- Zamana direnen bir kültür ocağı

Adsense kodları


Zamana direnen bir kültür ocağı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 24 June 2012, 02:45 pm GMT +0200
Zamana direnen bir kültür ocağı: Koca Ragıb Paşa Kütüphanesi
Önder KAYA • 66. Sayı / DİĞER YAZILAR


Çocukluğumun geçtiği Aksaray, tam bir kütüphaneler cennetiydi. İskenderpaşa İlkokulu’nda okuduğum günlerde Murat Paşa Camii’nin hemen karşısında yer alan Ebubekir Efendi Kütüphanesi’ne giderdim. Bu mekâna ders çalışmaktan çok, daha o yaşlarda tarihe olan ilgim nedeniyle kütüphanenin ahşap raflarını, siyah deri ciltli kitap kapaklarını, avlusundaki tarihî mezar taşlarını, çıtırdayarak yanan sobanın çevresinde oynaşan kedilerini görmeye gelirdim. Bazen yolumu Fatih’e düşürürdüm. Orada Köprülü Mehmet Paşa’nın yeğeni Amcazade Hüseyin Paşa tarafından inşa ettirilen Amcazade külliyesinin kütüphanesine çıkardım. İkinci katta yer alan ve merdivenle ulaşılan bu kütüphane, beni alır başka âlemlere götürürdü. Ben tarihi biraz da buralarda sevdim.

Bu yazıya konu teşkil eden ve ne yazık ki 1999 depreminden beri âtıl durumda kalan Koca Ragıb Paşa Kütüphanesi’yle ise üniversite giriş sınavlarına hazırlandığım 1993 tarihinde tanışmıştım. Aslında bu kütüphanede biraz da içim burkulmuştu. Zira koca kitaplıkta en fazla 2-3 kişi bir şeyler okur haldeydi. Zaten bir süre sonra da kapısına kilidi asıverdiler. Ebubekir Efendi kütüphanesi ile Amcazadeyi de söylememe gerek yok. Bugünün çocuklarına artık bu şirin irfan yuvaları kapalı. Sorduğunuzda hep aynı cevap: “Depremde zarar gördü”, “Ödenek yok, memur istihdam edilemiyor”. Bugün Aksaray’da bunca kütüphane arasında ilköğretim ve lise çağı öğrencileri varlık içinde yokluk çekiyorlar. Hâlbuki Ragıb Paşa Kütüphanesi 1950’li yılların başlarında elden geçirilerek, çocuklar açısından elverdiğince cazip bir hale getirilebilmişti. 1954’te kütüphanenin giriş kapısının sağ ve soluna dağılan vakıf dükkânların üzerinde yer alan sıbyan mektebi, elden geçirilerek yaklaşık 5000 ciltlik kitabı içinde barındıran bir çocuk kitaplığına dönüştürülmüştü. Yine burayı cazip hale getirmek için belli günlerde çocuklara İngilizce, Almanca ve mandolin dersleri verilmesi, haftada bir gün de eğitici kültür filmlerinin gösterilmesi yoluna gidilmişti.

Ragıb Paşa’nın hikâyesi
Kütüphanenin banisi olan sadrazam Koca Ragıb Mehmet Paşa, III. Ahmet, I. Mahmut, III. Osman ve III. Mustafa dönemlerinde devlet kademesinde çeşitli görevlerde bulunmuş, son iki hükümdar devrinde ise sadrazamlık yapmıştı. 1699 tarihinde İstanbul’da doğan paşa, defterhanede yetişmiş, Arapça, Farsça öğrenip hat sanatında ilerlemiş ve okuryazar kimliği ile tanınan, şair ruhlu bir kişi olarak sivrilmişti. Şiirlerinde kullandığı “Ragıb” mahlası, ilerleyen yıllarda gerçek adı olan Mehmet ismini dahi gölgede bırakacaktı. Kuvvetli bir şair olan Paşa’nın yükselmesinde, bu yanı da önemli rol oynar. Nitekim daha yirmili yaşlarını sürdüğü bir sırada İran seferini kumanda eden Köprülüzâde Abdullah Paşa’nın maiyetine verilmiş, Abdullah Paşa’nın kazandığı zaferler üzerine kaleme aldığı muhammesiyle de şiir meclislerinde şöhret kazanmıştı.

