- Yahudilerle Antlaşma

Adsense kodları


Yahudilerle Antlaşma

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sat 19 May 2012, 02:03 pm GMT +0200
Yahudilerle Antlaşma

Medine'de kalabalık bir yahudi nüfusu var­dı ve şehrin etrafında dağınık, fakat muha­fazalı kalelerde yaşarlardı. Askeri noktadan şehrin müdafaası için onlarla bir çeşit ant­laşma müzarekelerine girişilmesi hayatî bir konuydu. Bunun idrakinde olan Rasulullah yahudilerle, tarihte en büyük politik bel­gelerden biri olarak kabul edilen bir ahit yap­tı. Bu ahit aynı zamanda insan hürriyeti dok­trinine en asil ve en nitelikli bir katkı olarak kabul edilebilir. Bu, gerçekten yahudiler ve diğer Medine vatandaşları için bir Hürriyet Beyannamesi 'ydi.

Bu, bir tarafta muhacirler ve ensar, diğer ta­rafta yahudiler olmak üzere üç taraflı bir ahİtti. Bu ahit, müslümanların olduğu gibi yahudilerin sosyal ve dinî hak ve özgürlük­lerini garanti altına aldı ve herkesin vazife­lerini de belirledi. Bu ahit, aslında, yahudi toplumunun dinî, sosyal ve politik statüsü­nü tasdik etti. Ahit belgesi şöyle başlar: "Bis-millahirrahmanirrahirn. Bu ahit (yazı), Al­lah'ın Peygamberi Muhammed tarafından Kureyşli ve Yesribli müminler ve müslüman-lar ve bunlara tâbi olanlarla, yine onlara son­radan katılmış olanlar ve onlarla beraber ci-had edenler için (olmak üzere tanzim edil-miş)tir. İşte bunlar diğer insanlardan ayrı bir ümmet (camia) teşkil ederler... Takva sahibi müminler, kendi aralarından mütecaviz ve­ya haksız bir fiil işlemeyi tasarlayan, yahut cürüm veya bir hakka tecavüz, yahut da mü­minler arasında bir karışıklık çıkarma kas­tını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse, onlardan birinin evladı bile olsa, hep­sinin elleri onun aleyhine kalkacaktır... Üze­rinde ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah'a ve Muhammed'e götürülecektir!' Bu vesikanın ana maddeleri şöyledir:

1- Her kabile ve grup kan diyetlerini kendi aralarında, geleneğe göre ortaklaşa öde­yecekleri gibi, esirlerin kurtarılması için ödenen diyetleri de müminler arasında bi­linen âdil esaslar dairesinde ödeyecekler­dir.

2- Sulh, müminler arasında bir tektir. Hiç­bir mümin Allah yolunda girişilen bir harbde, diğer müminleri hariç tutarak bir sulh antlaşması akdedemez. Bu sulh, an­cak onlar (müminler) arasında umumiyet ve adalet esasları üzerine yapılacaktır.

3- Medine toprakları dışında bir harp vuku bulursa, hiçbir Medineli herhangi bir ta­rafın lehine çarpışmaya iştirak etmeye zorlanamaz.

4- Yahudiler müslümanlarla birlikte, bera­berce harbettikleri müddetçe masrafta bulunacaklardır.

5- Her kabile veya topluluk kendi dininde serbesttir. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna gerek mevlâları ve gerekse bizzat kendi­leri dahildirler.

6- Her iki taraf arasında, Yesrib'e hücum edecek kimselere karşı yardımlaşma ya­pılacaktır. Şayet onlar (yahudiler), (müs-lümanlar tarafından) bir sulh akdine iş­tirake davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya akdedecekler veya ona iştirak edeceklerdir. Şayet onlar (yahudiler müs-lümanlara) aynı şeyleri teklif edecek olur­larsa, müminlere karşı aynı haklara sahip olacaklardır.  Dm mevzuunda girişilen harp vakaları müstesnadır. Ne Kureyşli-ler ve ne de onlara yardım edecek olan­lar, himaye altına alınmayacaklardır.

7- Bu sahifenin (yazının) gösterdiği kimse­ler için Yesrib vadisi dahili mukaddes (ha­ram) bir yerdir.

