- Yüz güzelliği mi kalp güzelliği mi

Adsense kodları


Yüz güzelliği mi kalp güzelliği mi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ezelinur
Sun 19 September 2010, 06:36 pm GMT +0200
YÜZ GÜZELLİĞİ Mİ, KALP GÜZELLİĞİ Mİ?



Osmanlı Devleti’nin son devirlerinde, Sultan Reşad zamanında bir Paşanın,
Avrupa tahsili görmüş bir oğlu vardı. Babası bu genci, ahlakı güzel,
dinine bağlı, kocasına itaatkar bir kız ile evlendirmek istedi.
Bunu hanımına söyledi.
Hanımı paşaya:
"Bizim yalının kâhyasının bir kızı varmış, ben görmedim ama ahlakını çok medhettiler. Eyüp'de mütevazi bir evde oturuyorlarmış. Ona talib olalım" dedi. Paşa da bunu memnuniyetle karşıladı.
Neticede kâhya, kızını Paşa'nın oğluna vermeyi kabul etti. Kız da buna razı oldu.
Paşa'nın Kanlıca'daki yalısına gelin gidecekti. Önce söz, sonra nişan, nikah derken sıra düğüne geldi. Düğün merasimi, gelinin gideceği, Paşanın Kanlıca'daki yalısında yapılmaktaydı. O günün usûllerine göre, her iki genç, birbirlerini ancak düğün günü göreceklerdi.
Damat, zevcesinin duvağını açıp da yüz görümlüğünü takarken, ânî bir fenalık geçirerek yere düştü.
Çünki gelinin yüzü, çiçek hastalığı sebebiyle tamamen yara izleriyle kaplıydı.
Orada bulunan yakınlarından birkaç hanım, hemen damadı kaldırarak ayılması için gerekeni yaptılar.
Gelin, üzgün ve mahzun bir sesle:
“Muhterem beyefendi, sizin biraz önce geçirmiş olduğunuz hâlin sebebi, bence mâlum!.. Küçük yaşta geçirmiş olduğum ağır bir çiçek hastalığının yüzümde bıraktığı izler, bir ömür yüzüne bakmaya mecbur olduğunuz zevcenize karşı size bir soğukluk ve sıkıntı verdi. Ancak bu benim elimde olan bir kusur değil. Rabbim, bu hâli bana lâyık görmüş, elimden ne gelir ki…

Şimdi sizden istirhamım şu: Kırk gün yalınızda bir misafir olarak kalayım. Bu müddetin hitamında, imtizac edemediğimiz bahanesiyle evime döneyim. Bu hususda lütfen anlayış gösterin. Bu hâlden, ikimizden başka hiç kimsenin haberdar olmamasını bilhassa istirham ediyorum!..” diyerek, üzerindeki gelinlik ve başındaki tacı ile, gözleri yaşlı bir hâlde damadın ayaklarına kapandı. Damat, ne diyeceğini şaşırmıştı. Çaresiz kabul etti.
Aradan günler geçmiş; genç gelin, başta kayınpederi ve kayınvalidesi olmak üzere, yalının içindeki hizmetkârlara varıncaya kadar, dinine bağlılığı, güzel ahlâkı, hizmeti, tevâzuu, davranışları ve konuşmaları ile herkesin kalbinde taht kurmuştu.

Günlerden bir gün, sabah saatlerinde damat beyin oda kapısı hafifçe vuruldu. Kırk gün tamamlanmıştı. İçeri giren, mahzun yüzünü büsbütün solgun gösteren siyah elbisesi ile gelin hanımdan başkası değildi. Dedi ki:

"Yalıdaki kırk günlük misafirliğim sırasında gösterdiğiniz nâzik muâmele sebebiyle, teşekkürlerimi arzederim efendim. Düğün günü aramızda alınan karar mucibince, kırk gün dolduğundan, evime dönmek üzere yüksek müsaadelerinizi istemekteyim"

Ayağa kapanma sırası şimdi damada gelmişti; gözyaşlarını tutamayarak:

“Muhterem hanımefendi, eğer siz beni beğenmediyseniz ve evinize dönmekte kararlıysanız, ona bir diyeceğim olamaz. Ancak şunu bilmenizi isterim ki, siz benim için artık vazgeçilmez bir zevcesiniz.

Sizi ilk gördüğümde, böyle yüze sahip bir hanımla bir ömür geçmez diye karar vermiştim. Fakat sizin dininizin kuvveti ve son derece güzel ahlakınızı görünce, asıl güzelliğin yüzde değil gönülde olduğunu anladım ve kırk gün sonunda size deli gibi aşık oldum.

Şunu bilin ki; havasız, susuz yaşarım, ama siz olmadan aslâ!..

Sizi tanıdıktan sonra başka bir hayat arkadaşıyla olmama imkân yok!..”

Bu ve benzeri sözlerle gelini ikna ederek kararından vazgeçirmek üzere yalvardı ve neticede muvaffak oldu. İki değerli insan, ayrılmamak üzere birbirlerine kavuşmuş olmanın sevincini yaşadılar. Onların ömürleri, her gün yenilenen bir balayı olarak sürüp gitti.

Ve en önemlisi; aralarındaki bu sırrı, anlayabilecekleri çağa gelince çocuklarına açıkladılar.
Böylece onlar da âile saadetinde gönül temizliğinin ve güzel ahlakın,
her şeyden daha önemli olduğunun harika bir misalini bizzat görmüş oldular.