- Âyetü'l–Kübrâ" yazısının hâşiyeleri

Adsense kodları


Âyetü'l–Kübrâ" yazısının hâşiyeleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ehlidunya
Wed 21 September 2011, 04:27 pm GMT +0200

M. Latif SALİHOĞLU

Âyetü'l–Kübrâ" yazısının hâşiyeleri

Yer darlığı sebebiyle, dünkü (20 Eylül 2011) "Âyetü'l–Kübrâ operasyonları" başlıklı yazının devamını veremedik.

Arta kalan notları bugün haşiyeler sûretinde sizlere takdim ediyoruz.

Risâlelerin iadesi

Kahraman Tahirî'nin maddî–mânevî gayretiyle 1942'de İstanbul'daki Bozkurt Matbaasında gizlice tab'edilen Âyetü'l–Kübrâ Risâlesi paketlerine el konulmuştu.
Bizzat matbaa sahibinin ihbarıyla el konulan nüshaların yekûnu 500 adeti geçiyordu.
Bu kitaplar, Haziran 1944'te neticelenen Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararından sonra müellifine iade edildi.
Aynı yılın Ağustos ayı ortalarında, yeni mecburî ikamet yeri Emirdağ'a gelen Üstad Bediüzzaman, bu risâleleri de beraberinde getirdi... Kitaplar, Çalışkanlar'a ait bir dükkânın deposunda muhafaza ediliyordu.
Tam da bu esnada büyük bir yangın çıktı. Dehşetli yangın sonucu, o tarihte çoğu ahşap olan Emirdağ çarşısı küle döndü.
Ortada tek bir dükkân yanmamış, inayet–i İlâhiye ile mahfuz kalmıştı.
İşte o dükkân, deposunda Âyetü'l–Kübrâ nüshalarının bulunduğu dükkândı.
Bu ibretâmiz hadise üzerine, Denizli kahramanı Hasan Feyzi Efendi "Ey kardeşlerim! Âyetü'l–Kübrâ ve sâir Nur Risâleleri, bakın görün ki daha ne yangınlar söndürür, ne ateşler dindirir..." muhtevalı uzunca bir mektup yazdı.
Okuyanı düşünce deryasına daldıran bu harikulâde mektup, 1959 baskılı Âyetü'l–Kübrâ'nın âhirinde neşredildi.
Nasip olursa, bu mektubu da yakın zamanda yayına hazırlayarak sizlere takdim etmek istiyoruz.

Nevzat Tandoğan

Âyetü'l–Kübrâ Risâlesinin gizli tab'ını bahane eden devrin gaddar hükûmeti, eserin müellifi Said Nursî ve talebelerinin—katillerin toplandığı—Denizli Hapishanesine sevk edilmesini istedi.
Maksat, orada onları katillerin eliyle imhâ ettirmekti... Bu maksatla Kastamonu'da tevkif edilen Üstad Bediüzzaman, birkaç talebesiyle önce Ankara'ya getirdildi. Ardından vilayete götürüldü.
Başkent'in ceberrut valisi Nevzat Tandoğan, Bediüzzaman'ın sarığını almak, onun yerine başına zorla şapkayı geçirmek istedi. Ancak, bunda başarılı olamadı.
Bediüzzaman, bu din ve şeâir düşmanına şu sözlerle karşılık verdi: "Bu sarık bu başla beraber çıkar... Ben sizin ecdadınızı temsil ediyorum... Başından bulasın Nevzat"!
İşte bu Nevzat, o tarihten üç sene sonra 9 Temmuz 1946'da hakikaten başından buldu.
Ekim 1945'te vuku bulan "Ankara Cinayeti"ini kasten örtbas ettiği ve asıl katil yerine, başka mazlûm bir garibanı hapse sokturduğu Bolu'da görülen mahkeme huzurunda âyân–beyân ortaya çıkınca, bunu gururuna yediremedi ve aynı günün gecesi bunalıma girerek kendi silâhıyla intihar etti.
O cinayetin özeti de şudur: Yugoslavya'daki komünist yönetimin zulmü altında inleyen Bosna'daki Müslümlar için yardım parası toplanmıştı. Bu paraları göndercek kişi, Ankara'da doktorluk yapan Dr. Neşet Naci Arzan'dı. Dr. Arzan, Genelkurmay Başkanı Kâzım Orbay'ın oğlu Haşmet tarafından, muayenehanesinde yedi kurşun sıkılarak öldürüldü. Vali Tandoğan ise, bu cinayeti örtbas ederek Reşit Mercan isimli bir garibanın canını yakmak istedi. Ne var ki, dokuz ay kadar sonra hadisenin iç yüzü ortaya çıktı. Bu da Tandoğan'ı kahredip âkıbeti vahim bir bunalıma soktu.