Ragıb Paşa, Osmanlı Devleti’nin doğu bölgelerinde önce defterdarlık, akabinde valilikler yaptıktan sonra 1757’de sadrazamlığa getirildi. Sadrazamlığa getiriliş hikâyesi oldukça ilginçtir. Sultan III. Osman, devrin sadrazamı Bâhir Mustafa Paşa’dan Şam valiliği için münasip bir isim ister. Bâhir Mustafa Paşa da hararetle o sıralarda Halep valisi olan Ragıb Paşa’yı sultana metheder. Bunca yıllık devlet hizmetinde Ragıb Paşa kadar namuslu, aydın, iş bitirici bir vezir ile karşılaşmadığını sözlerine ilave eder. Sultan, sadrazamının bu iltifatı üzerine önce Paşa’yı Şam valiliğine tayin edecektir. Ancak beş gün sonra Bâhir Mustafa Paşa’yı azlederek yerine bu genç vezirini sadaret mevkiine getirir. Yani Mustafa Paşa bilmeden sadaretteki sonunu hazırlar. Her ne kadar paşa mevkiini kaybetse de, Osmanlı devleti son derece yetenekli bir idareci kazanır. Ragıb Paşa tatlı dili, diplomasiye olan vukufu ve aydın kişiliği ile kısa sürede sultanın gözüne girer. Bununla birlikte Ragıb Paşa’nın da bir süre sonra sadrazamlığı tehlikeye düşecektir. Padişah üzerinde önemli bir nüfuza sahip olan Darüssaade Ağası Ebukuf Ahmet Ağa, anlaşamadığı Ragıb Paşa yerine Kaptan-ı Derya Ali Paşa’yı sadarete getirme konusunda girişimlerde bulunur. Sadaret mührünü kaybetme tehlikesi baş gösteren Ragıb Paşa, bazı dostlarının tavsiyesi ile bir müddet saklanarak gözden kaybolur. Ölümcül hasta olan III. Osman’ın kısa bir süre sonra hayata gözlerini yumması sonrasında tahta çıkan III. Mustafa’nın desteğini temin ederek, görevine devam eder. Sonrasında ise Ebukuf Ahmet Ağa’yı önce sürdürüp sonra boğdurtacak ve bu olay sonrasında Darüssaade ağalarının saltanatını kıracaktır.

Ragıb Paşa icraatları ile III. Mustafa’nın da gönlünü fetheder. Uzun süredir sürekli açık veren devlet bütçesi, onun aldığı bazı tedbirler neticesinde 1761’de gelir gider dengesinde artı duruma geçer. Yeniçerilerle de iyi geçinen paşa, yangın sonrasında harap hale gelen yeniçeri odalarını tamir ettirip, maaşlarının düzenli ödenmesini temin edecektir. Yaşanan gelişmelerin bir tezahürü olarak Sultan da dul olan hemşiresi Saliha Sultanı, Ragıp Paşa ile evlendirme yoluna gitti. Paşa, böylelikle saraya da damat oldu.

Ragıb Paşa, buhranlı bir devreden geçen Avrupa’ya karşı politikasını da temkinlilik esası üzerine bina eder. Paşa’nın Avrupa politikasındaki belki de en önemli icraatı, Osmanlı devletini Avrupa’yı sarsan Yedi Yıl Savaşları’nın dışında tutmayı başarmasıdır. Prusya kralı Büyük Friedrich, Avusturya ve Rusya’ya karşı Osmanlı devletine ittifak teklif ederek mücadelenin içine çekmek istemiş, ancak Ragıb Paşa ucu karanlık olan bu yola girmeyerek, sadece Prusya ile dostluk ve ticaret anlaşmaları imzalamakla yetinmişti.

Âlim ve şair
Ragıb Paşa’nın devlete bir diğer hizmeti de gelecek vaat eden bazı simaları himaye ederek devlet kadrolarına hazırlamasıdır. Paşa’nın himayesi altına aldığı bu kişiler, gelecek yıllarda Osmanlı devletine önemli hizmetler ifa etmişlerdir ki, bunların başında Cezayirli Gazi Hasan Paşa, Hamza Hamid Paşa, Halil Hamid Paşa, Ahmet Resmi Efendi gibi simalar gelir. Ayrıca Ragıb Paşa, gerek doğudan, gerekse de batıdan pek çok eseri Türkçeye çevirtme girişiminde bulunmuştur. Avrupa’yı yakinen takip etmiş, Volter ve Newton gibi aydınların eserlerini tercüme ettirerek okumuştur. Kendisi de daha ziyade şiir ve diplomasi alanında pek çok eser vermiştir.

