ezelinur
Sun 31 January 2010, 06:49 pm GMT +0200
Tanımı:
“Zekât” kelimesi lügatte, temizleme ve fazlalaşma anlamlarına gelir. Kelimenin “temizleme” anlamında kullanılmasına örnek olarak şu âyet-i gösterebiliriz:
“Onu (nefsini) tertemiz yapan, mutlaka kurtuluşa ermiştir.” [199]
Kelimenin “fazlalaşma” anlamında kullanıldığına örnek olarak da şu sözcüğü gösterebiliriz: Ekin fazlalaştığında Araplar yani, “ekin fazlalaştı” derler.
Fıkıh terminolojisinde zekât; belli bir malı, belli şartlar çerçevesinde onu hak edene mülk ederek vermektir. Bu demektir ki; zekât nisabına mâlik olan kimselerin, mallarının bir kısmını, yoksullara ve yakında açıklaması yapılacak olan zekâtı hak eden yoksul kimselere mülk ederek vermeleri farzdır.
Hanbelîler, zekâtı tanımlarken onun; belli bir vakitte, belli gruptaki insanlara, belli bir mal içinden verilmesi vâcib olan bir hak olduğunu söylemişlerdir. Bu, birinci tanımla anlamdaş olan bir tanımdır. Ancak birinci tanım; hak edene zekâttan farz olan miktarı mülk ederek bilfiil vermenin zorunlu olduğunu açıkça belirtmektedir. Hanbelîlerin tanımındaki ‘vâcib’ten bilfiil mülk ederek verme zorunluluğu anlaşılmaktadır.[200]
Hükmü Ve Delili:
Zekât, İslâmın beş rüknünden biridir. Gerekli şartları taşıyan kimselerin zekât vermeleri farz-ı ayndır. Zekât, Hicretin ikinci yılında farz kılınmıştır. Farzlığı da dinden zarurî olarak bilinmektedir. Farzlığı, Kitab, Sünnet ve Icmâ ile sabittir.
Kitab’taki delîi şu âyet-i kerîmelerdir:
“Zekâtı Verin.” [201]
“Onların mallarında dilencinin ve (ihtiyacını açıklamayan) yoksulun bir hakkı vardır.” [202]
Sünnetteki delile gelince, bunun için şu hadîs-i şerîfleri örnek olarak gösterebiliriz:
“İslâm, beş şey üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka tanrı olmadığına ve Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna tanıklık etmek, Namaz kılmak, Zekât vermek, Beyte (gidip) Haccetmek, Ramazan orucunu tutmak.”[203]
Tirmizî Selim İbn Âmir’den naklen; Veda Haccı’nda Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Allah’tan sakinin, beş vakit namazınızı kılın, malınızın zekâtını ödeyin, Âmirlerinize itaat edin. (Böyle yaparsanız) Rabbinizin Cennetine girersiniz.” [204]
İcmâ delîline gelince; müslümanlar, bazı özel şartlarla zekât vermenin İslâm’ın rükünlerinden biri olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.[205]
Vücûbunun Şartları:
Zekâtın vâcib olması için gerekli şartları şöylece sıralayabiliriz:
1. Baliğ olmak. Mal sahibi olan çocuğun zekât vermesi vâcib değildir.
2. Akıllı olmak. Delinin zekât vermesi vâcib değildir. Ancak bu ikisinin mallarından verilmesi gereken zekâtı, velîlerinin vermesi vâcibtir. Hanefîler dışındaki üç mezheb imamı bu görüştedir.
Hanefiler dediler ki: Çocuğun ve delinin malından zekât verilmesi vâcib değildir. Velîlerinden de, bunların mallarından zekât vermeleri istenmez. Çünkü zekât, salt bir ibâdettir ki, çocuk ile deli, bu ibâdetle yükümlü değildirler. Bu kişilere âit borç ve nafakalar bu mallardan ödenir. Çünkü bu gibi şeyler, kul haklarındandır. Bunların mallarından öşür ve fıtır sadakasının verilmesi vâcibtir. Çünkü bunlarda günlük geçim mânâsı vardır. Böyle olunca bunlar da kul haklarının kapsamına girmektedir. Bunamış kimseler de, çocuklar gibidirler. Bunların mallarından zekât verilmesi vâcib değildir.
