saniyenur
Sat 19 May 2012, 02:00 pm GMT +0200
YAHUDİLERE KARŞI İZLENEN POLİTİKA
1- Yahudilere Karşı İzlenen Politika Medine'ye Varınca İzlenen Politika
Rasulullah Medine'ye gelince, yahudiler-le dostça ilişkiler geliştirmenin yollarım aradı, ki onlar da aynı zamanda onu bir müttefik kazanma umuduyla karşılamışlardı. Peygamber Kitab-ı Mukaddes halkı oldukları için yahudilerden samimiyet ve işbirliği bekliyordu. Böylece onların hahamları ve ileri gelenleriyle görüşmeler*yaparak ilişkilerini geliştirmeye başladı. Ayrıca başkanlarım ve asillerini ziyaret ederek dostluk kurdu. Onlara iyilik, muhabbet ve alicenaplıkla muamele etti. Yahudiler tek Allah'a inandıkları ve taptıkları için de onları korudu. Yahudilerin 10 Muharrem'de Firavn'ın köleliğinden kurtulma günü olarak oruç tuttuklarım görünce Rasulullah da onlarla birlikte oruç tuttu. Kıbleleri olan Kudüs yönüne namaz kıldı. Rasulullah 'in bu jestleri, yahudilerle iyi ve dostça münasebetler kurulmasını sağladı. Yahudiler ona hürmet ettiler ve dinî görüşlerine saygı gösterdiler. Müslümanlar, yahudilerden doğru ve samimi dostlar edinip büyük bir işbirliği ve yardım eli bulacakları ümidindeydiler. Rasulullah 'm şahsî merhamet, mütevazilik, iyilik ve muhabbet nitelikleri O'nu birçok yahudiye sevdirmiş ve onların gözünde büyük bir şeref ve prestij kazanmıştı. Bu asil nitelikleri sayesinde Rasulullah Medine yahudileriyle karşılıklı bir savurana antlaşması imzalamayı başardı: "(Ey Muhammed), sen hikmetle, güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Doğrusu Rab-bin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir." (16: 125).
Fakat gittikçe daha çok insanın İslâm'a girmesi ve Muhammed'in pozisyonunun dinî bir lider olarak gittikçe kuvvetlenmesi nedeniyle işler başka türlü gitmeye başladı. Yahudiler onun artan güç ve kudretinden korkmaya başladılar ve İslâm'ı kendilerinin bölgedeki üstünlüklerine potansiyel bir tehlike olarak gördüler. Yahudiler ticaret yaparlardı ve ilim sahibi kişilerdi. Evs ile Hazrec kabilelerinden hem bilgi olarak, hem de maddî zenginlik yönünden üstündüler. Yeni dinin büyüyen kuvvetinin bu iki yönden de pozisyonlarını tehlikeye düşürmesinden korktular. Bu nedenle, Rasulullah'la ve asha-bıyla olan münasebetlerini tekrar düşünmeye başladılar. Bu arada, bazı hahamları, Abdullah b. Selâm da dahil İslâm'a sarılmışlardı. Ve Kur'an-ı Kerim de onların çoğunlukla Musa'ın ve diğer peygamberlerinin buyruklarını bırakarak tutturdukları ahlâksız ve kokuşmuş hayat tarzlarına işaret ediyordu. Ayrıca yahudüerin tarihte bazı peygamberlerini öldürme suçunu işlediklerinden, bazılarını da reddettiklerinden ve yeryüzünde zulmü ve zorbalığı yaydıklarından bahsediyordu. (2: 61). Bu da, Rasulullah'a ve dinine karşı artan şüphelerine katkı yaptı. Onun peygamberliğini reddetmeye ve birçok fikir ve öğretisini alaya almaya başladılar.
