hafiza aise
Mon 2 May 2011, 02:44 pm GMT +0200
YENİ BİR MEDENİYETİN İNŞASI ~
Artık, Mekke bir mihrap, Medine de bir minber olmuş; Hatib-i Ekmel ü Etemm'ine kavuşmanın tadını çıkanyor; Hz . .Adem'den bu yana yolların birleştiği yerde yeni bir medeniyet inşa ediliyordu. Zaten, Mekke'de bir birikim vardı ve o, bütünüyle buraya akıp gelmişti; şimdi ise, bu temel üzerine her gün yeni yeni ayetler geliyor, nebevi hitabetle insanlar her geçen gün yeni şeyler öğreniyorlardı. İman adına önemli bir kıvam yakalanmış, artık fertler, bunun üzerine bina edilecek kulluk beklentisine girmişlerdi.
Sosyal ilişkiler baştan aşağıya yeniden gözden geçiriliyor ve insanı bağlar üzerinde yeniden atkılarla İslam'ın solmaz ve renk atmaz atlası dokunuyordu. Bir gün yanına bir sahabe yaklaşıyor ve:
- İslam'da hangi iş daha hayırlı, diye soruyordu. Gelen cevap:
- Yemek yedirmen ve bildiğin ve bilmediğin herkese selam vermen,615 şeklinde oluyordu. Demek ki bu medeniyet, 'verme, beklentisiz olma ve insanlar üzerinde güven telkin
615 Buhari, Sahih, 1/13 (12)
etme' üzerine inşa edilecekti. Ancak, bunlann hiçbiri asıl hedef değildi; asıl hedef, Allah'ın da hoşnut olacağı gerçek bir Müslüman modelini ortaya koyarak rıza ufkunu yakalamaktı. Cehalet döneminden kalan bütün kınntılan bir kenara atıp yok edecek bir hamleydi bu.
- Komşusu, şerrinden emin olmayan kimse cennete giremez,616 buyuruyordu. Elbette cennet, bizatihi hedef değildi; ama, cennete götüren yol, nzayı da kazandıracak yoldu. Demek ki, bu nzaya talip olan insan, büyük bir aile gibi komşuluk ilişkilerinde, onlan kucaklayıp ihtiyaçlannı gidermede kayıtsız kalmamalıydı. O'na göre, komşusu açhkla kıvnm kıvnm sancılar içinde ıstırap çekerken, yanıbaşındaki bir mü'minin, karnını doyurması iman adına büyük bir eksiklikti.s'?
- Müslüman, diğer insanların el ve dilinden emin olduğu insandır.s'" buyuruyordu Efendiler Efendisi! Zaten, can düşmanlanın kendisine 'Emın' ünvanını vermesini ve ona sınırsız güvenmesini sağlayan da o değil miydi? O emniyet ki, hayatına kastedenlerin bile vicdanlannda rahatsızlık duymalannı; acımasızca üzerine gidildiği dönemlerde sahip çıkma hissiyle yanına yaklaşmalannı netice veriyordu. Demek ki emniyet, kobralan ehilleştirecek, kurtlan da kuzu bekçisi haline getirecek önemli bir iksirdi. Ve şimdi bunu Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), bizzat ashabından istiyordu.
"Sizden birisi, kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe, kemal noktada imana ulaşamazl'P'? cümlesi de O'na aitti. Demek ki imanda, her bir mü'min için idealolan bir de kemal nokta vardı! Ve bu kemal noktaya ulaşmanın en kestirme yollanndan birisi, ücrette gerilerin de gerisine kayarak ganimet paylaşımında arkadaşlannı kendisine tercih etmekten
616 İbn Hibban, Sahih, 2/264 (510)
617 Bkz. Buhari, Sahih, 5/2240 (5673); Mişkatü'l-Mesabih, 2/424 618 Buhari, Sahih, 1/12 (10)
619 Buhari, Sahih, 1/14 (13)
geçiyordu. Bunun adı, tefôni idi ve İbrahimvan bir geleneğin ürünüydü.
