sumeyye
Mon 6 September 2010, 03:55 pm GMT +0200
yokuş
“çizilmiş yürekle yaşarken vezinle ağlayıp vezinle gülüyorduk”
aşk üstüne konuşmayacaktım oysa
bitirmiştim aşka dair ne varsa kitaplarda ve
söylenebilecekler söylenmiş, yaşanabilecekler hepten
tükenmiş,
anlatan anlatacağını anlatıp çoktan gitmişti nasılsa.
aşk üstüne kelam noktaya dayanmıştı nihayet
lakin içerideki uyuyan fasılları uyandırıp pembeye boyamak,
onlara en şefkatli sözleri söyleyip
onların duvar diplerinde birgün gelip
en pembesinden gül açmalarını sağlamak
dünyayı durdurmak kadar zordu.
geçtim artık çiçeklerden, böceklerden
mevsimlerin sarısından yeşilinden
denizden güneşten, ayın halesinden ve hilalinden.
“felsefe okuyorum” desem
İbn Sînâ’yı, Empedokles’i arıyorum
bulunca kaçıyorum
kaçarken boşlukların birinden düşüyorum
düşerken bir el uzanıp tutuyor beni
bir bakıyorum, İbn Rüşd Aristoteles’in cümlelerine şerh yazarken
bana uzanmış
“gel” diyor
“gelemem” diyorum.
el-Muhtasar üzerine konuşmalar yapıyor
bu arada aşk da yanımdan geçiyor
bir ah nidası dökülüyor yerlere
“ne oldu” diye soruyor
“aşk” diyorum
İbn Arabi’nin yolunu gösteriyor bana
şu köşeden sağa dön, düz git
biraz daha düz git
git git git
bir dağ çıkarsa karşına hiç durmadan
kenarından elma ağaçlarına dek yürü de yürü
sana elma verenlerin seni oyalamak
senin aşk üzerine gitmeni engellemek
seni yolundan çevirmek isteklerinin olduğunu bil
ve durma
yürü yürü yürü
ak saçlı ağaçtan, bal dudaklı papatyadan sonra
köprülü yoldan, saçlı kayadan sonra
deli devran, selvi Baran’dan kıvrıl da sola dön
az git düz git, düz git az git
oralarda bir yerde yıldız yağsın üzerine
aşk diye diye çök olduğun yere
yerde taşlar kanatsın dizlerini farkına varama
susuzluk kurutsun dudaklarını umursama
vahlanma
o anda bir kapı açılırsa önünde bil ki
gelmişsindir İbn Arabi’nin mekanına
ah’ların toplanıp orada yittiğini
ah’ların orada maddeden çıkıp mânâya dalış biçimini
göreceksin.
“dağıldık bir başımıza kalakaldık, çizilmiştik üstelik”
başıma ağrılar saplandı, içinde bir kule inşaatı
pek hummalı
okyanustan kuşkulu Heredot ile karşılaştım
Historiaları yazarken bana baktı ürktüm
“okyanusta aşkı bulmaya” dedim
güldü
gülerken İonya’da olup bitenler sallanmaya başladı.
vaziyetim haddinden fazla hazin görünüyordu
bana göre
kılıçların oynaştığı ortaçağ’dan çok uzaklaşmıştık
aklım oradaydı
aklım hep oradaydı
aklımı tutup çekmeye çalıştım
“çık kurtul göğe çekil davran ve uç” diye zırlamak geçti içimden
kimse zırlayanın yanına yanaşmıyordu
filozoflar konuşmayı, sormayı, yürümeyi ve izlemeyi seviyorlardı
ben ne konuşabiliyor, ne sorabiliyor, ne yürüyebiliyor ve ne de izleyebiliyordum
lay la la da lay la lom lay
lay lay laylay lom
şarkı söyleyenlerin cansıkıcılığından dem vurup kaçıyorlardı
ya su kenarına
ya ağaç gölgesine
ya dağ başına
yalnızlık onları düşünmeye, düşünmek de cümle üretmeye zorluyordu
ben düşünmekten yorgun düştüğümü
yürümekten dizlerimin bağının çözüldüğünü
ağlamaktan gözlerimin şiştiğini
derman diye bir şey kalmadığını yüreğimde ve zihnimde ve eklemlerimin tümünde
mırıldanırken bir kedi yanımda miyavladı
“ben” dedi, “ben Ebu Hureyre’nin yanından geliyorum”
odalarında dolaşmış
avlularında oynaşmış
mutlu kedi yolunu kaybetmiş vefasız saymış bu yüzden kendisini
bir kediyi kucaklayıp şımartacak vakit yoktu bende
ilerledim güneşe doğru
bir ırmak gerisinde ses işittim
“bah mattara ma, fön delayla mişkara”
necinin nesi anlayamadım, biri olsa yanımda sorar idim
yanımda hiç olan olmadığına yanasım geldi
elmanın kırmızısını düşürdü aklıma güneş
aç kalırsam aşk çöreklenmez aklıma sandım
aç aç aç kaldım ne günler ne haftalar
açken yürünmüyordu
açken uyunmuyordu
açken konuşmak zor
durmak zor
düşünmek zordu
ey halimden anlayan tek
ey halimi bilip gören tek
ey alemlerin efendisi
ey duaları işiten
ey gören duyan bilen
ben anladım ki bunca vakit
bir tek sende kudret
acizim, zayıfım, zavallının biriyim, aşkı bile taşıyamayan
tamı tamına sevemeyen
hep eksik, her tarafı hep gedik
ben bir anda dünyaya meyledebilen bir bedbaht
bir anda gerçeğe uyanıp da an sonra vazgeçen unutan yiten şu dar-ı fena’da
ne etsem kapılar kapanıyor yüzüme
ne desem anlamak inmiyor yüreğime.
birgün Pandora ile karşılaştığımı anlatmadım kimseye
hırçındı, kutunun kapağını açtığında hırs havalandı
neydi bütün bunlar
insan aklının ürettiği zavallı duruşlar
vah u vah
ah u vah
ben aşk üstüne konuşmayacaktım oysa / sus’ladım
ellerimi bağladıklarında dilime acı biberler sürdüler / az çocuktum
dediler aşk’a bulaşırsan yanarsın / doğrula’dım
ben aşk ile barışmayacaktım oysa / -ladım, -ladım
oysa ben aşka aşk ile bakmayacaktım
Naz FERNİBA