Hicret'in ikinci yılının ortalarında müslü-manSarın kıblesi Kudüs'ten Mekke'ye çevrilince, yahudiler Rasulullah'a ve dinine açıkça saldırmaya başladılar. Bundan sonra artık, düşmanca faaliyetleri, müslümanların düşmanlarıyla birlikte entrikalar çevirme şekline dönüştü. Ve Arap kabilelerini Medine'ye saldırıp yok etmeleri için kışkırtmaya başladılar. Hatta artık açıkça Mekke putperestlerinin dinlerinin Peygamber ve ashabının dinlerinden daha iyi olduğunu söylemeye başladılar. Rasulullah yahudileri asgarî müşterekler üzerinde mutabakata çağırdı: "De ki: 'Ey kitap ehli, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah'a tapalım. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; birimiz, diğerini Allah'tan başka tanrı edinmesin.' Eğer yüz çevirirlerse: 'Şahit olun, biz müslümanlanz.' deyin." (3: 64). O zaman ayrıca onlara şunlar tembihlendi: "Kendilerine Kitap verdiklerimiz, O'nu, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, ama yine de onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizlerler." (2: 146). Muaz b. Cebel onlara şöyle çağrıda bulundu: "Ey yahudiler! Allah'tan korkun ve O'na itaat edin. Bir zamanlar siz, Peygamber Muhammed sayesinde size zafer verilmesi için dua ediyordunuz. İşte şimdi beklediğiniz peygamber geldi. Ona inanın ve ona yardım edin." Fakat onlar hiçbir delili, hiçbir çağrıyı dinlemediler ve Peygamber 'a ve dinine karşı düşmanlıklarını artırdılar.
Yahudiler, Rasulullah'a ve ashabına karşı birçok cephede kampanya başlattılar. İlkin, bir söz savaşı başlattılar; çirkin ve söv-gülü dil kullandılar, suistimal ettiler ve hatta Rasulullah'a selâm verirken onu taciz etmek için kelimeleri başka anlamlara çevirdiler: "Yahudilerden öyleleri var ki, kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar: 'İşittik ve isyan ettik,', 'Dinle, dinlemez olası.' ve dillerini eğip bükerek: 'Râinâ diyorlar, dini taşlıyorlar. Eğer onlar: 'İşittik ve itaat ettik,', 'Dinle ve bize bak.' deselerdi, elbette kendileri için daha iyi, daha doğru olurdu. Fakat Allah, inkârlarından dolayı onları lânetle-miştir, pek az inanırlar." (4: 46). Yahudiler üç yolla bozgunculuk suçu işlemişlerdi: Birincisi, Tevrat'ın sözlerinde değişiklik yapmışlardı. ikincisi, Kitaplarının sözlerini bİ-lerek yanlış yorumluyorlardı, farklı mânalar çıkarıyorlardı. Üçüncüsü, Rasulullah'ave sahabelerine giderek, kelimeleri geveleyip hakaret manasını kullanıyorlardı. İslâm hakkında işte böyle yanlış mânalar yayıyorlardı. (Ebû'l Alâ Mevdûdi, The Meaning of Qur'an, Cilt II, sf. 130). Hatta Önce İslâm'a giriyorlar ve insanları yanıltmak, İslâm'a girmelerini engellemek için ertesi günü îslâm1 dan vazgeçiyorlardı: "Kitap ehlinden bir grup dedi ki: 'İnananlara indirilmiş olana, günün başında inanın, sonunda inkâr edin ki, belki (bu hareketinizle onlar da) dönerler...' " (3: 72). Yahudiler bu kampanyalarını sonuna kadar sürdürdüler, fakat fazla bir başarı da elde edemediler.
Yahudilerin ikinci bir fesat yolu da sürekli münafıklar ve Mekke müşrikleriyle müslü-manlara karşı entrikalar çevirmeleriydi. Fakat onların askerî hücumları meyvesiz kaldı. Üçüncüsü, yahudilerin, halkı Medine'ye saldırmaları için kışkırtma kampanyalarıydı. Kureyş'e ve diğer Arap kabilelerine heyetler gönderirlerdi ve çoğunlukla onlara Medine'ye saldırmaları için para yardımı yapmayı teklif ederlerdi. İnsanları Medine'ye karşı kışkırtmaktan bir an bile geri durmadılar. Dördüncüsü, bütün çabalan sonuçsuz kalıp, Rasulullah'ın çok güçlendiğim anlayınca ve onu askerî olarak yenemeyeceklerini farkedince, ona karşı iftira ve karalama kampanyası başlattılar. Rasulullah'ın bütün insanlar üzerindeki üstünlüğünün onun muazzam ahlâkî karakterinden kaynaklandığını düşünerek, belki onu ahlâkî yönden alçaltarak başarılı olabileceklerini zannettiler. Böyle bir bâtıl iş için zaten dünden hazır olan münafık Abdullah b. Übey'le işbirliği yapmanın yollarını aradılar. Rasulullah 'ın aile halkı hakkında asılsız şayialar yaydılar ve onun şahsına iftiralar attılar. Fakat Allah'ın rahmetiyle, Rasulullah, bütün bunlardan sabrı ve sebatı sayesinde muzaffer olarak sıyrıldı ve bütün yahudilerle müttefiklerinin planlan tamamen boşa çıktı.