3. İslâmiyet. Aslen de olsa, sonradan irtidat ederek de olsa kâfirin zekât vermesi kendisine vâcib değildir. Dinden çıkmış olan kişi tekrar İslâm’a döndüğü takdirde, irtidat süresi boyunca vermesi gereken zekâtı vermesi Hanefîlerle Hanbelîlere göre vâcib değildir. Mâlikîlerle Şâfiîlerin buna ilişkin görüşleri ise aşağıya alınmıştır.
Malikiler dediler ki: İslâmiyet, zekâtın vücûb şartı değil, sıhhat şartıdır. Her ne kadar müslüman olmayan bir kimsenin zekât vermesi sahîh değilse de, kâfir zekât vermekle yükümlüdür. Müslüman olduktan sonra da eski zekât borçları, tslâm nedeniyle sakıt olur. Zîrâ Yüce Allah buyuruyor ki:
“(Ey Rasûlüm) o küfredenlere de ki: “Eğer (peygambere düşmanlıktan) vazgeçerlerse, geçmişteki günahları bağışlanır.” [206]
Bu hususta aslî kâfirle mürted arasında fark yoktur.
İslâmiyet, zekâtın vücûb şartı olduğu gibi aynı zamanda sıhhat şartıdır da. Zîrâ zekâtın verilmesi, niyetsiz olarak sahîh olmaz. Kâfirin de niyeti ise üç mezhebe göre sahîh değildir. Şâfiîlerse mürtedin niyetinin sahîh olabileceğini söylemişlerdir. Bu nedenle de mürtedin İslâm’a dönünceye kadar zekât vermesi askıda olarak vâcib olur.
Şafiiler dediler ki: İslâm’a dönünceye kadar mürtede zekât, askıda kalarak vâcib olur. İslâm’a dönerse elinde bulunan malın kendi mülkü olduğu tebeyyün ettiğinden dolayı zekât, kendisine vâcib olur ve yermesi gerekir. Bu zekâtı mürtedlik süresi içinde verirse geçerli olur. Bu haldeki niyeti de geçerli olur. Çünkü bu niyet, ibâdet için değil de temyiz (ayırd etme) içindir. Mürted kişi müslüman olmadan ölürse, malı kendi mülkünden çıkar, ganimet hâline gelir. Zekât vermesi de gerekmez.
4. Zekâtın vücûbunun şartlarından dördüncüsü, eldeki malın kişinin tam mülkü olmasıdır. Teslim almadan önce kadının mehri, kendisinin tam mülkü olur mu, olmaz mı? Mezheblerin buna ilişkin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Tam mülk, kişinin elinde mülk olarak bu-İunan maldır. Kişi, eline geçmemiş bir mala sâhib olursa bu, (tam mülk sayılmadığından ötürü) zekât kapsamına girmez. Örneğin kadın, teslim almamış olduğu mihri için zekât vermekle yükümlü olmaz. Bir kişi, kendi mülkü olmayan bir malı elinde bulundurursa, bu maldan ötürü zekât vermez. Meselâ başkasının malı elinde bulunan bir borçlu, elindeki maldan ötürü zekât vermez.
Mükâteb köleye gelince, bunun malı her ne kadar kendisinin tam olmayan mülkü ise de, mükâteblik yoluyla gelecek olan özgürlüğü nedeniyle mülkiyetinden çıkmış olacaktır. Bu nedenle zekâtın kapsamına girmez. Kölenin malı da kendi mülkü değildir. Bu da özgür olma kaydıyla mülkiyetinden çıkmış olacaktır. Üzerinde mülkiyet bulunmadığı gerekçesiyle vakıf malına da zekât düşmez. Aynı nitelikteki, herkesin yararlanmasına açık arazide biten ekinler de zekât kapsamına girmezler.