Aziz Bozkurt

Tandoğan'ın vahim âkıbetinde de görüldüğü gibi, "rızâ–yı İlâhî"den başka hayatta hiçbir gayesi ve çabası olmayan Bediüzzaman Hazretlerine her kim zulmetmişse, kim ona hakaret, eziyet etmiş, yahut temsil ettiği mukaddes dâvâya ihanette bulunmuş ise, illâ ki bu dünyada dahi karşılığını görmüş, cezasını bulmuş veya rezil olup öyle gitmiştir.
İşte, tıpkı ceberrut vali Nevzat Tandoğan gibi, Âyetü'l–Kübrâ ihbarcısı Aziz Bozkurt da yine böylesi bir vahim âkıbetle dünyadan tard edilenler gürûhuna dahil olup gitmiştir.
Aziz Bozkurt, 1966'da girdiği bunalım sebebiyle, Yavuzselim Çukurbostan'daki evinin bahçesinde bulunan bir ağacın dalına ip bağlayarak intihar etti.
Bu şahıs, Âyetü'l–Kübrâ Risâlesini kendi matbaasında basıyor, parasını da alıyor. Lâkin, hemen ardından emniyete giderek ihbarda bulunuyor ve eserlere iki sene müddetle el konulmasına sebebiyet veriyor.
Sonuç: İnsanlar zulmeder, kader adâlet eder.

İstanbul hocaları

Âyetü'l–Kübrâ eksenli operasyonlarda (Eylül 1943) tevkif edilerek hapse, ya da sürgüne gönderilen "İstanbul hocaları" iki kısma ayrılıyor.
Bunların bir kısmı Üstad Bediüzzaman'a dost mesabesinde, yahut talebe hüviyetinde görüldükleri için, yargılanmak üzere topluca Denizli Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilirler.
Diğer kısım hocalar ise, meslek–meşrep farklılığı sebebiyle, Üstad Bediüzzaman'a muhalif ve o tarihe kadar devrin hükûmetleriyle "iyi geçinen" şahsiyetlerdir.
Ne var ki, Âyetü'l–Kübrâ'nın İstanbul'a girmesinden ve gizli neşrinden dolayı şiddetli rahatsız olan ve gazaba gelen müstebit idare, İstanbul hocalarının tamamını cezalandırma cihetine gider: Bediüzzaman'ın dostlarını Denizli hapishanesine, muarızlarını ise muhtelif merkezlere sürgüne gönderir.
Denizli Hapsinde yargılanma sürecine dahil edilenler, mahkemenin bir an evvel bitmesini arzu ettikleri için, Nur Risâlelerinin bir "ilmî ehl–i vukuf "a tetkik ettirilmesi maksadıyla Ankara'ya gönderilmesine sıcak bakmazlar. Onlara göre, bu talep mahkeme süresini uzatır. Hapishane ortamı ise, çekilmez durumda. Tahtabitleri her tarafı istilâ etmiş. Bu sebeple, Ankara müracaatına muhalefet ederler.
Bediüzzaman'ın has talebeleri ise, Üstadlarının söz ve tavsiyesine harfiyyen ittiba ederek, ilmî heyet tarafından tetkik edilmesi maksadıyla bütün Nur Risâlelerinin Ankara'ya gönderilmesini resmî olarak talep ederler.
Ankara'dan gelen bilirkişi raporu müsbettir ve buna istinaden beraat kararı verilir. İşte bu karar, daha sonraki mahkemeler için de kuvvetli bir hüccet, bir senet hükmüne geçti.

TARİHTE BUGÜN  21 Eylül 1948
 
Çerkes Ethem'in vefatı
 
Millî Mücadelenin en cesur kahramanlarından biri olan  Çerkes Ethem, 21 Eylül 1948'de Ürdün'de vefat etti.
Ethem Bey, Kuva–yı Millîye içinde Kuva–yı Seyyare Kumandanıydı. Gerek dış saldırılar ve gerekse iç isyanlar karşısında daima dirayetle durmasını bilmiş yürekli bir askerdi.
Onun bu üstün başarısını çekemeyen, bir türlü hazmedemeyen küçük hesap adamları, ne yapıp ettiler, onu hudut haricine çıkmaya mecbur bıraktılar.
Milletten çok şahsî menfaatlerini, vatandan çok şahsî rütbe ve şöhretlerini düşünen düzenbazlar, cesur olduğu kadar sâfî kalpli de olan Ethem Beyi birtakım ayak oyunlarıyla dışlamayı başardılar ve onu gurbet elde vatana hasret bir hayatı yaşamaya sebebiyet verdiler.
Üstelik, bununla yetinmediler; bu büyük vatanpervere bir de "hain" yaftasını yapıştırarak, nesillerin gözünden düşürmeye çalıştılar.
Lâkin, hakikat araştırıcılarını kandıramadılar. Yalan tenezzül etmeyen, yanlışa prim vermeyen yeni nesiller, Ethem Beyin hakiki hüviyet ve şahsiyetini öğrenerek, onu daima rahmet ve minnetle yâd ediyorlar.