- Yakınlara Düşebilmek

Adsense kodları


Yakınlara Düşebilmek

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Sat 6 November 2010, 08:43 pm GMT +0200
Yakınlara Düşebilmek

Dr. Abdullah Hikmet Atan



İnsanoğlu, yaşamakta olduğu sayılı günlerin bir gün bitip, ölüm ile ebedi bir hayatın başlayacağını bilerek muvakkat ömrünü şöyle veya böyle tüketmekle meşgul. "Küçük kıyamet" olarak nitelendirilen ölümün yanında bir gün büyük kıyametin de kopacağı ve insanların tekrar diriltilerek mahşer günü Allah'a hesap verecek olmaları, "ahiret gününe iman"ı teşkil eder.

Bir hadis-i şerifte Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz, kendisine ümmetlerin arzedildiğinden bahisle şöyle buyurmaktadır:

"(Geçmiş) ümmetler bana gösterildi. Peygamber gördüm, yanında üç-beş kişilik küçük bir grup vardı. Peygamber gördüm, yanında bir iki kişi bulunuyordu. Ve peygamber gördüm, yanında kimsecikler yoktu. Bu arada önüme büyük bir kalabalık çıktı. Kendi ümmetim sandım. Bana 'Bunlar Mûsâ'nın ümmetidir, sen ufka bak!' dediler. Bir de baktım ki (ne göreyim) çok büyük bir karaltı. 'İşte bunlar senin ümmetindir. İçlerinden hesapsız-azapsız cennete girecek yetmiş bin kişi vardır' dediler." (Buhârî, Müslim, Tirmizi)

Bu hadisten, ümmetler içerisinde sayıca da en üstününün son peygamber Hz. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- ümmeti olduğu anlaşılmaktadır. Bir başka hadislerinde ise sevgili Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- evlenip çoğalmayı teşvik etmiş, ümmetinin çokluğu ile diğer ümmetlere karşı iftihar edeceğini ifade buyurmuşlardır. (İbn Mâce)

Kur'an-ı Kerim'de ahiret gününün şiddeti anlatılırken "O gün, kişi kardeşinden, anasından, babasından, karısından ve oğullarından kaçar. O gün, herkesin kendine yeter derdi ve meşgalesi vardır" buyurulmaktadır. (Abese, 34-37) Yine "Yer baş_ka bir yer, gökler de (başka gökler) haline getirildiği, tek ve gücüne karşı durulamaz olan Allah'ın huzuruna insanlar çıktıkları gün (Allah bütün zalimlerin cezasını verecektir)" ayeti (İbrahim, 48) ile "Amel defteri ortaya konulur: Suçluların onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. 'Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış?! Küçük büyük hiçbir şey bırakmamış (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!' Böylece yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez." (Kehf, 49) ayeti, çetin bir hesap gününün geleceğinden bahsetmektedir.

Hz. Peygamber'in ümmetinin çokluğu dikkate alındığında kişi ister istemez kendi kendine şu soruyu sorar: "O kalabalık içerisinde acaba ben nerede bulunurum?" Bir de o günün dehşetini anlatan ayet ve hadisleri okuduğunda ürperip "Yakında mı, yoksa uzakta mı olurum?" diyerek korku ve ümit arasında gider gelir.

İman ehli için bu sorular, hesap günü, kişinin bir bakıma ümmet-i Muhammed'in şeref kürsüsünün neresine düşeceğini, daha dünyada iken kestirmeye yönelik hayatî sorulardır. Uzakta kalma korkusu, yakına düşme ümidi, hayat akıp gidip de sona yaklaşıldıkça mü'minlerin gönüllerinde kâh ızdırab, kâh da sevinç olarak yeşerir durur. Mü'min, hem dünyada hem de ahirette o makamdan bir teveccüh bekler ve sığınma ihtiyacı hissederek şöyle sızlanır:

"A sultanım, sen var iken ben kime gideyim?!

İsmin Ğaniyy Settâr iken ben kime varayım?!"

O'nun sağanak sağanak bütün cihana dökülen ve fevç fevç yayılan lütfu keremi karşısında bir şeyler yapamamanın ezikliğine günahların da ağırlığı eklenince ağzından

"Yetiş imdâda ey şâh-ı risâlet rûz-ı mahşerde 

Ki derd-i bî devâ-yı ma'siyet senden şifâ ister!"

beyiti dökülür.

Peygamberler sultanı Resûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- yakınlarına düşmektir mü'minin ilk hedefi. Yürekten yanmayınca oraya uzak kalacağını çok iyi bildiği için de şunları söyler:

"Susuz kalsam, yanan çöllerde can versem elem duymam

Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlarda nem duymam

Alevler yağsa göklerden ve ben messeylesem duymam

Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh!"

Uzak kaldığını hissettiği anda yeni yeni yürümeğe alışan çocuğun bir yerlere tutunma şevkine denk bir safiyetle

"Gel ey Muhammed bahardır

Dudaklar ardında saklı

Aminlerimiz vardır!..

Hacdan döner gibi gel,

Mi'râc'dan iner gibi gel,

Bekliyoruz yıllardır!"

deyiverir.