Paşa, 18. yüzyıl Divân şiirine damgasını vuran Nedim ve Şeyh Galib’den sonra en önemli simalardan biri olarak kabul edilir. Kendi huzurunda şiir meclisleri tertiplediği gibi, devrin ünlü şairesi Nigâr Hanım ve şair Haşmet’e verdiği destek, latife kitaplarına bile girmiştir. Şair Haşmet’e kendi şiir anlayışını şu şekilde özetlediği rivayet olunur; “Haşmet, öyle bir şiir söylemek isterim ki, ne benden evvel kimse söylemiş, ne de benden sonra söylemek ihtimali olmuş olsun”. Bu anlamda kaleme aldığı pek çok dize, zaman içinde halk nazarında darb-ı mesel olmuştur. Halk arasında nesilden nesile aktarılan ve bugün de zaman zaman kullanılan darb-ı mesellerine birkaç örnek verelim;

     “Şecaat arz erderken merd-i kıbtî sirkatin söyler”
     “Tabibin olsa da kizbi, marîzin sıhhatin söyler”
     “Ehl-i feyzin eseri kalmasa da nâmı kalır”

Bir kültür kompleksi
Paşa hakkındaki bu bilgilerden sonra sözü, onun en önemli eseri olan kültür kompleksine getirelim. Kütüphanenin bugün kapalı olan iki kanatlı giriş kapısının üzerindeki “maşallah” yazısının hemen altında “Burada Kıymetli kitaplar var” ayeti ile karşılaşırsınız. Bu kapının sağında ve solunda sıralanan on dükkân ise Ragıb Paşa tarafından kütüphaneye gelir getirmesi amacıyla yaptırılmış. Kapının ve dükkânların üst tarafında bulunan yapı, Paşa tarafından sıbyan mektebi olarak tasarlanmıştı. Okumaktan büyük keyif alan ve bu nedenle de hayatı süresince topladığı yazma eserleri ciddi bir servet harcayarak ölümünden sonra insanların hizmetine sunmayı tasarlayan bir kültür adamının, çocukları unutması zaten düşünülemez. 15 pencereye sahip olan mekteb, bu sayede gün ışığından azami derecede istifade etmekteydi. Yapı, 1954’te aslî kullanım amacı ile örtüşen bir şekilde çocuk kütüphanesine dönüştürüldü. Ancak ne yazık ki muhtemelen Laleli semtinin 1980’li yıllardan sonra geçirdiği dönüşümün de etkisiyle zaman içinde okur kitlesini büyük ölçüde yitirdi. Bilindiği üzere bu tarihlerde İstanbul, Ortadoğu’nun turizm ve ekonomi merkezi haline getirilmeye çalışılmıştı. Bunun sonucunda da Süleymaniye, Fatih, Bayezid, Sultanahmet gibi camilerin, Topkapı Sarayı gibi yapıların hemen yürüyüş mesafesinde olan Laleli’nin kaderine de bir oteller semti olmak düşmüştü. Osmanlı’nın son ve Cumhuriyetin ilk yıllarında kibar İstanbul ailelerinin ikametgâhı olan muhit, 80’lerden sonra hızla boşalmaya başlamış, 90’ların başında komünist bloğun dağılması ile de bavul ticaretinin merkezi haline gelmişti. Bavul ticaretinin beraberinde fuhuş sektörünü de getirmesi, semtin sosyal dokusunun dönüşüm sürecini hızlandırmıştı. Laleli semtinin aileler tarafından boşaltılması sonucu, bir dönem hatırı sayılır bir okur kitlesine sahip olan kütüphanenin parlak günleri de geride kaldı. Artık kütüphaneye okur, görece daha uzak semtlerden gelir oldu.

Giriş kapısından içeri girdiğinizde tam karşınıza kütüphane binası çıkar. Yapının hemen giriş kısmında benim kütüphaneye devam ettiğim yıllarda kütüphane görevlilerine oda olarak tahsis edilmiş olan bir küçük mescid karşılar sizi. Burası kütüphane ilk hizmete girdiğinde “hafızı-ı kütübü evvel”in yani en kıdemli kütüphane görevlisinin imamlığı ve “hafız-ı kütübü sânî”nin müezzinliğinde, hem görevlilerin hem de okuyucuların namazlarını eda ettikleri bir mesciddi. Kütüphaneden içeriye adımınızı attığınızda ise kendinizi birbirinden nefis çinilerin yer aldığı son derece keyifli bir mekânın içinde buluverirsiniz. Çinilerin üst tarafında, kaside-i bürde yazılı. Kitaplığın en dikkat çeken yanı ise hiç şüphesiz dört sütun üzerinde yükselen büyük kubbenin hemen altına düşen ve yazmaların muhafaza edildiği tunç şebekeli kısım. Hazine-i kütüb olarak adlandırılan bu kısma, tabii ki biz gençler sadece hayran hayran bakmakla yetinirdik. Ragıb Paşa, devrin kütüphanelerine göre son derece ciddi bir rakam olan 1000 parçadan fazla bir yazma koleksiyonunu kütüphanesine vakfetmiş, kitaplık doğal olarak sonraki bağışlarla da günden güne zenginleşmiştir. Nitekim Yahya Tevfik Medresesi, Yeni Medrese, Musalla Medresesi gibi eğitim kurumlarının kitapları da buraya aktarılmıştı.

