sumeyye
Wed 15 August 2012, 07:11 am GMT +0200
Zekât Ödenebilmesi:
1) Hanefi hukukçuların çoğunluğu, Şa'bî, birer nakilde el-Hasenu'l-Basrî, eş-Şafiî ve Malik'e göre, bunlara da zekât ödenmez:
a) Hanefî Mezhebine göre, Hz. Peygamber devrinden sonra -müslüman veya gayrimüslim- bütün kalpleri kazanılacakların payı düşmüştür.
b) Selef bilginlerinin çoğu ile sonraki şafii hukukçulardan bir grup da bu görüştedir.
Bu görüş, Hz. Peygamberin dünya hayatına veda etmesinden sonra, bu gibi, kimselerin Hz. Ebu Bekr devrinde zekâttaki paylarının yenilenmesini istemeleri üzerine, Hz. Ömer'in içtihadıyla, İslâm'ın artık güç ve kuvvet kazandığı ve onların yardımına ihtiyacı olmadığını ileri sürerek, isteklerini şiddetle reddetmesi ve bunu önce zamanın halifesi Hz. Ebu Bekr'in, sonra da sahabenin benimsemesine, böylece âyeti nesheden icma meydana gelmesine göre yapılan uygulamaya dayanır. Bu sebeple, artık onlara zekât ödenmez. [219]
2) eş-Şafiî ve ilk şafîi hukukçular, Vahidî, Zuhrî ile Hanbelî, Ca'feri ve Zeydiye Mezhebleri ile Ebu Ca'fer el-Bakır ve bir kavlinde Malik'e göre, kalpleri kazanılacak kimselerin payı, nesh ve tebdile uğramamıştır; onlara her zaman zekât ödenebilir. İbn Rüşd, Ebu Hanife'nin de bu görüşte olduğunu bildirir. [220]
Maliki Mezhebi ve İbazîler konuya değişik bir açıdan bakarak, İslâm'ın ihtiyaç duymasına göre onlara zekât ödenebileceği görüşünü benimser; Nedvî de bu görüşe katılmaktadır. Son görüşe katılarak, konu şöylece açıklanabilir: Kalpleri kazanılacaklara zekât ödenmesi, az çok gizliliği gerektiren bazı devlet ihtiyaçlarına cevap vermektedir. Hele çağdaş kamu maliyesinin “örtülü ödenek” (tahsisat-ı mesture) kavramını ve uygulamasını gözönüne alırsak, konunun önemini daha iyi kavrarız: Hz. Peygamber, zekât gelirini bu sınıfa öderken, ruhi-manevi meselelere pek ilgi duymayan kabile başkanlarını kendine taraftar olarak kazanma işinde kullanıyordu. Bazı Hanefî hukukçuları, anılan âyetin bu son kısmının yukarıda belirtildiği gibi, Hz. Ebubekr devrinde Hz. Ömer tarafından nesh ve ilga edildiğini, öyleki o devirde herkesin onunla aynı görüşte olduğunu iddia etmektedirler.
Bu konuda, iki rivayet bulunmaktadır:
1) Hz. Peygamber, bu neviden bazı ödemelerin Uyeyne b. Hısn gibi bazı kimselere yapılmasına müsade ediyordu. Hz. Ebu Bekr debunları bir süre devam ettirdi. Hz. Ömer ise İslâm'ın Uyeyne gibilerin dostluğunu kazanmaya ihtiyacı olmadığını söyleyerek bu ödeıieleri durdurdu. [221]
2) Medine'de devlet muhasebe işlerinde çalışan ve İslâm'ı kabul etmiş bazı eski gayrimüslimlerin kalplerini kazanmak maksadıyla, onlara bir şeyler ödenmesi teklif edildiğinde, Hz. Ömer, öfkelendi ve:
“Maddî kazanç için ihtida edenlere İslâm'ın ihtiyacı yoktur” dedi.
Her ne olursa olsun, Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekr tarafından bir süre tatbik edilmiş bir âyetin, Hz. Ömer tarafından lağvedilip, neshedilebilme durumunda olduğunu kabul etmek herhalde uygunsuz düşer. Zira, vahiy tamamlandıktan sonra nesh imkânsızdır. Ayrıca nesh, nasibin en azından mensulı kadar kuvvetli olmasıyla gerçekleşir. Aynı hükmü, bir başka sınıfa da uygulayabiliriz: İhtiyaç olmaması dolayısıyla sekiz sınıftan herhangi birinin, msl., devletin üstlenmesinden dolayı zekât memurunun payı düşerse, bu hiçbir zaman nesh ve tebdil manası taşımaz. Hanefî Mezhebinin bu görüşünün nesh kaidelerine uygun olmadığını gördükten sonra, sahabî kavliyle kıyasın terkedilmeyeceğini savunduklarından İbn Kudame'nin sorusunu onlara karşı tekrarlamak gerekir:
“Sahabi kavliyle kıyas terkedilmediğine göre, âyet ve hadis nasıl terkedilir?” [222]
Ayrıca böyle bir görüşün ileri sürülmesi, devlet ihtiyaç ve siyasetindeki derin sebepleri ve Hz. Ömer'in bu hareketinin manasını anlaşılmaz hale getirir. Oysa burada sözkonusu olan muhakkak ki, Hz. Ömer'in kendisine devlet harcamalarından bir ödemede bulunmayı reddettiği muayyen bir şahıstır. O, bu hareketiyle, bu ödemeyi, bundan böyle asla kimseye yapmayacağını söylemek istememiştir. Belki sebepleri bulunduğu zaman, ödemekten menetmemiş, fonksiyonunu yitirdiği ya da tamamladığı, diğer sınıflar zekâta daha layık olduğu için yasaklamıştır.
