sumeyye
Sun 16 January 2011, 05:36 pm GMT +0200
Yatarken Hangi Dua Okunmalı?
2. Berâ bin Âzib (r.a.) rivayet ediyor:
"Kişi yatağına girdiğinde şu duayı okur da, şayet o gece ölürse, affedilmiş olur: "Allah'ım, yüzümü Sana çevirdim. Arkamı Sana dayadım. İşimi Sana emânet ettim, kendimi Sana teslim ettim. Bunu azabından kaçtığım ve rahmetini umduğum için yapıyorum. Senden kaçış ve kurtuluş ancak Sanadır. Senden kurtuluş ancak sana yönelmekledir. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin Peygambere iman ettim."[119]
Tirmizî'de, şayet sabaha çıkarsan hayır kazanmış olarak sabahlamış olursun" ilâvesi vardır.[120]
Merhamete Nail Olmuş Ümmet
3. Ebû Mûsa el-Eş'ari (r.a.) rivayet ediyor:
"Ümmetim merhamete nail olmuş bir ümmettir. Allah ümmetimin azabını kendi ellerinden kılmıştır. Kıyamet günü geldiğinde Müslümanlardan her birinin eline diğer din mensuplarından bir kişi verilir ve bu onun ateşten kurtuluş fidyesi olur."[121]
İzah
Taberânî bu hadisi "Diğer din mensupları" yerine "Ehl-i Kitaptan" ifâdesi ile Mu'cemü'l-Evsat'ında da rivayet eder. Orada ayrıca Müslümanlara "Bu senin ateşten kurtuluş fidyendir" denileceği kayıtlıdır. Bu ilâve İbni Mâce'deki rivayette de vardır.
Peygamberimizin ümmetinin diğer ümmetlerden bâzı üstünlükleri vardır. Büyük bir rahmete mazhardır. Din, onun ümmeti üzerinde kemâla ermiş ve tamamlanmıştır. Diğer ümmetler gibi suçlarına karşılık dünyada toptan helak edilmezler. Diğer ümmetlere yüklenmiş olan ağır teklifler hafifletilmiştir. Meselâ İsrâiloğulları tevbelerini ancak kendilerini öldürmekle tamamlıyorlardı. Oysa Peygamberimizin ümmetinin tevbe ettiğini dili ile söylemesi ve bir daha o günaha dönmemesi affedilmesi için yeterlidir.
Merhamete nail olmanın bir yönü de âhiretin acı azabına maruz bırakılmadan azabının dünyada verilmesidir. Bunu şu hadisten öğreniyoruz:
"Şu ümmetim merhamete nail olmuştur. Ahirette azap görmeyecektir. Onun azabı ancak dünyada ağır imtihanlar, zelzeleler, öldürülmeler ve musibetler şeklinde verilir."'
Taberânî'nin Mu'cemü'l-Evsat'ta rivayet ettiği şu hadis de merhamete nail olmanın başka bir yönünü açıklamaktadır:
"Ümmetim merhamete nail olmuş bir ümmettir. Kabre günahları ile girer, mahşer günü kabrinden günahlardan kurtulmuş olarak çıkar. Mü'minlerin kendisi için yaptıkları istiğfarlarla günahlarından kurtulur."[122]
Hadisle ifâde edilen "âhirette azabın olmaması," kâfirlere mahsus ebedî bir azap olmaması şeklinde anlaşılmalıdır. Yoksa Peygamberimizin ümmetinin günahkârları da Cehenneme girecekler, orada cezaları bitinceye kadar kalacaklardır. Fakat sonradan Cennete gidebileceklerdir.
Hadiste sayılan musibetler Peygamberimiz ümmetine dünyevî açıdan bir azap olsa da, uhrevî açıdan bir rahmettir. Çünkü âhirette tekrar cezalandırılmayacaktır. Diğer taraftan, bu musibetlere sabrettiğinde âhirette büyük bir mükâfata nail olacaktır.
Hadisin Allah'a isyan etmeyen, Ona kullukta kusur etmeyen hususî bir topluluk için olduğu da düşünülebilir.
Bir numaralı hadiste Peygamberimiz
"Ümmetime kendilerinden başka düşman musallat etmemesini istedim, bunu bana verdi"
buyurduğuna yer vermiştik. Bu hadis, izah ettiğimiz hadisin "Allah ümmetimin azabını kendi ellerinden kılmıştır" kısmını açıklamaktadır. Tarihin her devresinde Müslümanlara başka milletler musallat olmuşlardır. Ancak bunlar bütün ümmeti içine almamış, hususî kalmıştır. Hiçbir zaman düşman Peygamberimizin ümmetinin kökünü kazımamıştır, kıyamete kadar da bu böyle olacaktır.
Müslim'de, hadisin son kısmı ile ilgili şöyle bir hadis vardır:
"Müslüman bir kimse öldüğünde, Allah ona karşılık bir Yahudi veya Hıristiyanı Cehenneme koyar."[123]
Anlayabildiğimiz kadarıyla burada Yahudi ve Hıristiyanlara bir haksızlık söz konusu değildir. Çünkü Peygamberimizden önce kendi peygamberlerine inanan Yahudi ve Hıristiyanlar Cennettedir. Kendi peygamberlerine ve Peygamberimize inanmayan bu din mensupları zâten Cehenneme gireceklerdir. Allah, dilediği mü'min kulunu affeder, ona karşılık zaten Cehenneme atılmayı hak eden diğer din mensuplarını Cehenneme koyar. Yoksa Allah hangi dinden olursa olsun hiç kimseye haksızlık yapmaz ve kimseyi suçundan fazlasıyla cezalandırmaz. Ve kimseye durup dururken başkasının günahını yüklemez.
"Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez "âyeti[124] bunun en açık delilidir.
Nitekim Sindî de bu hadisin izahına böyle yaklaşır ve şöyle der:
"Bu hadisten maksat, kâfirlerin sırf Müslümanlara fidye olarak Cehenneme atılması değildir. Zaten kâfirler işlemiş oldukları küfür ve diğer günahlar yüzünden Cehennem azabını hak etmiş durumdadır. Bunların Cehenneme atılmasıyla yetinilecek, yani Cehennem bunlarla dolacak ve Müslümanların Cehenneme atılması yoluna gidilmeyecektir. Bu bakımdan kâfirler sanki Müslümanlara fidye olmuş olacaktır.
"Kâfir olan kişi Cehennemlik olunca, Cennetteki yeri Müslümana verilecek ve bunun aksine Müslümanın Cehennemdeki yeri de kâfire verilecektir."
Sindî'nin son cümlesi bir hadisin ifadesidir. Bu konudaki hadis şöyledir:
"Sizden her birinizin birisi Cennette, diğeri de Cehennemde olmak üzere iki yeri vardır. Kişi öldüğünde Cehenneme giderse. Cennetteki yeri Cennet ehline miras kalır."[125]
Altın Ve Gümüş Sevgisi
4. Mikdam bin Ma'di Kerih (r.a.) rivayet ediyor:
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelirki, yanında altın ve gümüşü olmayan hayattan tad alamaz."[126]
İstikâmet Üzere Olmak
5. Sevban (r.a.) rivayet ediyor:
"İstikâmet üzere olun. Bunu tam başaramayacaksınız. O halde en hayırlı ameliniz namazdır. Kamil mü'minden başkası iyi abdest almaya ve abdestli kalmaya özen gösteremez."[127]
İzah
Hadisin baş kısmı "İstikamet üzere olun. Kazanacağınız sevabı sayıp bitiremezsiniz" şeklinde de tercüme edilmiştir.
Hadiste istenilen istikamet, hakka uymak, adaletli olmak, Allah'ın emirlerini tam yapmak, yasaklarından bütünüyle sakınmak demektir. İstikâmet, niyette, iradede, sözde, özde, kararda, hareket ve davranışlarda doğru olmak demektir.
Doğruluk, Kur'ân'da da üzerinde hassasiyetle durulan, istenilen hususlardandır. Meselâ bir âyette Peygamberimizin şahsında bütün Müslümanlara hitaben
"Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol" buyrulmuştur.[128]
Şu âyette de doğruluk üzere olanlara verilecek mükâfat bildirilmektedir:
"Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra da doğru yolda sebat edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki: "Korkmayın ve üzülmeyin. Size verilen Cennetle sevinin."[129]
Bir Sahabînin, "Bana öyle bir söz söyle ki, bunu sizden başka kimseye sorma ihtiyacı duymayayım" demesi üzerine, Resûlullah (s.a.v.) ona,
"Allah'a inandım de ve dosdoğru ol" buyurarak yukarıdaki âyetin mânâsına dikkat çekmiştir.[130]
Hadiste, istikamet üzere olmanın zorluğuna dikkat çekilmiştir. Gerçekten de istenilen mânâda bir istikamet ancak Allah'ın yardımına mazhar olan kullara mahsustur. Nitekim istikameti bütün şekliyle en güzel bir tarzda yaşayan Peygamberimiz,
"Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol"
âyetinin kendisini ihtiyarlattığını bildirerek, istikamet üzere olmanın zorluğuna dikkat çekmiştir. Zaten yukarıdaki hadiste de istikametin zorluğu ifâde edilmektedir.
Hadiste üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, "Bunu tam manâsıyla başaramayacaksınız" buyrularak, kendisini istikamet üzere görenlerin, ameline güvenenlerin gaflet ve gururdan kurtulmalarının hedeflendiğidir. Ayrıca istikametin zorluğu ifâde edilerek istikamet üzere olmayı arzu edip de buna tam muvaffak olamayanların ümitsizliğe düşmemeleri temin edilmiştir.
Hadisin ikinci kısmında,
"Buna gücünüz yetmez. Öyle ise hiç olmazsa ibâdetin farz olan kısmına sarılın. O da bütün ibâdet çeşitlerini içinde toplayan namazdır"
buyrularak namazın ehemmiyetine dikkat çekiliyor.
Son kısımda ise ancak kâmil mü'minin abdesti koruyacağı bildirilmiştir. Bu, namaz vakitlerinde abdestli olmak, namaza hazırlıklı olmak, temizliği koruyarak abdest almak mânâlarına gelir. Yoksa her zaman abdestli olmak mânâsı kast edilmemiştir. Nitekim Peygamberimiz bir hadislerinde
"Ben ancak namaz kılmak istediğim zaman abdest almakla emrolundum" buyurmuştur.[131]
[119] Tirmizi, Daavât: İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/56.
[120] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/56.
[121] İbni Mâce, Zühd: 35; Taberânî, Mu'cemü'l-Evsat, 1:128. Ebû Dâvud, Fiten: 7; Müsned, 5:555, (19623) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/56-57.
[122] Mu'cemul-Evsât, 2:523 (1900)
[123] Müslim, Tevbe: 50.
[124] En'am: 6/164.
[125] Suyutî, Câmiü'l-Kebîr, 6:304. (18926) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/57-59.
[126] Taberânî, Mu'cemü'l-Evsat, 3:141, (2290) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/59-60.
[127] İbni Mâce, Tahare: 4; Muvatta, Tahare: 36; Müsned, 5:363, (22432.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/60.
[128] Hûd: 11/112.
[129] Fussilet: 41/30.
[130] Muslim, İman: 62.
[131] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/60-62.