saniyenur
Sun 12 August 2012, 02:37 pm GMT +0200
Yaratılış Gayesi
Allah insanı belirli bir gaye ile yaratmıştır, çünkü O'nun hiç bir İşi boşuna değildir. Hûd sûresinde bu husus şöyle belirtilmektedir: "Gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur... (Allah bu kâinatı yarattı) ki, hanginiz daha güzel iş yaptığınızı denesin..." (11: 7). Bu ifade yaradılışın amacını açıklar: Allah gökleri ve yeri insanı yaratmak için yaratmıştır. Ve insanı da, hilâfet yetkileriyle donatmış, bu yetkilerin kullanımından onu sorumlu tutarak İmtihan edebilmek için yaratmıştır. Böylece yaradılışın bütün gayesinin insanın imtihan edilmesi, kendisine devredilmiş yetkileri iyiye mi, kötüye mi kullandığının muhasebesiyle, karşılığında da mükâfat veya mücazatının verilmesi olduğu belirtilmiş bulunmaktadır. Çünkü bu aslî gaye olmaksızın tüm yaratıyılış fiili manasız ve boşuna olmaktadır (The Meaning of the Qur'an, c. V, sh. 69-72).
Maide sûresinde şöyle buyrulmaktadır: "Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kildik; Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun." (5: 48). Bu ayet farklı topluluk halinde yaşanmasının sebebini açıklamaktadır. Allah dileseydi ta başlangıçtan İtibaren bütün İnsanları aynı şeriat ile mesul tutar ve onları tek bir toplum yapardı. Fakat böyle yapmamasında bir çok hikmet vardır. Bu hikmetlerden birisi, İnsanların Allah'a itaat etme hususunda imtihana çekilmeleridir. Peşin hükümlü olmayan, ilahi yolun özünü ve farklılıkların sebebini kavrayanlar Hakkı tanıyacak ve her ne şekilde gelirse gelsin O'nu seksiz kabul edeceklerdir.
Böyle kişiler Allah tarafından eskisinin yerine gönderilen yeni emirleri yerine getirmekte tereddüt etmezler. Diğer yandan Yolun Gerçek Ruhunu anlamayan, farklılıkları ve ayrıntıları yolun kendisi zannedenler, peşin hükümlü oluşları yüzünden, eskilerinin yerine Allah'ın gönderdiği her yeni şeyi reddederler. Allah'ın ihlaslı ve samimi kullarım yalancılardan ayırdetmek için böyle bir imtihan gerekliydi. Bu sebeple farklı düsturlar ve kurallar konulmuştu.
Aynı zamanda bu ayet bütün şeriatlerin esas gayesinin hayır ve iyilik elde edilmesi olduğunu vurgulamaktadır. Bu yüzden, insanlar değişik şeriatlerdeki zahirî farklara önem vermeksizin birbirleriyle iyilikte yarışmalıdırlar. (The Meaning of the Qur'an, c. III, sh. 49). Kehf sûresinde şöyle buyrulmaktadır: "İnsanlann hangisinin daha iyi İş işlediğini ortaya koyalım diye, yeryüzünde olan şeyleri yeryüzünün süsü yaptık." (18: 7). Bu ayet dolaylı olarak kendilerini dünya zevklerine veren ve bunu hayatın tek gayesi sayanlara seslenmektedir. Onlara şöyle demektedir. "Şunu iyi bilin ki, dünyada gördüğünüz ve sizi cezbeden herşey geçici birer süstür ve sizi yalnızca imtihan etmek için bir araya getirilmiştir. Fakat ' ne yazık ki siz bütün bunların sırf zevk ve eğlenceniz için yaratıldığını zannettiniz. Hayat gayesi olarak yalnızca 'Ye, iç, mutlu ol' parolasını izlemenizin sebebi budur. Bunun bir sonucu olarak hayatın gerçek gayesine hiç dikkat etmiyorsunuz. Şunu iyi anlamalısınız ki bunlar size zevk için verilmemiştir; gerçekte onlarla imtihan edilmektesiniz. Sizin onların arasına konulmanızdaki sebep hanginizin onlar tarafından hayatın gerçek gayesinden ahkonacağınızı ve hanginizin de dünyaya gönderiliş sebebiniz olan Doğru Yolda daim olacağınızı görmek içindir. İmtihanınız bittiği gün bütün bu süslerin ve zevk araçlarının da sonu gelmiş olacaktır." (The Meaning of the Qur'an, c. VII, sh. 10-11).