Paşa’nın kütüphanesi için düzenlettiği vakfiyesi de ilgi çekici veriler içerir. Bu anlamda genel olarak vakıf kütüphanelerin beş gün okurlara hizmet vermeleri adet iken, paşa hizmet günü adedini altı gün şeklinde belirlemiş, hafız-ı kütüblerin başka iş tutmamalarını ve kütüphane avlusunda kendilerine tahsis edilen konutlarda oturmalarını istemişti. Yine Paşa’nın vasiyetlerinden biri de, kütüphanede her gece görevlilerden birinin nöbet tutması şeklindeydi. Hafız-ı kütübler tüm gün kütüphanede durmalı, öğle ve ikindi namazlarında da okurlara kütüphanenin girişindeki küçük mescidde imamlık yapmalıydılar.

Büyük kubbenin etrafında sıralanan sekiz küçük kubbenin altına denk düşen ve eski tarz masalarla sandalyelerin bulunduğu okuma masaları ise bizim mekânlarımızdı. Nasıl bir tarih hazinesinin ortasında bulunduğumuzun farkına varmadan burada test çözer, derslerimize çalışırdık. Oysa kütüphane hizmete ilk girdiği günlerden itibaren pek çok kişinin ilgi odağı olmuştu. Bu nedenle de bazı seyahatnamelerde ve değişik eserlerde bu yapıya atıflarla karşılaşılmaktadır.

Kütüphaneden bahseden ilk batılılardan biri Osmanlı ordusunda görev yapmış olan Baron dö Tott’dur. Hatıralarında kütüphane hakkında bilgiler veren baron, abartılı olarak buradaki eser sayısını 1900 yazma olarak verir. 18. yüzyılın ikinci yarısında yani kütüphane tamamlandıktan kısa bir süre sonra İstanbul’a gelen İtalyan rahip Todorini ise kitaplık hakkında daha doğru ve detaylı bilgiler derlemiştir. Türklerin Edebiyatı adını verdiği eserinde kütüphane ile ilgili malumat yaklaşık 15 sayfa tutar. Kitaplığın İstanbul’un en muteber kültür ocaklarından biri olduğunun ve dört görevli ile idare olunduğunun altını çizer. Ayrıca kitaplıktaki eserleri de konularına göre 15 kategoride sınıflandırır. Bu kategoriler içerisinde yoğunluk 156 ciltle fetva mecmualarındadır. Bundan sonra 146 cilt ile dil ve edebiyat kitapları, 126 cilt ile hadis kitapları, 115 ciltle de ilahiyat ve akaid kitapları gelir. Kütüphanede 79 cilt kadar da tarih ve seyahatname temalı kitap bulunuyordu. 19. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’a gelen Charles White, kütüphaneden bahsederken, aynı zamanda aydın bir şahsiyet olan paşanın kendi eserlerinin de burada teşhir edildiğini bildirir.

Paşanın en kıymetli yadigârı olan kütüphanesinin inşaatı Şubat-Mart 1763’de sona erdi. Esasen inşaat daha önce tamam olmuşsa da kaynaklarda yer almayan bir nedenden dolayı kitaplığın kubbesi çöktüğü için açılış biraz ertelenmişti. Hatta bu durumu, paşanın hayat kubbesinin çökeceğine yoranlar dahi olmuştu. Aslına bakılırsa Ragıb Paşa, tam da bu günlerde hastalığı nüksettiği için devlet işlerini dahi kendi yetiştirmesi olan Hamza Hamid Paşa’nın kaymakamlığına bırakmıştı. Kütüphane tam anlamıyla hizmete girdikten 40 gün sonra paşa hayata gözlerini yumdu. Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının sonrasında vasiyeti üzerine yaptırmış olduğu kütüphanenin okuma salonu ile sıbyan mektebinin arasında yer alan türbesine gömüldü. Son derece zevkli ve üstü açık altıgen mezarı, her ne kadar kütüphane kapalı olsa da yoldan geçenlerce avlu pencerelerinden görülebiliyor. Ama artık ne sıbyan mektebinde çocuk sesi, ne de kütüphane de ilim taliplileri var. Osmanlı tarihinin en güzide ve himmetsever sadrazamlarından birinin hayratı şimdilerde himmet bekliyor.