Hatta Evs ve Hazrec kabilelerini bölmeye bile çalıştılar ve Rasulullah'ı saptırmak için bir teşebbüste bulundular. Yahudi alimleri ve hahamları Rasulullah 'a gelerek kendi lehlerine hüküm vermesini istediler, böyle yaparsa ona tâbi olacaklarını söylediler. Allah onların köt-ü niyetlerini açığa vurdu: "Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların, Allah'ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın! Eğer dönerlerse bil ki Allah, bazı günahları yüzünden onları felâkete uğratmak istiyordu. Zaten insanlardan çoğu yoldan çıkmışlardır!' (5: 49). Yahudiler, hatta Rasulullah'ı öldürmeye bile kalkıştılar; fakat Allah, Rasulullah 'ı zamanında uyararak onu tuzağa düşmekten kurtardı: (Savaştan geri kalanlar arasında) zarar vermek, (Hakkı) tanımamak ve müminlerin arasını açmak ve önceden Allah ve Rasulüyle savaşmış olan (adamın gelmesin)i gözetmek için bir mescid yapanlar da var. 'İyilikten başka bir niyetimiz yoktu.' diye de yemin edecekler. Halbuki Allah onların yalan söylediklerine şahitlik eder. Orada asla namaza durma. Tâ ilk günden takva üzere kurulan mescid, elbette içinde namaza durmana daha uygundur. Onda temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever?' (9: 107-108).
Yahudiler, müslümanlarla bir savunma-işbirliği antlaşması yapmış olmalarına rağmen, bu sırada da onlara karşı her türlü düşmanca faaliyete giriştiler. Bu yaptıkları Rasulullah'la aralarında olan ahit maddelerinin açık bir ihlâliydi. Aslında bu, onların din özgürlüklerini, çalışma özgürlüklerini, canlarının ve mallarının korunmasını garanti altına alan antlaşmanın apaçık bir suistimaliydi. Bu antlaşmayla, yahudiler, müslümanlarla dostça münasebetlerde bulunmak ve onların düşmanlarıyla anlaşmamak konusunda kanunen ve ahlaken bağımlıydılar. Bu antlaşmanın hiçbir maddesine riayet etmediler, fakat onun bütün nimetlerinden faydalandılar.
Peygamber, yahudİlere karşı zamanın gereklerine göre fazilet üzerine kurulu dostça ve uzlaşıcı bir politika takip etti. Aslında, onlara karşı mülayim, hoşgörülü ve iyİnİyetliydi ve onların dostluğunu ve desteğini kazanmak için elinden gelen gayreti gösterdi. Onlara mümkün olan en iyi bir şekilde muamele etti ve onlara Kitap ehli olarak hürmet etti. Fakat yahudiler, onun bu jestlerine hiç önem vermediler ve aralarındaki antlaşmayı ilk onlar bozdular. Her çeşit düşmanca, haince, saldırgan ve isyankâr faaliyete giriştiler ve müslümanların düşmanlarıyla birlikte entrikalar çevirdiler. Rasulullah, onların ihanetlerinin ve düşmanlıklarının, artık müslümanların kutsal şehri sayılan Medine'yi tehlikeye soktuğunu görünce, suçlarının ağırlığına ve zamanın gereklerine göre onlara karşı pratik tedbirler aldı.