İnsanın yaradılışındakî İlahi Esas Mülk sûresinde çok güzel özetlenmektedir: "O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı..." (67: 2). Bu âyet kâfirlerin hayatla ilgili yanlış fikirlerini tasfiye etmekte, insanın boşuna yaratılmadığını ortaya koymaktadır. Gerçek şu ki insanın mevcut durumu (yani hayatı) ona iyi amellerle yüksek ve şerefli bir mevkiye ulaşması için verilmiştir. (A. Yusuf Ali, The Holy Qur'an, sh. 1576, not 5557). Yukardaki kısa ayette hayatla ilgili birçok gerçek açıklanmaktadır. Birincisi, Ölüm ve hayat O'ndandır, O'ndan başka hiç bir kimse ne can verebilir ne de alabilir. İkincisi, insana iyiyi de kötüyü de işleme serbestliği ve kapasitesi verilmiş, ancak başıboş bırakılmamıştır. Hayatı da ölümü de birer imtihandır. Hayatı imtihan zamanıdır, ölümü ise imtihanının bittiğine işarettir. Üçüncüsü, Yaradan, herkese işlediği amellerle nasıl bir kişi olduğunu gösterebilsin diye muayyen bir ömür vermiştir. Dördüncü olarak, hangi amellerin iyi, hangilerinin ise kötü olduğu hükmünü vermek Allah'a aittir. İyiliğin ve kötülüğün ölçüsünü ortaya koymak imtihana girenin değil, imtihanı yapanın işidir.
Bu yüzden imtihanda olan herkesin başarmak için İmtihan Sahibinin Katında neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilmeleri gereklidir. Beşincisi -ki bu nokta imtihanın manasında gizlidir,- herkes yaptıklarının karşılığını görecektir, çünkü bu olmazsa imtihan manâsız ve maksatsız olur. (Tafheem al-Qur'an, c. VI, sh.41-42).
Bütün bu müzakereler, insanın kendi akıbetini kendisinin hazırladığını hiç bir şüpheye yer bırakmaksızın ortaya koymaktadır. İstediği hareket tarzını izlemekte, tamamen hürdür. Dilediğini yapar, dilediğini yapmaz. Herhangi bir hareket tarzını izlemekte son karar tamamen ona aittir. Dahası, kendisine uygun yolu seçmede gereken yetenek ve güç verilmiştir. Ancak, Allah'ın rasûHeri vasıtasıyla kendisine gösterilen Doğru Yoldan giderse Cennette iyi bir sona kavuşacağı, bunu reddedip kötü yollara saparsa cehenneme gönderilip azaba duçar olacağı açıkça bildirilmiştir. İyi amellerin mükâfaat, kötü amellerin ceza görmesi, her ikisi de tamamen kişinin kendi irade ve arzusuyla yaptıklarının bir sonucudur. Sonunda herkes yeryüzünde yaptıklarıyla karşılaşacaktır. "Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun." (2: 48).
Yine aynı sûrede şöyle buyrulmaktadır: "Allah'a döneceğiniz ve sonra haksızlığa uğramadan herkesin kazancının kendisine eksiksiz verileceği günden korkunuz." (2: 28i). Âl-i İmrân sûresinde- aynı esas ortaya konulmaktadır: "Haksızlık yapılmayacak, herkese kazandığı eksiksiz olarak verilecek." (3: 161 ve 3: 25). Yine aynı sûrede şöyle buyrulmaktadır: "Her kişinin yaptığı İyiliği de, kötülüğü de hazır bulacağı günü bir düşünün." (3: 30).
Zilzâl sûresi bu hususta hiçbir şüphe bırakmamaktadır. "O gün insanlar işlerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük dönerler. Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür." (99: 6-8).
Bu imtihanın ciddiyeti ve Hüküm Günü sonuçlan açısından Allah insana doğru yolu göstermeyi va'detmiştir. Böylece insan karanlıklara ve sapıklıklara dalıp sonuçtaki başarısını elinden yitirmesin. "İnsanın önünde seçmesi için farklı bir çok düşünce ve hareket yolu vardır. Şüphesiz bunlann hepsinin doğru yollar olması imkânsızdır. Çünkü yalnız bir tane Doğru Yol olabilir; bu yüzden bu yola dayanan yalnız bir tek doğru hayat düşüncesi olabilir. Doğru hayat tarzı da bu doğru hayat düşüncesine bağlıdır. Doğru hayat tarzını seçmek insan için en önemli ve esaslı zarurettir.