Malikiler dediler ki: Tam mülkiyet, kişinin elinde bulunan mal üzerinde tam tasarruf yetkisine sâhib olmasıdır. Kölenin, bütün nevileriyle elinde bulanan mallardan zekât vermesi gerekmez. Mükâteb olsa bile kölenin elinde bulunan mal, onun tam mülkü sayılmaz. Çünkü kölenin tasarrufu bazan, onun mükâteblik borcunu ödemekten âciz kalmasıyla sonuçlanabilir. Böylelikle de tekrar köleliğe dönmüş olur. Yine bunun gibi, kişinin kendi mülkü olmamakla birlikte elinde bulunan mallardan (örneğin rehine konulan mal gibi) zekât vermek gerekmez. Kadınlara gelince bunların mihirleri kendilerinin tam mülkleridir. Ancak bu mihir kocanın dindeyken, zekâtı kadın tarafından verilmez. Ama kocasından teslim aldıktan itibaren bir sene geçerse artık kadın bu mihrin zekâtını vermelidir. Başkasının malını elinde bulunduran ve fakat kendisi borçlu bulunan kişiye gelince; bunun mülkiyetinde borcunu karşılayacak miktarda akar ve benzeri mülkler varsa, elinde bulunan bu malın zekâtını vermekle yükümlü olur. Çünkü bu malın değerini ödeyecek kadar malı vardır. Böylece de bu, kendisinin mülkü olur. Yanında ekin, davar veya maden bulunan kişi, borçlu da olsa bunların zekâtını vermekle yükümlü olur. Zekât vermesi, borcunu yanındaki malla ödemesi şartına bağlanamaz. Halkın yararına sunulmuş, herkesin kullanma hakkına sâhib olduğu mallara zekât düşmez. Herhangi bir şahsın mülkiyetinde olmayan bir tarlada kendi başına biten ekin gibi. Bu ekini kim alırsa onun olur. Almış olduğu bu ekinin zekâtını da vermesi gerekmez. Belirsiz kişiler için (meselâ fakirler için) vakfedilen vakıf mallarla, belirli kişiler için vakfedilen vakıf malların zekâtı, vakfın sahibi tarafından ödenir. Çünkü vakfedilen mal, sahibinin mülkiyetinden çıkmaz. Meselâ bir kişi bostanım, içinde biten meyveleri yoksullara vermek üzere vakfederse veya falan oğlu falanlara diyerek belirli kimselere vermek üzere vakfeder ve bu bostanda yetişen meyveler de nisâb miktarına ulaşırsa, zekâtı vakıf sahibi tarafından ödenir. Bu bostanda yetişen meyveler nisâb miktarından az olursa ve bu meyveler, şayet varsa başka bostanlarında yetişen meyvelerle birlikte nisâb miktarına ulaşırsa, hepsinin zekâtını vermesi gerekir. Nisâbtan az olursa zekâta tâbi olmaz.
Şafiiler dediler ki: Tam mülkiyet şartı, köleyi ve mükâtebi zekât verme yükümlülüğünün kapsamı dışına çıkarmaktadır. Köle, mülkiyet hakkına sâhib olmadığı içijı; zekât yükümlülüğü altına girmez. Mükâteb de, mülkiyeti zayıf olduğu için, zekât yükümlülüğü altına girmez. Herkesin istifâdesine açık sâhibsiz mallar da zekâta tâbi olmazlar. Meselâ hiç kimsenin uğraşısı olmaksızın çölde kendi başına yetişen ekinin zekâtı, kimsenin mülkiyetinde bulunmadığından ötürü, biçip alan kimseler tarafından verilmez. Belirsiz şahıs ve müesseseler için vakfedilen mallar da zekâta tâbi olmazlar. Meselâ bir mescide, bir kaleye, ya da yoksul ve miskinler gibi belirsiz cemaatlere vakfedilen bir bostanda yetişen ekin ve meyveler zekâta tâbi olmazlar. Bir tarla kiraya verilip ekilirse, bu tarlada yetişen ekinin zekâtı müstecire ait olur. Belirli kimseler için vakfedilen mallar da aynı şekilde zekâta tâbi olurlar. Kadının mihrine gelince, bu mihir eğer henüz kocasının elindeyse borç statüsüne tâbi olur. Bunun zekâtını vermenin vâcib olduğu da ileride anlatılacaktır. Ne var ki, kocadan alındıktan sonra zekâtı ödenecektir. Yine buna benzer olarak bir kişi, bir malı ödünç alır; bu mal dindeyken bir sene geçerse, elindeki bu malın zekâtını vermekle yükümlü olur. Çünkü ödünç olarak alınan mal, tam mülk olarak kabul edilir.