Genel Politika
Daha önce işaret edildiği gibi, Rasulullah'ın yahudilere karşı izlediği genel politika uzlaşma, dostluk ve işbirliği temeline dayanıyordu. Kitap ehli olarak Peygamber @'ın hürmet ettiği yahudilerle iyi komşuluk ilişkilerine sahip olmak onun politikasının temel ilkesiydi. Bu ilişki, yahudilerle müslü-manlar arasında, hayatın her sahasında tam bir eşitlik ilkesine dayanıyordu. Yahudilere ve müslümanlara karşı eşit olarak uygulanan özgürlük beyannamesi her iki tarafa da ayırım gözetmeden eşit haklar tanımıştı. Rasulullah , Medine'ye geldiğinde, yahudilerle birlikte eşitlik ve dostluk ilkesi üzerinde yaşamak, genelde onun yahudilere karşı politikasının temelini oluşturuyordu. Fakat, ya-hudilerin yıkıcı faaliyetleri nedeniyle bunun imkânsız hale geldiğini görünce, yahudilere karşı politikasının temel esaslarını değiştirmek mecburiyetinde kaldı. Artık, yahudile-rin İslâm devletini ve onun kurucusunu yok etmeye kararlı oldukları en ufak bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkınca, onların İslâm başkentindeki (Dar-ul İslâm)
varlıklarına daha fazla müsamaha edilemezdi. Artık bu iş, bir devletin bekası meselesi haline gelmişti. Rasulullah iki seçenek arasında karar vermek zorundaydı: Yahudilerin Medine'de kalmasına izin vererek, kendisinin ve ashabının uğruna evlerini, mallarını ve akrabalarını feda ederek elde ettikleri her şeyi tehlikeye atmak, yahut da onları sürerek Medine sınırları dahilinde tam bir emniyet içinde yaşamak. Açıktır ki, Rasulullah ikinci yolu tercih etti ve onları şehirden sürdü. Bununla beraber her kabileye müslümanlara karşı işledikleri suçun ağırlığına ve mahiyetine göre muamele edildi.
Benî Kaynuka
Bu kabile Medine çevresinde otururdu ve özellikle savaş zamanında çok tehlikeli olurlardı. Müslümanlarla yaptıkları muahedeye göre dışarıdan saldırı olduğunda kanunen ve ahlaken müslümanlara, yardım etmeye ve Rasulullah'ın düşmanlarıyla barış yapmamaya mecburdular. Fakat Bedir Savaşı'nda müslümanlara yardım edeceklerine, muahedeyi ihlâl ettiler; Medine münafıklarıyla ve Kureyş'le müslümanlara karşı entrikalar çevirdiler. Kritik zamanda antlaşmaya ihanet ettiler ve bu yaptıklarından da pişman olup tevbe etmediler. Peygamber da onları toplayarak şunları söyledi: "Ey yahudi topluluğu! Siz,'Allah tarafından Kureyş'in uğradığı gibi bir azaba uğramaktan korkunuz ve müslüman olunuz! İyi biliniz ki, ben Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Bunu da kitabınız (Tevrat)'ta ve Allah'ın size olan ahdinde buluyorsunuz." Ancak onlar buna asla yanaşmadılar ve şöyle dediler: "Ya Muhammed, zaferin seni gururlandırmasın. Sen Kureyş'ten bir ordu ile savaştın ki, onlar cahil ve harbetmekte tecrübesizdirler. Sen bizi kendi kavmin gibi mi görüyorsun! Şayet sen bizimle harbetseydin, bizim kim olduğumuzu bilir, nasıl savaşçılar olduğumuzu iyi anlardın. Gerçekten sen bizim gibisine çatmadın." Bu kavim yahudiler arasında muahedeyi ihlâl eden ilk kavimdi.
Rasuluİlah onları 15 gün boyunca muhasara etti. Sonunda Allah kalplerine korku saldı ve Rasuluİlah'ın vereceği hükme kayıtsız şartsız teslim oldular. Bu kabile Medine'den sürüldü. Kalelerinde bulunan birçok silah ve savaş aracı ganimet alındı.