Zira yanlış seçim onun, kaçınılmaz olarak, mahvına sebep olacaktır. Çünkü başka her yol sadece hayvanı ihtiyaçlannı karşılayabilir, doğru hayat tarzı ise onun en büyük ihtiyacıdır; onsuz gerçek hedefini bulamaz. Şimdi, insana onca nimetler bahşeden Allah'ın, insanın bu gerçek ve en büyük ihtiyacını sağlamamış olması beklenemez. Hayatın bütün icaplarım karşıladığı gibi, rasûlleri vasıtasıyla 'insanın bu ihtiyacını da sağlamıştır.1 (The Meaning ofthe Qur'an, c. VI, sh. 60-61).
Nahl sûresinde bu hususta şöyle buyrulmak-tadır: "Yolun doğrusunu göstermek Allah'a aittir. Yolun eğri olanı da vardır. Allah dile-seydi hepinizi doğru yola iletirdi." (16: 9). Yüzyılların tecrübesi, insanlığın ne zaman kendi kendisine bir hayat tarzı seçti ise budalaca bir iş yaptığını göstermiştir. Çünkü aklın ve zekânın bir sının vardır. İnsan doğru hayat tarzını seçmede yalnız bunlara dayanamaz. Herşeyden önce, Allah'ın, insanın bu en büyük ihtiyacını karşılamak için tedbirler almadığı söylenemez. Zira Allah'ın, insanın bedenî ihtiyaçları için birçok nimetler verip, onu en önemli ve vazgeçilmez ihtiyacını karşılamak için kendi kendine araştırma ve aramaya terk edeceğine inanmak, Allah hakkında yanlış bir düşünce taşımaktır.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Allah, insanlara yolun doğrusunu gösterdiği halde, niçin herkesi hidayete erdirmemiştir? Allah insana da diğer yaratıklar gibi bir içgüdü vererek şuur, düşünce, tecrübe, Öğrenim olmaksızın Doğru Yolu seçmesini sağlayabilirdi, bu doğrudur. Fakat bu, O'nun iradesine zıt bir şey olurdu. Çünkü O hak veya bâtıl yolu izleyebilecek irade, güç ve serbestliğine sahip, bunlardan istediğini kendisi için seçebilecek bir varlık yaratmayı dilemişti. İnsana muhtelif bilgi vasıtaları, irade, hürriyet, şuurlu düşünme, dileme ve karar verme güçlerinin sahibi ve onu kendindeki güçlerin tamamını ve çevresindekileri kullanma yetkisi verilmesinin sebebi budur. Dahası, insanın kendi içinde ve çevresinde ona yol gösterebilecek veya yoldan saptırabilecek âmiller de varetmiştir. İnsanoğlu doğuştan doğru yolu bulmuş olarak yaratılsaydı, bütün bunlar anlamını kaybederdi ve İnsan sadece kendisine verilen hürriyetin hakkıyla kullanılmasıyla varılabilecek gelişmeleri eleyemez ve yüksek mevkilerden mahrum olurdu. Allah bu yüzden insanlara yol göstersinler diye rasûllerini göndermiş, onları da kabul veya reddetmekte serbest bırakmıştır. Bu, kendisine makul bir şekilde sunulan yolu kabul edip etmemekte insanın Allah tarafından denendiği bir imtihandır. Kabul ederse kendi kurtuluşu, inkâr ederse de kendi hüsranı olacaktır (The Meaning of the Qur'an, c. VI, sh. 61). Şems sûresinde bu durum çok güzel anlatılmaktadır: "Nefse ve onu şekillendirene, ona bozukluğunu ve korunmasını (isyanını ve itaatini) ilham edene andolsun ki; nefsini temizleyen iflah olmuş, onu kirletip örten, ziyana uğramıştır." (91: 7-10). Bu âyetlerden de anlaşılacağı gibi Allah, insana hayır ve şerrin farkını; hayrın iyi, şerrin ise kötü bir şey olduğunu ilham olarak vermiştir. Bütün insan toplumlarının hayır ve şer tasavvurundan mahrum olmaması evrensel bir gerçektir. Bu yüzden tarihteki her nizamda, değişik şekilde olsa da, iyiliğe mükâfat ve kötülüğe ceza anlayışı vardır. Ayrıca, âlemlerin Rabbi Allah u Teâlâ bu anlayışı insanın fıtratında varetmiştir. Kur'ân bu iki kısım insanın sonlarını tekrar tekrar anlatır: Bir kısmı Allah'ın gösterdiği yoldan kendi iradeleriyle giderek kurtuluşa ve mutluluğa ererler; bir kısmı ise bunu reddederek kendi seçtikleri azap dolu kötü sona varırlar. Kasas suresinde şöyle buyrulmaktadır: "Kim bir iyilik getirirse ona ondan daha güzeli vardır. Kim kötülük getirirse, kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları (kötülük) kadar cezalanırlar." (28: 84). Aynı husus Kaari'a sûresinde başka bir şekilde ifade edilmektedir: "Kimin tartılan ağır gelirse, o memnun edici bir hayat içindedir. Kimin tartıları hafif gelirse, onun anası (gideceği yer) hâviye(uçurum)dur." (101: 6-9).
