- Yol Haritası

Adsense kodları


Yol Haritası

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Fri 12 November 2010, 02:38 pm GMT +0200
Yol Haritası

İdris Arpat


Yaratılışımızın sebebi Allah’a kulluktur. Kulluğun berisinde Allah’ı (c.c) tanıma ve O’na hayran kalma safhaları vardır.

Kulluk, ibâdet, itâat, tapma hep aynı mânâlara geliyor.

Biz geleneksel olarak, en çok kullanılan “ibâdet” kelimesinden hareketle meseleye açıklık getirmeye çalışalım.

İbâdet özel ve genel mânâda olmak üzere ikiye ayrılıyor.

Özel mânâda ibâdet, belli zamanları ve belli şekilleri olan ibâdetlerdir. Buna ibâdet-i mersûme denir. Namaz ve oruç, özel mânâda ibâdetin en güzel misâlidir. Biz, günlük hayâtımızda ibâdet kelimesini bu mânâda kullanıyoruz.

Genel mânâda ibâdet ise, çocukluk devresİ hariç, hayatımıznı tamamını, yani yirmidört saatimizi, üçyüzaltmışbeş günümüzü Allah Teâlâ’nın beğeneceği şekilde yaşamaktır. “Ânın vacibini” gerçekleştirme çabasına girmektir. Asıl ibâdet budur. İbâdet-i mersûme, müslümanı geniş manada ibadete (kulluğa) hazırlamak içindir. Burada kulluk ve itaat kelimeleri maksadı daha güzel ifade ediyor.

İbadeti bu genel manada ele aldığımız takdirde, hayatın tamamı güzelleşecektir. Müslümanların hayatı, imrenilecek bir hayat olacaktır. Zaten, Kur’ân ve sünnetin maksadı da budur.

İbâdet, hayatımızın tamamını, Allah’ın rızasını celbedecek şekilde yaşama gayreti demekse, elbette bu bilmeyi gerektirecektir. Allah’ı, O’nun karşısındaki konumumuzu ve irâdesini bilmek. Bizden neler beklediğini, bizi nasıl görmek istediğini, emir, tavsiye ve yönlendirmelerini bilmek.

Kitabı olan bir din, okumayı, öğrenmeyi öğretmeyi önemsiyor demektir. Bu sebebledir ki, Allah (c.c) hokkaya, kaleme ve kalemin yazdıklarına yemin etmiştir.

Öğrenme ve öğretme faâliyetleri ferdi de olabilir, müessesevî de.

Peygamber Efendimiz’in, vedâ hutbesinde “Burada bulunanlar bulunmayanlara sözlerimi iletsin” buyurması, evine gelen ziyaretçileri uğurlarken, “Burada görüp-duyduklarınızı gittiğiniz yerlerde anlatın” demesi, ferdi öğretimi teşvik içindir. Böylece bilgi ve mesaj akışı temin edilmiş olacaktır. Bu, toplumun ilim ve irfan düzeyinin sürekli yükselmesi demektir. Öğretme, öğrenme temeline istinat ettiğinden, sürekli öğretme, sürekli öğrenme demektir. İlim, hayâtı müslümanca algılamanın şartıdır. Binaen aleyh, müslüman mesaj alıp mesaj veren,

iz sürüp iz bırakan insandır. Bu, fiili de olabilir, kavlî de.

Müessesevî eğitime günümüzde “örgün eğitim” diyoruz. Eğitimle öğretim, etle tırnak gibi ayrılmaz bir bütündür. Bilginin içindeki iman ve sevgi müslümanı, daha doğrusu “bilgileneni” eğitecektir. Öğrenmenin sürekliliği, eğitimin sürekliliği demektir.

“Eshâb-ı suffa”nın, Dâru’l-Erkâm’ın eğitim ve öğretimi müessesevîdir.

Eshâb-ı Suffa, İslâm’ın ilk yatılı öğretmen okulunun mensûplarıdır. Bu muallim adaylarını, Rasûlüllah eğitir-öğretirdi. Sayılarının dörtyüzü bulduğu olurdu. Bir yere tebliğci gönderileceği zaman bunlar arasından seçilirdi.

Ferdî eğitim ve öğretim bilginin servis edilmesidir. Müessesevi eğitim kurumları ise, aynı zamanda bilginin üretildiği yerlerdir. Bu merkezler insanlığın beyni ve kalbi mesâbesindedir. İnsanlık bu merkezleri gözü gibi korumalı, en kâbiliyetli çocuklarını buralara yönlendirmelidir. Bu merkezlerin kalite düzeyinin sürekli yükselmesi, hayâti önem arzetmektedir.

Ferdî ve müessesevî eğitim, hayatın güzelleşmesi içindir. Hayâtın güzelleşmesinden maksat da Rıza-yı Bârî’dir.