Benî Nadir
Benî Nadir de Rasuluİlah'la birlikte olacağına, her ne surette olursa olsun müşterek vatanları olan Medineyi koruyacaklarına, Rasuluİlah'ın aleyhinde bulunmayacaklarına ve Kureyş'le işbirliği yapmayacaklarına dair söz vermişlerdi. Ve bu hususları kapsayan muahedeye rıza göstermişlerdi. Fakat bunlar da ahitlerine sadakat göstermediler: müslümanlara karşı düşmanca faaliyetler başlattılar ve münafıklarla birlikte entrikalar çevirip, Kureyş'le işbirliği yaptılar. Ayrılıkçı ve bölücü faaliyetleri, müslümanların prestijlerinin azaldığı dönem olan Uhud savaşından sonra iyice arttı.
Rasuluİlah, bir cumartesi günü ashabından bir- cemaatla birlikte, aralarındaki muahede gereğince, Amr b. Ümeyy ed-Dam-rî'nin Kelb kabilesinden öldürdüğü iki kişinin diyetinin ödenmesine yardım etmelerini söylemek için Benî Nadir'e geldi. Benî Nadir, onu öldürmeyi tasarlamıştı, fa!:at Cebrail onların bu planlarını Rasuluİlah'a bildirince yahudiler suikast emellerine ulaşamadan oradan ayrıldı. Rasuluİlah , Benî Nadir'e, Medine'yi terketmelerini, hıyanet planlarının ortaya çıkmasından sonra artık orada kalamayacaklarını bildiren bir mesaj gönderdi. Yahudiler bunu reddettiler ve Medine'yi terketmeyeceklerini, ne isterse öyle yapmasını bildiren bir mesajla cevap verdiler. Peygamber üzerlerine yürüyerek onları 15 gün süreyle muhasara etti. Sonunda hepsi teslim oldu. Rasuluİlah , onların silahlarını ve mallarını müsadere etti ve hepsini Medine'den sürdü, bununla beraber onların develerine yükleyebildikleri kadarım (silah hariç) götürmelerine müsade edildi. 600 deve yükü sararak gittiler. Bir kısmı Hayber'e gitti ve orada müslümanlara karşı faaliyetlerini daha da şiddetle sürdürdüler. Kureyş'i büyük bir kuvvetle Medine'ye saldın düzenlemeye kışkırtan ve teşvik eden Benî Nadirdi. Bunlar ayrıca müşriklere, putperestliklerinin, müslümanlıktan daha efdal olduğunu söylemişlerdi. "Kendilerine Kitap'tan bir pay verilenleri görmedin mi? (Baksana onlar) puta ve bâtıla inanıyorlar ve inkâr edenlere: 'Bunlar, inananlardan daha doğru yoldadır? diyorlar." (4: 51).
Benî Kureyza
Benî Kureyza', Medine sınırları içinde yaşıyordu ve bu nedenle Özellikle savaş zamanında onların haince ve ayrılıkçı faaliyetleri son derece tehlikeli oluyordu. Benî Kureyza İslâm düşmanlarıyla entrikalar çeviriyorlardı, fakat Ahzab Savaşı'na kadar alenî bir suç işlemediler. Bu savaşta müslümanlar, kendilerini yok etmeye kararlı muazzam bir ordu tarafından muhasara edilmişlerdi. Bu kritik zamanda, müslümanlar tam müttefiklerinin yardımına ihtiyaç duyuyorken, Benî Kureyza düşman tarafına geçti ve Medine içinden müslümanları tehdit etmeye başladılar. Rasuluİlah onlara bir uyarı göndererek aralarındaki muahedeyi hatırlattı; fakat onlar küstahça ve aşağılayıcı bir şekilde: "Kimmiş bu, sözde Allah'ın peygamberi? Bizimle onun arasında ne bir ahit, ne de barış vardır." cevabını verdiler. (M. Hüseyn Heykel, The Life of Muhammed, sf. 306).