Hanbeliler dediler ki: Tam mülk; kişinin elinde bulunan, içinde başkasının hakkı olmayan, sahibinin tam tasarruf yetkisine sâhib olarak sadece kendisinin yararlandığı maldır. Mükâteblik borcunu ödemek için kölenin hazırlamış olduğu paraya da zekât düşmez. Yoksullar gibi belirsiz kimselere, bir mescide veya bir medreseye vakfedilen mallar da zekât kapsamına girmezler. Belirli kimseler için vakfedilen mallar zekâta tâbi olur. Meselâ bir tarlanın veya ağacın belli kimseler için vakfedilmesi hâlinde, bunlardan sağlanan gelir nisâb miktarına ulaşırsa zekâta tâbi olur. Kadının mihrine gelince bu, borç statüsündedir. Bu mihirle kişinin başkasından ödünç aldığı malın hükmü ileride anlatılacaktır. Köle de zekât vermekle yükümlü değildir. Özgürlük şartı anlatılırken bu hususa da değinilecektir.
5. Zekâtın vücûbunun şartlarından beşincisi, elde bulunan malın nisâb miktarına ulaşmasıdır. Zekât, ancak nisâb miktarı mala sâhib olan kişiye vâcib olur. Fıkıh terminolojisinde nisâb; şerîat koyucunun altın, gümüş ve benzeri şeylerden zekâtın vâcib olması hususunda dikmiş olduğu alâmettir. Nisâb miktarı, zekâtı verilecek malın türüne göre değişir. Zekâtı verilmesi vâcib olan malların çeşitlerinden bahsedilirken nisâbla ilgili açıklama yapılacaktır.
6. Zekâtın vücûbunun şartlarından altıncısı, nisâb miktarı mala sâhib olan kişinin elindeki malın üzerinden bir yıl geçmesidir. Bir yıldan maksat, güneş yılı değil, ay yılıdır. Ay yılı 354 gündür. Güneş yılı ise bazan 365 gün, bazan 366 gün çeker. Nisâb miktarı mahn üzerinden bir yıl geçmesiyle ilgili olarak mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Malın nisâb miktarını muhafaza etmesi, senenin her iki ucunda gereklidir. Sene içinde nisâbtan düşse de, düşmese de önemli değildir. Bir kişi sene başında nisâb miktarı mala sâhib olur, bu mal eksiksiz olarak senenin bitimine kadar devam ederse, zekâtının verilmesi vâcib olur. Sene içinde nisâbtan eksilir de sene bitiminde nisâb miktarına varırsa, yine zekâtının verilmesi vâcib olur. Ama eldeki mal nisâbtan eksik olarak sene bitimine kadar devam ederse, zekâtının verilmesi vâcib olmaz. Bir kişi, sene başında nisâb miktarı mala sâhib olur da sonradan ayrıca bir mala sâhib olursa eski malına katar. Bu toplam, nisâb miktarına kavuşursa ve sonradan elde edilen mal, eskisinin cinsindense zekâtının verilmesi vâcib olur. Ekin ve meyve dışındaki malların zekâtında bir senenin geçmesi şart koşulur. Ekin ve meyvelerin zekâtları için, üstlerinden bir senenin geçmesi şart koşulmaz.
Malikiler dediler ki: Define, maden ve ekinlerle meyveler dışındaki malların zekâtının vücûbu için bir senenin geçmesi şarttır. Ama sayılan bu malların üzerinden bir sene geçmese de zekâtlarını vermek vâcib olur. Bir kişi sene başında altın veya gümüşten nisâb miktarını kazanır da sene içinde malı, bu miktardan daha aşağıya düşer ve sonra da nisâb miktarını tamamlayacak kadar malı sene sonunda kazanırsa zekât vermesi vâcib olur. Çünkü kazanç senesi, asıl nisâb miktarı mala sâhib olduğu senedir. Yine aynı şekilde sene başında nisâb miktarından az bir mal kazanır da sene içinde ticâret yaparak nisâb miktarı kadar malı sene sonunda kazanırsa, hepsinin zekâtını vermesi vâcib olur.