Sığındığı yerden koğulma endişesiyle nefsini ayakları altına alarak 

"Kıtmîrinim ey Şâh-ı Rusül, koğma kapından,

Asîlere lütfun yüce fermandır efendim."

dizeleriyle niyaz eder.

Ama Hâtemu'l-enbiyâ'nın Kur'an'da da övülen (Tevbe, 128) ümmetine emsalsiz şefkatini bildiği için de hiç bir zaman ümidini kaybetmez:

"Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrum olmayam

Çeşme-i vaslın vire ben teşne-i dîdâre su." der.

Bu yüzle ve bu kadar günahla da o makama varılamaz ki. Kişi, yakınlara düşenleri araştırmaya başlar. Yakınların yakınlığıyla "en yakına" ulaşmayı ümid eder. "Demek ki bu senin yakının öyle mi?" derler diye uzakta kalmanın korkusunu bastırmaya çalışır ve yakınların "Evet yâ Resûlallah! Sana yakınlığımızı bildiği için dünyada iken hep bizleri hayırla anardı. Bizi incitmeyi, seni incitmek olarak telakki eder ve aleyhimize konuşanları bundan sakındırmaya çalışırdı" demelerini bekler. Veya "en yakının" doğrudan, "Ya Rabbî! Sağlığında benim sünnetime hizmet etti; onu hem öğrendi, hem yaşadı, hem de başkalarına öğreterek yaşattı. Her zaman ve zeminde sünnetime yapılan saldırıları bertaraf etmek için gayret gösterirdi" demesi, kişi için en ulvi mükafattır.

Ayrıca o kalabalık içerisinde iken yüksek bir seda ile çağrıldığını duymak mü'min için ne büyük bahtiyarlıktır değil mi? Dahası mü'min, hadiste "büyük karaltı" olarak bahsedilen o grubun gerilerine eklendiğinde, şeref kürsüsünün ön sıralarından bir dalgalanma ile kalabalığın sağa ve sola çekilerek geçmesi için şereflilerin en şereflisine doğru ince bir yol açmasına her halde "Yok, yerimden memnunum, burada durayım" diyerek kayıtsız kalamaz. Bütün perişanlığıyla ve mahviyet içerisinde kendisi için açılan o yolu katederek yakınlara ulaşır.     

O halde yakınlara düşebilmek için uzak zannettiğimiz şu dünyada, uzakları yakın kılan ameller işlemeye ne çok ihtiyaç var!

Sabahın köründe evinden çıkıp romatizmanın zorladığı ayaklarını sürükleye sürükleye, "Şu çocuklara hadis okutayım da peygamberlerini tanısınlar" diyerek camiye gelen bir hocaefendi ile, o çocukların yetişmesi için bir dostun emaneti olarak gördüğü maddi imkanlarını seferber edip onlara kol kanat geren zengin iş adamına ilaveten, gençliğin tenviri yolunda gerekirse takkesini ve tespihini bile satmaya hazır mütevazı bir cami imamının o kalabalığın neresine düşeceğini tahmin etmek zor olmasa gerektir. Peygamber Efendimizin "Evladım, bize kavuşmak istemiyor musun?!" davetine tam bir teslimiyet içerisinde savunmasını paramparça ederek boyun eğen bir dava adamının göz yaşlarıyla, şairin dizelerinde bir şişeye koyarak Hz. Peygamber'e takdim ettiği, uzun yıllar İslam'a hizmet etmiş ve hala da etmekte olan bir milletin kurtuluşu için canlarını hiçe sayanların kanları, hep yakınlara sokulmaya birer vesiledir. O'nu daha iyi tanımak ve tanıtmak için uykularını terkedip seher vakitlerinde kitaplarına gömülen yarının ilim adamları öğrenciler, Ebû Hanîfelerin, Şâfiîlerin, Mâliklerin, Ahmed b. Hanbellerin, Nevevîlerin, İbn Hacerlerin yakınlarına sokulup kanatları altına sığınmaya daha layıktırlar. Nefislerini ıslah etmeyi Allah Teâlâ'ya yakınlaşmaya vesile sayan, gece yarıları teheccüd namazı, zikir ve murakabeyle bir an bile O'ndan gafil kalmayarak her an O'nu hatırlayan samimi gönüllerin sahipleri, Hz. Ebû Bekirlerin, Yesevîlerin, Şah-ı Nakşibendlerin, Geylanîlerin, Rifâîlerin, Hüdâîlerin eteklerinde birer tutamağı hak etmeye daha yakındırlar.

Sırf O'nun rızasını kazanmak için ihlasla yapılan bütün bu amellerdir işte sevgiyi körükleyen. Sevgi ise imanın kemali ve dolayısıyla yakınlaşmanın en büyük vesilesidir. Nitekim Yunusumuzun "Sevelim sevilelim" dizesinde geçtiği üzere seven sevilmiş, sevilen Mi'rac ile ödüllendirilmiştir.

"Kişi sevdiğiyle beraberdir" hadis-i Nebevîsi (Buhârî, Müslim, Tirmizî) olduktan sonra fazla söze ne hacet?