8- Bu belge sahipleri arasında herhangi bir olay veya anlaşmazlık çıkar ve bunun on­ların aralarını bozmasından korkulursa; bu anlaşmazlık veya olay hemen şanı Yü­ce Allah'a ve Allah'ın Rasulü'ne arz ve havale edilecektir. (İbn îshak, İbn Hişâm, Ebu Ubeyd ....)-

Son iki madde çok önemliydi, çünkü bu maddelerle Muhammed tartışmasız Me­dine devletinin başı ve halkın lideri kabul edi­liyor ve Medine mukaddes ve haram bir yer ilân ediliyordu. Bu ahit, Medine'nin müda­faasının güçlenmesine çok faydalı oldu, en azından politik ve psikolojik olarak. Bütün Medine ahalisinin hakları eşitlendi. Kazanç­ları ve kayıpları, zaferleri ve yenilgileri or­tak hale geldi. Medine'nin müdafaasında hepsi birleşik bir halk oldu.Komşu kabileler, bu üç iştirakli antlaşmanın önemini iyice an­lamışlardı ve hiçbir grup asla tek başına Me­dine'ye saldırmayı düşünmedi. Bununla beraber, Rasulullah, bu antlaşmanın sağ­lamlığına asla tam olarak güvenmedi ve da­ima kendi güç ve kudretinin üzerinde dikil­di. Kureyş'ten artan saldırı tehlikesi ve yahu-dilerin ahitlerine olan güvensizlik sebebiyle daima dikkatli ve müteyakkız bulundu.

Kureyş, yalnızca Medine'nin yahudileri ve münafıklarıyla entrikalara girişmekle kalmı­yor, ayrıca çeşitli Arap kabilelerini Rasulul­lah ve dinine karşı kışkırtıyordu. Bu ne­denle, Rasulullah hiçbir tehlikenin müşah­has hale gelmesine meydan bırakmadan çok etkili adımlar attı. Düşman savaş için hazır­lanıp teşkilâtlanmazdan evvel, düşmanın va­ziyetini tahkik ve askerî gücünü zayıflatmak veya yok etmek için ülkenin çeşitli bölgele­rine keşif ve muharebe birlikleri gönderdi. Rasulullah  aynı zamanda, Medi'ne çevre­sindeki birçok kabileyle birçok tarafsızlık, dostluk ve barış antlaşmaları yaptı. Bazı ant­laşmalar sınırlı bir mahiyetteydi Ve karşı ta­raftan sadece Muhammed'ın düşmanla­rıyla dostluk ilişkisine girmemeleri yahut da müslümanlarla düşmanları arasında savaş olduğunda tarafsız kalmaları istenmişti. Bu adımlar, ilk önce Arap müşrikleri tarafından Medine'ye karşı başlatılacak topyekün savaş korkusunu azalttı, Kureyş'in Medine içindeki bazı insanlarla çevirdikleri entrikaları dur­durdu ve sonraları da bu kabilelerde İslâm davası İçin çalışma yolunu açtı ve İslâm di­ninin birçok güçlü destekçilerini oluşturdu.

Rasulullah  ayrıca Medine çevresindeki de­ğişen askerî durumları ve düşman hareket­lerini gözönünde bulundurarak ara sıra gü­venlik tertibatını gözden geçirdi. Halkı, düş­man hakkında söylentiler yaymamalarını, fa­kat düşman hakkında bir haber alırlarsa yet­kililere bildirmeleri konusunda uyardı: "On­lara güven veya korkuya dair bir haber gelse onu yayarlar. Halbuki onu peygambere ve kendilerinden emîr sahibi olanlara götürse-lerdi, onlardan işin İçyüzünü araştırıp çıkar­maya kaadir olanlar, onun ne olduğunu (ha-berinjıeye delâlet ettiğini) bilirlerdi. Eğer size Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytana uyardınız." (4: 83). Bu ilâ­hî buyruk, asılsız söylentileri durdurma ve halka bir haber aldıklarında bunu Rasulul­lah 'a veya kendi emîr sahiplerine bildir­meleri talimatını veriyordu.