Hanbeliler dediler ki: Zekâtın vâcib olması için, yaklaşık olarak da olsa, malın üzerinden bir sene geçmiş olmalıdır. Bu şartın tahakkuku için bir seneden yarım gün eksik bir süre de geçerse yeterli olur. Bu şart para, davar ve ticâret mallarının zekâtı için gereklidir. Meyve, maden ve define gibi malların zekâtının verilmesi için bu şart aranmaz. Nisâb miktarı malın üzerinden, yaklaşık olarak da olsa, bir senenin geçmesi zorunludur. Bir kişi sene başında nisâb miktarından az bir mala sâhib olur da sene içinde ticâret yapıp nisâb miktarım tamamlarsa, tamamladığı tarihten itibaren bir senelik zaman şartı geçerli olur. Eski malı zekâta tâbi olmaz. Ancak nisâb miktarına vardığı günden itibaren tamamı, bir sene sonra zekâta tâbi olur. Ama sene başında nisâb miktarı mala sâhib olan kişi, daha sonra sene içinde ticâret yaparak eski malının cinsinden bir mal daha kazanırsa, bunu eski malına katar. İlk mala sâhib olduğu günden itibaren bir sene sonra bütün malının zekâtını verir. Çünkü kazancın senesi, nisâb miktarına varan sermayenin senesidir.
Şafiiler dediler ki: Zekâtın vâcib olması için, malm üzerinden eksiksiz olarak tam bir sene geçmesi gerekir. Geçen sürenin bir anlık olsa bile bir seneden eksik olması hâlinde zekât vâcib olmaz. Bir sene şartı hububat, maden, define ve ticâret kazancı dışındaki malların zekâtının verilmesinde aranır. Ticâret kazancını da bu kapsama aldık; zîrâ ticâret kazancı sermaye nisâb miktarından az olmamak şartıyla sermayesinin senesiyle beraber zekâtlandırıhr. Eğer sermaye, nisâb miktarından az olursa ve kazanç sonradan sağlanıp nisâb miktarına ulaşmışsa, o tarihten itibaren bir senelik süre işlemeye başlar. Sene başında nisâb miktarı mal elde bulunur da bu miktar sene içinde eksilir ve bilâhare de tamamlanırsa, tamamlandığı tarihten itibaren tam bir senelik bir süre geçmediği takdirde zekât vermek kesinlikle vâcib olmaz.
7. Zekâtın vücûbunun şartlarından yedincisi özgürlük’tür. Mükâteb de olsa köle, zekât vermekle yükümlü değildir.
8. Bu şartların sonuncusu da malın borçtan arındırılmış olmasıdır. Bir kişi, nisâb miktarını tamamen alt edecek veya eksiltecek kadar borçlu olursa, mezheblerin aşağıda belirtilecek olan detaylı görüşleri doğrultusunda zekâtla yükümlü olmaz.
Şafiiler dediler ki: Malın borçtan arındırılmış olması şart değildir. Bir kişi borçlu da olsa, bu borcu nisâb miktarını alt da etse, yine zekât vermesi vâcib olur.
Hanefiler dediler ki: Bu bakımdan borçlar üç kısma ayrılır:
1. Yalnızca kullara mahsus borçlar.
2. Allah’a mahsus olmakla birlikte kullar tarafından teleb edilen borçlar. Zekât borcu gibi. Bu borçların otlaklarda otlayan hayvanlarla, yerden çıkan şeyler gibi zahirî olanlarını devlet başkanı tahsil eder. Altın ve gümüş gibi ticâret malları türünden bâtınî olanlarını ise mülk sâhiblerinin kendileri öderler. Hz. Osman (r.a.) zamanına kadar bu malların zekâtını da devlet başkanı tahsil ederdi. Hz. Osman (r.a.) bu gibi malların zekâtını sâhiblerinin vermelerini hükme bağladı. Bu işi sahihlerine havale etti.
