, kişinin kadını nikâhı altında tutmak istemesidir» diyen Şâfiiler ayrıca, «Çünkü eğer zıhârdan hemen sonra kadım boşasa ona keffaret lazım gelmez» demişlerdir. Bunun içindir ki, imam Mâlik birinci rivayette ihtiyatlı davranarak, «Zıhârdan dönmek, hem kadım nikâhı altında tutmaya ve hem de ona yaklaşmaya karar vermektir» demiştir. Zıhârdan dönmenin bilfiil kadına yaklaşmak olduğu görüşü ise, hem zayıf, hem nass'a aylandır. Bu görüşün de dayanağı, zıhânn yemine kıyas edilmesidir. Yani yeminin keffareti nasıl yemini bozmakla lazım geliyorsa, zıhârda da Öyledir ki, bu nass ile çelişen bir kıyas-ı şebehtir.
«Keffareti gerektiren, zıhâr lafzını tekrarlamaktır» diyen İmam Davud'a gelince: Çünkü âyetteki zahir bunu ifade etmektedir. İmam Ebû Ha-nife'ye göre ise bu söz, «Cahiliyye devrinin bir adeti olan zıhâra, Müslüman olduktan sonra tekrar dönenlere keffaret lazım gelir» demektir. İmam Mâlik ile İmam Şâfıi ise, «LAM, fî mânâsmdadır. Yani zıhâr ile kendilerine haram kıldıkları şeyin içine tekrar girenlere keffaret lazım gelir» demişlerdir.
Kısacası bu ihtilâfın sebebi, âyetin zahiri ile anlamı arasındaki çelişmedir. Ayetin anlamını tutanlar, LAM'ın fî mânâsında olduğunu söyleyerek, «Dönmekten murad, zıhâr eden kimsenin kadına yaklaşmak veyahut onu nikâhı altında tutmak istemesidir» demişlerdir. «Dönmek, zıhânn lafzını tekrarlamaktır» veyahut «Cahiliyet'te yaptıklan zıhârı İslâmiyet'te de yapmaktır» diyenler ise, âyetin zahirine dayanmışlardır. Fakat âyeti bu iki şekilden biri ile tefsir edenlerin de -Mücâhid ile Tâvus'un dedikleri gibi-, «Keffaret bizzat zıhâr ile lazım gelir» demeli idiler. Meğer «Âyette 'Eğer kadını nikâhları altında tutmak isterlerse' kaydı mahzuftur» deseler...
Buna göre bu mes'ele hakkında üç görüş bulunmuş olur: Dönmek ya kişinin zıhâr lafzını tekrarlamasıdır ya kadını nikâhı altında tutmak istemesidir ya da cahiliyye devrinde yaptığı zıhân müslümanlıkta da yapmasıdır. Birinci ve üçüncü görüş sahipleri de iki kısma aynlmış olurlar. Ya «Ayette bir kayd mahzuftur» derler ki, bunlara göre keffaretin lazım gelmesi için, kişinin kadını nikâhı altında tutmak istemesi, şart olur, ya da böyle bir kaydı takdir etmezler de, keffaretin bizzat zıhâr ile lazım geldiğini benimserler.
Bu babtan olmak üzere bir mes'elede daha ihtilâf etmişlerdir ki o da şudur: Kişi zıhâr ettikten sonra kadını nikâhı altında tutmak istemeden boşar veyahut kadın ölürse, ona keffaret lazım gelir mi, gelmez mi?
Cumhur, «Eğer kişi zıhâr ettikten sonra kadını nikâhı altında tutmaya karar vermeden veyahut -İmam Şafii'nin görüşüne göre- onu boşayabilecek kadar bir zaman beklemeden boşarsa, ona keffaret lazım gelmez» demiştir. Osman el-Bettî'den ise, bu adama dahi keffaret lazım geldiği ve eğer kadını nikâhı altında tutmaya karar vermeden kadın ölürse, keffaret vermeden kadından miras alamayacağı görüşü rivayet olunmuştur ki, bu görüş -Allah bilir- hem şâzz, hem nass'a aykırıdır. [5]
[5] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/107-109.