Bu iki kısım insanların durumu ve akıbetleri Leyi sûresinde şöyle anlatılmaktadır: "Sizin çalışmanız çeşit çeşittir. Bundan dolayı kim (fakirlere) verir, (günahlardan) korunursa ve en güzel(söz)ü doğrularsa, ona en kolay(en rahat şeylerin yolunu), kolaylaştırırız (onu cennetlere, huzur ve rahata sokarız). Fakat kim cimrilik eder, kendini zengin görüp (Allah'a) tenezzül etmezse, ve en güzel(söz)ü de yalanlarsa, ona en güç (şeylerin yolun)u kolaylaştırırız (onu çetin durumlara götüren bir yola sokarız)." (92: 4-10).
Bir kişi iyi veya kötü yaptığı bütün amellerden sorumludur vejcarşılığım alacaktır, çünkü amellerini serbestçe kendi iradesiyle yapmaktadır. Hayatın doğru ve yanlış yollarının ve varacakları akıbetlerin arasındaki farklar ona açıkça gösterilmiştir. İyi ve faziletli insanların güzel bir sona ulaştıkları, kötülük sahiplerinin ise sonlarının sefalet olduğu Örnekleriyle anlatılmaktadır. "Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Ve kimler iyi bir iş yaparsa, onlar da (cennette) kendileri için yer hazırlamaktadırlar. (İnsanlar iki zümreye ayrılırlar) ki (Allah), iman edip salih amel işleyenleri lûtfundan mükâfatlandırsın. Çünkü Allah, kâfirleri sevmez." (30: 44-45)
Lokman sûresinde şöyle buyrulmaktadır: "Ona âyetlerimiz okunduğu zaman sanki onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında bir ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak (arkasını) döner. Onu acı bir azâb ile müjdele. İman eden ve salih amel işleyenlere nimeti bol cennetler vardır. Orada ebedî olarak kalacaklardır. (Bu) Allah'ın gerçek va'didir. O, üstündür, hikmet sahibidir." (31: 7-9). O gün adalet hakkıyle yerini bulacaktır. "Bugün her can kazandığıyla cezalanır. Bugün zulüm yoktur. Allah, hesabı çabuk görendir." (40: 17). Zü-mer suresinde şöyle buyrulmaktadır: "Herkes ne yaptıysa karşılığı tastamam verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir." (39: 70). Bütün bu hesaplaşma, insanın Allah tarafından rasûlleri vasıtasıyla göndermiş olduğu Yolu kabul veya reddetmekte serbest ve hür olmasının sonucudur. Kâfirler Allah'ın Dinini reddetmelerinin hesabını bizzat vereceklerdir. Kur'ân bu hususu Zümer suresinde apaçık anlatır: "İnkâr edenler bölük bölük cehenneme sürülür. Oraya geldikleri zaman cehennemin kapıları açılır; cehennemin bekçileri onlara: 'Kendi aranızdan Rabb'inizin âyetlerini size okuyan ve sizi bu gününüzle karşılaşacağınız hakkında uyaran elçiler gelmedi mi?' derler. 'Evet, geldi' derler, ama, kâfirlere azâb sözü hak olmuştur." (39: 71).