Medine, düşmanlarınca dört bir yandan teh­dit ediliyor ve müslümanları taciz etmek, yü­reklerine korku düşürmek için düşman ve münafıklar tarafından muhtelif söylenti ve şayialar yayılıyordu. Çoğunlukla şehirde alarm meydana getirmek için mübalâğalı ha­berler dolaşıyordu. Sonra bazı kurnaz düş­manlar, yalnızca yaklaşan tehlikeyi gözden saklamak için ve müslümanların savunma tedbirlerini gevşetmeleri için, düşman tara­fından her şeyin sakin olduğu şekilde haber­ler gönderiyordu. Bu ayetle, halk işledikleri kabahatin ağırlığı hakkında uyarılıyor ve on­lara şayia yaymaktan kaçınmaları çok sıkı tembihleniyordu. Haberleri yetkili kişilere ulaştırmaları ve sonra da o konuda dillerini tutmaları tavsiye ediliyordu. (Ebû'l Alâ Mev-dudî, The Meaning of the Qur'an c. I,sf. 148).

Rasulullah ne zaman, büyük olsun, kü­çük olsun bir sefere çıksa Medine'nin güven­liği için daima uygun tedbîrleri alır ve orayı korunmasız bırakmaz, fakat işlerin başına birisini tayin ederdi. Peygamber Bedir'e doğru yola çıktığında, Medine'de yokluğun­da oranın işlerini yürütmesi için vekil olarak Ebu Lübâbe'yi bıraktı. Medine'nin yukarı bölümü el-Aliye'ye de yönetici olarak Âsim b. Adiyy'i atadı. Uhud Savaşı zamanında Rasulullah Medine'de yerine vekil olarak Abdullah b. Ümmi Mektûm'u atadı, uygun güvenlik tedbirlerim aldıktan sonra da savaş için yola çıktı. Ahzab savaşında yine Ümmi Mektûm'u vekil olarak tayin etti.

Benî Kureyza'nın ihanet ettiği haberi Rasu­lullah  'a gelince, geride şehirde bırakılan kadın, çocuk ve yaşlıların güvenliği için özel tedbirlere başvurdu. Rasulullah  Seleme b. Eşlem ile Zeyd b. Harise komutası altındaki 200 ve 300 kişilik iki bölüğü, kadın ve çocuklara, nöbetleşe göz kulak olmaları için görevlendirdi. Bu muhafızlar düşmanı kor­kutmak ve onları kalabalık zannedip saldır­maktan vazgeçirmek için yüksek sesle tek­bir getirirlerdi. Rasulullah  bunu iki sebep-den ötürü gerekli görmüştü: Birincisi, cep­hede düşmanla savaşan askerlerin geride şe­hirde bıraktıkları ailelerinin güvenliği hak­kındaki endişelerini gidermek. Ve ikincisi, Benî Kureyza'nın saldırısı halinde yeterli gü­cü bulundurmak. Bu tedbirler, şehrin güven­liğini teminat altına aldı ve artık askerler mutmain olarak düşmanla karşılaşabilirler­di.

Peygamber  Hayber üzerine yola çıktığı za­man, şehrin korunması için mutad bütün tedbirleri alarak Medine'nin başına Saba' b. Urface el-Gıfarî'yi bıraktı. Mekke fethi için ayrılırken şehrin başına Ümmi Mektûm'u bı­raktı. Ve Tebük üzerine yürüdüğünde de Mu-hammed b. Mesleme'yi Medine'ye vekil bı­raktı. Aynı şekilde, Peygamber  ülkenin çe­şitli yerlerine yaptığı seferlerinde Medine'nin başına değişik kişiler bıraktı. Yokluğunda iş­leri yürütmesi, herhangi bir tehlike halinde şehrin korunması ve güvenliği için gerekli tedbirleri alması maksadıyla Medine'nin ba­şına daima birisini, bıraktı. Rasulullah 'a şehre muhtemel bir düşman saldırısı tehlikesi için daima güvenlik önlemleri alması emre­dilmişti. Bu buyruk özellikle Uhud'dan son­ra teşri olmuştu: "Ey inananlar, (uyanık bu­lunup) korunma tedbirlerinizi alın, bölük bölük, ya da hep birlikte savaşa gidin." (4: 71). Müslümanlar dört bir yandan hakiki tehlikelerle sarıldığı, düşman faaliyetleri hak­kında sürekli şayialar yayıldığı ve içerden dı­şardan tecavüzler başladığı zaman bu tedbir­lerin alınması zaruri olmuştu. Rasulullah  tamamen bu tehlikelerin bilincindeydi ve İs­lâm devletinin başkentinin korunma ve gü­venliğini sağlamak için daima gerekli adım­ları attı.