Aynı mihraptan yankılanan bir başka ses, bütün mü'minleri tek bir insana benzetiyor ve dünyanın neresine bir ateş düşerse düşsün bunun, her bir mü'mini yakacağını anlatıyordu. Öyleyse, dünyanın neresinde olursa olsun, bir Müslüman'ın başına gelen olumsuzluğa kimse kayıtsız kalmamalı ve onun için, elinden gelen ne varsa, onu yapma ve yaraya merhem olma yanşına girmeliydi. Binayı oluşturan tuğlalar gibi bir vahdet görüntüsü olmalıydı ki, neticede ortaya muhkem bir bina modeli çıksın!620
Bunlar, müspeti ikame adına ortaya konulan hamlelerdi.
Bir de bunun, diğer tarafı vardı; artık, düşmanlığın köküne kezzap dökülecek ve en büyük düşman olarak o telakki edilecekti. Kimseye arka dönülmeyecek ve ihtiyacı olan herkesin yardımına koşulacak, mü'min kardeşinin elde ettiği güzellikler, bırakın haset ve kıskançlıkla karşılanmayı, birer iftihar vesilesi olacak ve insanlar, gerçek manada kardeş olacaklardı. Böylesine sağlam bir kardeşlik de, sebebi ne olursa olsun, Müslüman kardeşiyle üç günden fazla mükaleme-i kelamı kabullenmiyor, bütün küskünlükleri muhabbet meşcereliğine dönüştürüyordu. Bunu ifade ederken Allah Resülü (sallallalıu aleyhi ve sellern), maksadını şu beliğ mesajın kalıplanna dökmüştü:
- Sakın, birbirinize buğzetmeyin; hasetten de uzak durun ve birbirinize sırt dönmeyin! Ey Allah'ın kullan! Kardeş olun. Bir Müslüman'ın. diğer kardeşiyle üç günden fazla konuşmaması, asla helal değildir.?"
Zaten Müslüman, diğer Müslüman'ın kardeşiydi; ona ne zulmedebilir ne de onu zulmün kucağına atabilirdi. Bir kardeş olarak, herhangi bir Müslüman'ın yardımına koştuğu sürece
620 Bkz. Müslirn, Sahih, 4/2000 (2586) 621 Bkz. Buhari, Sahih, 5/2253 (5717)
Allah da onun yardımına koşar, önemli bir ihtiyacını giderirdi. Demek ki böyle bir hareket, sıkıntıların giderilerek huzur içinde bir hayat yaşayabilmek için Allah'a sunulmuş en büyük dua anlamına geliyordu. Bir de işin, ahiret yurduna bakan yönü vardı; burada bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderip sıkıntısını izale eden için Allah (celle celaluhü), yannki ahiret yurdunda ve en çok ihtiyaç hissettiği bir anda sıkıntılannı gidererek sahil-i selamete ulaştıracak ve insanlann, sıkıntıdan gırtlaklanna kadar ter döktükleri o demde onlara rahat bir nefes aldıracaktı. Burada affetmek, orada affedilmeyi; burada setretmek de orada setredilmeyi gerektiriyordu ve bunun için bir mü'min, diğer kardeşlerinin kusurunu görmezden gelecek ve nazarını hep kendi kusurunun üzerinde dolaştıracaktı. Başkasına savcı gibi muamele etme yerine, savcılık gömleğini, kendisini nazara aldığında giyecek; Müslüman kardeşinin hep avukatlığını yapmayı bir ahlak haline getirecekti. Çünkü Efendiler Efendisi:
- Müslüman, diğer Müslüman'ın kardeşidir; ne ona zulmeder, ne de ona yapılan zulme razı olur! Sizlerden kim, kardeşinin ihtiyacını gidermek için yola koyulursa, Allah da onun ihtiyacını giderir; kim de, bir Müslüman'ın sıkıntısını gidermeye matuf bir yola girerse, Allah da ahiret gününde onun sıkıntısını giderir; Müslüman'ın ayıplannı görmezden gelenin de Allah, kıyamet gününde ayıplannı örter, kimseyi ona muttali kılmaz.v" buyuruyordu.
