- Yahya Kemal sadece bir rüya mı

Adsense kodları


Yahya Kemal sadece bir rüya mı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 24 June 2012, 12:42 pm GMT +0200
Yahya Kemal sadece bir rüya mı?
Said YAVUZ • 66. Sayı / KİTAP


Türkler, atlarından indiler
Yayaların sarı ışığı yoktur bilemediler
Ya Yahya Kemal
Şehrin mesnevisi silinirken bizimkiler
Oturup çayhanelere
Koyu muhabbet içtiler

Hüseyin Atlansoy’a ait yukarıdaki dizeler Yahya Kemal’e dair yerleşmiş kanaatlerden birini taşıyor. Bu mısraları okuyanlar onun yaşadığı dönemde aslında üzerine düşen vazifeyi yerine getirmediğini, birtakım değerleri yitirdiğimiz ya da yitirmemiz için üzerimize gelindiği bir hengâmede bize ait değerleri savunucu, onları koruyup kollayıcı bir rol üstlenmediği anlamlarını çıkarırlar. Şiirde genel anlamda Türklerin atlarını terk ettikleri ve bu nedenle şehirlerinin uhrevi havasını kaybettikleri, bu kaybedişle birlikte kendilerini koyu muhabbetlere verdiklerini işaret eden haklı bir özeleştiri var. Çay İçin Teşekkürler şiirinde Yahya Kemal’in İslam’ı bir yaşayış biçimi olarak ele almadığı onu bir estetik değer olarak addettiği yönündeki değer düşürücü yargıların esintisi olduğu göze çarpıyor. Zira Osmanlı’dan Türkiye’ye geçiş döneminde İslâmi duyarlılığını yitirmiş aydınların bir prototipi şeklinde sunuluyor.

İslâm’ı Mimar Sinan’ın eserlerinden ibaret gördüğü, onu sadece bir kültür olarak kabul ettiği yönündeki düşüncelerin yanında yazdığı onca mistik şiire rağmen adı birkaç göndermesinden hareketle hazcı şaire çıkan Yahya Kemal’in konumu onu yorumlayan insanlar açısından baktığımızda bir ayna vazifesi icra ediyor. Kim hangi zaviyeden bakmak istiyorsa orada onu görebilir. Eserden uzaklaşılıp dedikodu ve magazine itibar edildikçe o sanatkâra ulaşmamız zorlaşıyor.

Süheyl Ünver’in Yahya Kemal’le sohbetlerini içeren Yahya Kemal’in Dünyası adlı kitabı okurken zihnimde hep yukarıdaki şiir ve akabinde kendisiyle ilgili zikrettiğim hususlar belirdi. Kitabın sayfaları arasında gezinirken Osmanlı şehrinin silueti gözden kayboldukça yaralanan, tarihî bir camiden koparılan bir taşla canı acıyan bir adam gördüm.
     
Coşkun ve meraklı bir ırmak olarak Süheyl Ünver, derin bir deniz olarak Yahya Kemal’i bulmuş, onun fikirlerinden azami etkilenmiş, onunla yaptığı sohbetleri kayda geçirerek kültür ve edebiyat hayatımıza büyük bir katkı yapmıştı. Bu sohbetler bizi sanatkârın eserine yaklaştıracak, onu dedikodudan uzak tanımamıza vesile olacak içerikte. Ünver, 1934’ten itibaren sohbetleri kimi zaman birebir, kimi zaman muhibban ile birlikte İstanbul Park Otel’de, Topkapı Sarayı Müzesi’nde, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin evinde, İstanbul Üniversitesi’nde, Tıp Tarihi Enstitüsü gibi yerlerde gerçekleştirmiş. Sohbet mekânları arasında bir kahvehane, çayhane olmaması; sohbetlerin içerikleriyle de belli olabilecekken giriş kısmında Ünverin sohbetlerin listesini ayrıntılı bir şekilde verdiği sayfaya bakma ihtiyacı hissetmemin sebebi zihnimde dönüp duran şiirdi.

Bazı şairlerin sohbetleri, sözleri neredeyse yazdıklarının önünde gider. Hitapları kıvrak konuşmaları, gönülleri şiirden önce yakalar. Bu nedenle onların sohbetleri yazılmak, davranışları kayıt altına alınmak istenir. Belki de böylece yazılan sahih şiirin ipuçları hal ve tavırlarda, konuşmalarda aranıyor. Cahit Zarifoğlu’nun Yaşamak isimli eserinde Necip Fazıl’ın konuşması ve görünüşüne dair söyledikleri gibi. O konuştukça kendisinin hiçbir şey bilmediğini düşünecek kadar büyük bir hayrete kapılacaktı. Necip Fazıl gibi Yahya Kemal’in sohbeti de etrafındakileri kendisine hayran bırakacak türden. Zira onun sohbetlerini kayda almak düşüncesi sadece Ünver’in aklına gelmiş değil. Bu fikir Servet Sami Uysal’da da uyanacak, onunla yapacağı bütün sohbetleri çok detaylı bir şekilde yazıyla kaim kılma yoluna gidecekti.

Yahya Kemal’in Dünyası eserini okudukça etrafında kendisini merak ve iştiyakla dinleyen bir avuç insanı coşkulu bir sesle ihata eden bir şairi görüyoruz: “Milliyetlerini idrak eden millet ölüleri ile birlikte yaşar. Türkler ikametgâhtan ziyade mezara ehemmiyet vermiş. Ecdadın tercüme-i halleri yok, yattığı yer mühim. Bu mezarlarla vatanımızı Müslüman etmişiz. Biz ölülerimizle yaşıyoruz. 18 milyon Türk değiliz, Malazgirt’ten beri ölülerimizle birlikte belki 200 milyondan fazlayız. Ölüler ölmemişlerdir. Hangi vatandaşımız Fatih kadar yaşar?”

Şair, bir 29 Mayıs’ta gece yarısından sonra kalkar, Şehzadebaşındaki Seğmenler mezarlığından (Fetih sabahı şehit olan askerlerin mezarları) geçerek fethin müyesser olduğu noktadan şehre girer ve yürümeye başlar. Sonra Ayasofya’ya girer. O sabahın havasını içine çeker. Eyüp Sultan’a “Sultan” diyen Türk milletini sever. Fethi mübini gözler önüne seren bir nesrimizin olmamasına hayıflanır. İdrak zayıflığına, tarihî şuursuzluğa ilaç gibi gelecek bir Türk nesrinin olmamasına içerler. Küçük sebillere vurulan kazmaya direnir. Münevver ve şair olmasına rağmen Fuzuli’yi İstanbul’a getirmeyen padişaha çıkışır. İspanya’da Cami-i Kebir’i bulur, minareyi bulamayınca uğradığı hayal kırıklığı Üsküb’ün elden çıkmasına duyduğuna benziyor. Çünkü şairin dediği gibi “Yahya’nın kemâl olduğu semtler ezansız talan olmuş”tu.

Geçenlerde dinlediğim bir hocaefendinin hıçkırıklarını tutamayarak okuduğu Ezan şiirini yazan Yahya Kemal’in sadece bu gazeli bile, şehrin mesnevisinin yitip gitmesi karşısında susmadığının en bariz işareti olsa gerek. Süheyl Ünver’in sohbetleri de bu kanaatin uyanmasına vesile olacak bir muhtevayı barındırıyor. “Bozgunda bir fetih düşü” ifadesinden batış günlerinde görülmüş bir gecelik rüya yorumunu çıkarmak insafsızlık olmaz mı? Çünkü Yahya Kemal, uyurken de yalnız bir otel odasında uyandığında da o rüyayı gördü.