Şu halde, kalpleri kazanılacak kimselere zekât ödenmesi, gerek siyasî maksatlarla, gerekse dine adam kazanma konularında devlet için bir örtülü ödenek harcamasıdır. [223]
Taberî'nin açıklamasına göre, Allah, zekâtı iki gaye için emretmiştir:
1) İslâm'a yardım etmek ve onu kuvvetlendirmek,
2) Müslümanlar arasındaki fakirlerin yardımına koşmak, İslâm'a yardım etme ve onun davalarını kuvvetlendirmeye taalluk eden hususlarda, fakirlere olduğu kadar zenginlere de zekât ödenecektir. Zira bu halde, gelirden faydalanmada, sadece ihtiyaçları gözetilerek ödeme yapılmamakta, nihaî olarak İslâm'a yardım nazarı itibara alınmaktadır. Kalpleri kazanılacak kimselere, zengin de olsalar, İslâm davasının ıslah ve iyileşmesi, onu kuvvetlendirme ve ona yardım etme gayesiyle yapılan ödemeler de bu türdendir. [224]
Muhammed Ebu Zehra, bu sınıfla ilgili harcamanın, İslama davet uğrunda ve İslâm'ın büyük hakikatlerinin yayılmasını sağlama yolunda yapılması şeklindeki görüşünü, önceki açıklamalarından ilhamla ileri sürmüş olması gerekir. [225] Zaten günümüzde İslâm'ı kabul edenlerin sayısı az değildir. Şu halde günümüzde bu pay, bazı devletlerin, müslüman devletlerin safına katılması, bazı cemiyet, dernek ve kuruluşlara İslâm'ı sevdirmek, İslâm'ı ve İslâm ülkelerini savunacak yayınevi, radyo-TV gibi basın ve yayın kurumlarıyla, yazar, sanatçı vb. ne, üniversite öğrencilerine, doktora, mastır vb. ihtisas yapanlara aynı gaye için harcanabilir. İslâm'ı tanıtma, sevdirme, savunma ve ona adam kazanma mücadelesini, sadece zekâtla değil, diğer gelirlerle de büyük bir titizlikle sürdürmek gerekir. Hatta hürriyeti için savaş veren müslümanlara bile, bu paydan ödeme yapılmalıdır. [226]Sonuç olarak, zekât ödenecek yerlerden birisi de, kalpleri kazanılacak kimselerdir. Bu konuyu bildiren âyeti nesheden (yürürlükten kaldıran) başka bir âyet veya hadis bulunmadığına göre, durum ve şartlara bağlı olarak, her devirde onlara zekât ödemek caiz olmak bir yana, hatta yerine göre vaciptir. Gerek Hz. Peygamber'in uygulaması, gerekse İslam hukuk felsefesinin temel kaideleri, bizi bu hükmü vermek mecburiyetinde bırakır. Kalpleri kazanılacaklara ödeme yapmak, müslümanîarın bir soğuk harp vasıtasıdır, her devirde uygulanmalıdır. Hakikaten, çağdaş kamu maliyesindeki örtülü ödenek kavramıyla, sapık fikirlerin savunulması için yapılan ve müslümanların kendilerinin kullanması gereken mücadele metoduyla, bu fikri benimseyenlerin, planlı ve metodlu faaliyetleri karşısında, özellikle gelişmiş ülkelerin, gelişmekte veya azgelişmiş ülkeleri bu yolla nasıl sömürdükleri bilinençağımızda, kalpleri kazanılacaklar kurumunu en tesirli bir şekilde işletmek zorundayız. [227]
[219] Bilmen, HFK, c. IV, s. 117; Hamidullah, İslâm Peygamberi, c. II, s. 222; Kardavî, FZ, c. II, s. 599; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 251; Kâsânî, BS, c. II, s. 45; Mergınânî, age, c. I, s. 113; Tahâvî, age, s. 52; Yavuz, İZM, s. 357.
[220] Ceziri, Fame, c. I, s. 623; Elmalı, age, c. IV, s. 2577; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 251; Kardavî, FZ, c. II, s. 598-599; Kâsânî, BS, c. II, s. 45; Yavuz, İZM, s. 364-365.
[221] Cessas, Ahkâmu'l-Kur'ân, c. III, s. 124; Yavuz, İZM, s. 357.
[222] İbn Kudame, Mugnî, c. II, s. 666; Kardavî, FZ, c. II, s. 605-606.
[223] Geniş bilgi için bkz. Cessas, age, c. III, s. 124; Ebu Zehra, age, s. 179-180; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 252; Kardavî, II, s. 594-611; Kâsânî, BS, c. II, s. 45; Hamidullah, İslâm Peygamberi, c. II, a. 222; Şeltut, Fetâva, s. 117; Yavuz, İZM, s. 360-369.
[224] Taberi, Tefsir, c. 10, s. lll'den Hamidullah, İslâm Peygamberi, c. II, s. 222-223 ve Kardavî, FZ, c. II, s. 607.
[225] Ebu Zehra, age, s. 176; Şehhate, age, s. 148.
[226] İAK, m.5. Kardavî, FZ, c. II, s. 1124; Şeltut, age, s. 117.
[227] Kardavî, FZ, c. II, s. 1124; Şeltut, age, s. 117.