Güzelleşen hayat, dört barışıklığı berâberinde getirecektir:

İnsanın kendisiyle, diğer insanlarla, tabîatla ve Allah’la (c.c) barışıklığı.

İnsanın kendisiyle barışık olmasına biz saâdet, mutluluk ve “yaşama sevinci” diyoruz. Aksi, insanın kendini suçlu hissetmesi ve bunalımdır.

İnsanın kendi kendisiyle barışık olmasının şartı, fıtratını yaşamasıdır. Kişi fıtratını ne kadar tanıyabilecektir? “İnsan Bu Mechûl.” Fıtratı yaşamak İslâm’ı yaşamaktır. Çünkü fıtrat İslâm’a, İslâm fıtrata ayarlıdır. “Elestü birabbiküm”ü böyle anlamak ta mümkündür. Bu nedenle dünya ve âhiretimizin cennet olması için fıtrat dini olan “dinî mübîni” yaşamak lâzımdır. “Dinin ile tanıştım, kendim ile barıştım” vecîzesi bunu ne güzel ifâde ediyor. İslâmı yaşayan, kendini yaşıyor demektir.

Toplumla barışık olmak için adâlet ve müsâmaha temel şarttır. Adâlet yoksa barışıklık da yok demektir. Ortalama insanlar seviyesinde bu böyledir. Büyük insanlar ise, adâletin buharlaştığı yerde hırçınlaşmayıp musâmaha prensibini devreye alırlar. Böylece, her durumda toplumla barışıklık halini sürdürürler. Onlar insanları, gülleri ve dikenleriyle birlikte kabûl ederler. Güle benzeyen taraflarından yaklaşıp, dikene benzeyen hâllerinden arındırmaya çalışırlar. Hak hatırına, halkın dertlerine devâ olma gayretini sürdürürler. İnsanlık hayrına mücâdele üzere ber-devamdırlar.

Toplumun içinde eriyip gitmek te, olup bitenlere ilgisiz kalmak ta, “ne haliniz varsa görün” deyip çekip gitmek te müslümanca bir tavır değildir. Aslolan hayatımızı güller serpe serpe, hayırlı izler bıraka bıraka yaşamaktır. Bir insanın hayra ulaşmasına vesîle olmayı, dünyâlara değer bir devlet bilmektir.

Tabiatla ve tabîatta barınan diğer canlılarla barışık olmak, onların hak ve hukûkuna saygılı olmayı gerektirir. Sevgili peygamberimizin, Uhud Dağı’nı bir dostunu ziyarete gider gibi gitmesi ve bunu anlayamayanlara; “Uhud bir dağdır ama, o bizi sever biz de onu” buyurması hak ve hukûka riâyetin bir merhale ötesindedir.

Tabîat, diğer canlılar için olduğu gibi insan için de bir misâfirhânedir. Kişi barındığı mekânın kıymetini bilmelidir.

Tabîat bir mescid hükmündedir. Çünkü biz anlamasak da her bir varlık tesbih hâlindedir.

Tabîat ilâhî kudretin tecellîleriyle doludur.

Tabîat, tefekkür ufkunun genişlemesine vesîledir.

Tabîat, yüksek heyecanların tetikleyicisidir.

Tabîat, Hz. İnsanın mîracının başlangıcıdır.

Tabîat, Allah’a giden nice bin yoldur.

Allah’la barışık olmak O’nu sevmek ve O’nun tarafından sevilmektir. Seven sevdiğini darıltmak istemeyecektir. Bir dediğini iki ettirmeyecektir. Esmâ-ı hüsna ve yansımalarını farkedebilmek Allah’ı sevmeyi getirir. İnsan “dîni mübîni” yaşaya yaşaya Hz. İnsan haline gelir ve Allah tarafından sevilir. Allah (c.c) bir kimseyi sevince onu hep rızâsına muvâfık (uygun) noktada bulundurur.

Aslında diğer üç barışıklık, Allah’la (c.c) barışık olmanın içinde mevcuttur. Dikkâtli nazarlar bunu farkedecektir.

Barışıklığın bozulup düşmanlığın baş gördüğü her durumda biz kulluk çizgisinden ayrıldığımızı düşünürüz.

İntiharların, cinayetlerin alıp başını gittiği bir dünyâda biz İslâm anlayışımızı enine, boyuna ve derinlemesine sorgulamalıyız.

Allah (c.c) devre dışı tutulduğunda, maddî imkanlar ne olursa olsun insanlık ta, mutluluk ta Kaf dağının ardında kalacaktır. Ve mâlesef, kuvvetin kaynağından irtibâtını kesen kuşların kanadı, o yüksekliği aşma direncini gösteremeyecektir.

Talstoy’un da ifâde ettiği gibi; “Allah demek, hayat demektir.”