3. Sadece Allah’a mahsus olan ve kullarca tahsil edilmeyen borçlar. Örneğin: Adak, kefaret, fıtır sadakası, hac masrafı gibi sırf Allah’a mahsus olan borçlar.
Zekâtın vâcibliğini engelleyen borçlar birinci ve ikinci şıktaki borçlardır. Bir kişi zekât nisâbına sâhib olur da üzerinden bir sene geçer, zekâtını ödemezse, ikinci yıl geldiğinde önceki senenin verilmemiş zekâtı, nisabı eksilttiği gerekçesiyle ikinci senenin zekâtı vâcib olmaz. Yine bir kişi bir mala sâhib olur, başkasının da kendisinden alacağı olursa -bu alacak ister karz-ı hasen olsun, ister satın alınan bir eşyanın parası olsun ve isterse satın alınan altının, gümüşün, hayvanın, ölçülen veya tartılan herhangi bir şeyin borcu olsun- bütün nevileriyle zekât vermesine engel olur. Bu borç sadece ekin ve meyvelerin zekâtının (öşür-haraç) verilmesine engel olmaz. Üçüncü şıktaki borçlar, zekâtın verilmesine engel olmaz.
Malikiler dediler ki: Nisabı eksiltecek kadar borcu olan ve bu borcunu kapatmak için zekât malından başka -yani oturduğu ev gibi zaruri işlerinde ihtiyâç duyduğu malından başka- bir malı bulunmayan kişiye zekât vâcib olmaz. Bu şart, define ve madenlerden sağlanmış olmayan altın ve gümüşün zekâtlandırüması hususunda söz konusudur. Davar, ekin, meyve, maden kaynaklan veya defineleri bulan kişi, borçlu da olsa bu mallarının zekâtını vermekle yükümlü olur.
Hanbeliler dediler ki: Nisâb miktarını tamamen altedecek veya eksiltecek kadar borçlu olan bir kişi, zekât vermekle yükümlü olmaz. Bu kişinin borcu, zekâtını vereceği malın cinsinden olmasa da, bu borcu haraç, öşür, arazî kirası, tarla masrafı da olsa, zekât vermesine engel olur. Borçluluk; para, ticâret eşyası, madenler gibi batim mallarla davar, hububat, meyve gibi zahiri malların zekâtına da engel olur.
Borçlu olan bir kişinin elinde mal bulunursa, kendisine zekât vâcib olur. Ama bu malla önce borcunu öder. Sonra kalan malı eğer nisâb miktarına ulaşırsa, bununla kalan malının zekâtını verir.[207]
Mesken, Elbise Ve Mücevherler Zekâta Tâbi midir?
İçinde oturulmakta olan meskenler, giyilecek olan elbiseler, evde bulunan ev eşyaları, binek hayvanları, kişinin kendi şahsı için kullanmakta olduğu silâhlar, altın ve gümüşten yapılmamış olan kaplar, zekâta tâbi değildirler. Ticâret maksadı için değil de süs için bulundurulan inci, yakut ve zeberced gibi mücevherler de mezheblerın ittifakıyla zekâta tâbi değildirler.
Eseri yapılan eşyaya geçse de geçmese de, mutlak sanat âletleri de, Hanefîler dışındaki diğer mezheblere göre zekâta tâbi değildirler.
Hanefiler dediler ki: Boyacılıkta olduğu gibi, sanat âletinin eseri yapılan şeye geçerse zekât vermek vâcib olur. Aksi takdirde vâcib olmaz.
Hanefiler dediler ki: İlim kitapları, sahibi ilim ehlinden olursa, zekâta tâbi olmaz. Aksi takdirde zekâta tâbi olur.
Ticâret gayesi dışında bulundurulan ilim kitapları, sahibi ilim ehlinden olsa da, olmasa da Hanefîler dışındaki diğer mezheblere göre zekâta tâbi olmazlar.[208]