Yeryüzünde bulunanlara merhametle yaklaşıp herkesi ve her şeyi şefkatle kucaklamak, semadan da rahmet meltemlerinin esmesi adına en büyük davetiye demekti. 623 Yanm bir
622 Bkz. Buhari,Sahih, 2/862(2310)
623 Bkz. Beled, 90/12-18 "Sarp yokuş, bilir misin nedir? Sarp yokuş; bir köleyi, bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır. Kıtlık zamanında yemek yedirmektir. Yakınlığı olan bir yetimi ya da yeri yatak, (göğü yorgan yapan, barınacak hiçbir yeri olmayan) fakiri doyurmaktır. Hem sarp yokuş; Gönülden iman edip,
hurma bile olsa, mü'min kardeşine onu takdim etmek, cehennem ateşinden korunmanın önemli bir yoluydu. Şayet, yanm hunnayı da bulamayacak kimseler var ise bunlar da, muhataplannı tatlı dil ve mütebessim bir çehreyle karşılamak suretiyle aynı kazançtan istifade edebileceklerdi.v-
Diğer yandan, bir beşer olarak insanın karşı1aşabileceği en küçük meseleler ele alınıyor ve teker teker çözülüyordu: zira din, insanın her türlü ihtiyacını giderecek mahiyette çözümler içeriyordu. Yeme ve içmeden oturup kalkmaya, çarşı-pazardan aile içi münasebetlere ve sosyal hayatta birlikte yaşama kurallannı belirlemeden ferdin topluma karşı görevlerini uygulanır hale getirmeye kadar hemen her meselede adımlar atılıyor ve her yönüyle orijinal yepyeni bir medeniyet inşa ediliyordu. Hatta bu durum, diğer Medinelilerce tenkit edilecek ve:
- Sizin peygamberiniz, tuvaletinizi nasıl yapacağınıza kadar hemen her şeyi size öğretiyor, diyerek garipsenecekti. Böyle bir tepkiyle karşılaşan Selman-ı Farisi. dönüşümün de fiili örneğini verireesine bu adama şöyle cevap verecekti:
- Evet, elbette öğretecek! Hatta bunun ötesinde daha çok şey öğretecek! ihtiyacımızı giderirken kıbleye dönmememiz gerektiğini, sağ elimizle istincada bulunmamamızı ve bunu yaparken en azından üç farklı taş kullanıp, kemik ve kurumuş hayvan dışkısına bulaşmamamız gerektiğini de öğrctecckl'<
Zira O (sallallahu aleyhi ve sellem), bir peygamberdi; ümmeti arasında evindeki baba konumundaydı ve yeni yetişen cemaatinin, her türlü işlerinde onlara rehberlik yapacaktı.
Kısaca mü' min, adım atıp yürüyen, nefes alıp konuşan ve
birbirlerine sabır ve şefkat dersi vermek, sabır ve şefkat örneği olmaktır. İşte hesap defterleri sağ ellerine verilecek olanlar bunlardır." Ayrıca bkz. Ebü Davüd, 4/285 (4941); Tirmizi, Sünen, 4/323 (1924)
624 Buhari, Sahih, 3/1316 (3400) 625 Müslim, Sahih, 1/223 (262)
nabız olup toplumda atan bir Kur'an haline geliyordu. Bundan böyle her bir sahabenin konuşmaları Kur'ani ve adımları da Muhammedi idi. Zaten mü'min olmak, önemli bir tercihti ve bu tercihle birlikte insan, onun içeriğini bütünüyle kabullenmiş oluyor, gereklerini yerine getirme konusunda da Allah ve Resülü'ne söz veriyordu. Bir mü'min için söz, senetten de öte bir değer ifade ediyordu; verdikleri sözü yerine getirınede ise, sahabenin önünde yürüyebilecek bir başka topluluk göstermeye imkan yoktu. Efendiler Efendisi, Medine minberinde oturmuş, peygamberlerden sonra yeryüzündeki en faziletli cemaati oluşturuyordu. Belli ki artık, Hira'da başlayan değişim, beklenen mayayı tutmuş ve eskiye ait cehalet edalı ne kadar problem varsa hepsini değiştirmeye başlamıştı. Ve bu değişim, sadece belli bir coğrafyaya has değildi; bu değişimle birlikte, ahengini kaybetmiş bütün evler yeniden şenlenmeli, dünyanın sadece bir yüzüne değil, bütününe birden huzur gelmeliydi. Çünkü bu değişimin rehberi, bütün alernlere rahmet olarak gönderilmişti. Öyleyse, damlasının düşmediği en küçük bir nokta kalmamalı