Ahzab Savaşi'ndan sonra, Rasuluİlah'a vahiy yoluyla ihanetleri nedeniyle Benî Ku-reyza'yı cezalandırması emredildi. Böylece, Peygamber onların üzerine yürüyerek 25 gün boyunca muhasara etti. Sonunda Benî Kureyza haklarındaki hükmü eski müttefikleri Sa'd b. Muaz'a bırakarak teslim oldular Sa'd b. Muaz: sis Yahudilere Karşı İzlenen Politika
1- Muharip erkeklerin katline,
2- Karılarının ve çocuklarının esir edilmesine,
3- Mallarının müslümanlar arasında taksim edilmesine, karar verdi. (İbn Sa'd, Kitab et-Tabakat el-Kebir). Sa'd bu kararına mesned olarak Tevrat'ı almış ve onun mağlub düşman karşısında yahudilere tanınmış olduğu hakları aynen müslüman-Iara tanımıştı. BenîKureyza'nın kalelerinde muazzam miktarda silah bulundu.
Benî Kureyza yahudilerine verilen cezanın suçlarına karşılık âdil bir ceza olup olmaması meselesine gelince: İşledikleri suçların cesameti incelenirse bu cezayı hak ettikleri görülebilir;
1- Medine, müslünıanları imha etmek isteyen düşmanlar tarafından muhasara edilmişti. Vaziyetleri çok kritik ve tehlikeliydi. Müslümanlar, düşmanlarına nazaran sayıca çok azdılar ve kendilerini bir hendek arkasından savunuyorlardı. Benî Kureyza müslüman hatlarının içindeydi ve haince düşmanla işbirliği yapıyorlardı.
2- Ortak düşmana karşı müslümanlara yardım etmek onları asıl ve meşru vazifeleriydi. Bu noktada, muahedenin şartlarını yerine getireceklerine, muahedeyi bozdular ve açıkça müslümanlann düşmanlarına yardım edeceklerini ilân ettiler. Şehre bir grup asker göndererek kadın ve çocuklara saldırdılar, fakat bunların komutam müslüman bir kadın tarafından öldürüldü de, müslüman askerlerin orada bulunduğunu zannederek saldırıya devama cesaret edemediler.
3- Yaptıklarına pişman olup af dileyeceklerine ihanetlerinden övgüyle ve gururla bahsederek kibirlendiler; asla af dilemediler.
4- Sonra da haklarında hüküm vermesi için Rasulullah yerine kendi arzularıyla Sa'd b. Muaz'ı seçtiler. Bu ceza, eski müttefiklerinin kendi kitaplarına göre takdir ettiği cezaydı.
Bu gerçeklerin ışığında, Benî Kureyza'nın işlediği ihanet suçu çok ağır ve affedilmez bir suç olur. Bütün toplum tehlikedeyken ve en büyük düşmanları tarafından tehdit edilirken Benî Kureyza, müslümanları arkadan vurarak kendi hâllerini kendileri berbat ettiler. Ettiklerinin karşılığını gördüler. İşledikleri cürüme nazaran gördükleri ceza ne ağır, ne de sertti. Benî Kureyza'ya verilene göre Benî Kaynuka ve Benî Nadir'e verilen cezaların daha hafif olduğu doğrudur, fakat böyle olması Benî Kureyza'ya verilen cezanın ağır veya haksız olduğunu göstermez. Önceki iki kabilenin cezalandırılmasında, bir cezalandırma unsuru vardı, fakat aynı zamanda büyük bir yumuşaklık ve müsamaha unsuru da vardı. Ve ikinci unsur, birinciden daha baskındı. Bu nedenle, yumuşaklık unsuruna bağlı olarak, verilen ceza İşledikleri suçtan daha azdı. Fakat benzeri suçlar için daima aynı müsamahanın gösterilmesini istemek adalet değildir. Vakıanın gerçekleri, mutlak adaleti gerektiriyordu ve Benî Kurey-za'nın cezasını hafifletmek mutlak adalete uygun düşmezdi.
Dahası, Benî Kureyza'ya yumuşaklık gösterilmesi, müslümanları daha önce Benî Nadir olayında olduğundan çok daha büyük tehlikelere sokabilirdi. Onların tekrar bütün güç ve kudretlerini tekrar toparlamalarına izin verilmesi büyük bir değerlendirme hatası olurdu. Sonra Benî Kureyza, diğer Hay-ber yahudileriyle birleşerek Medine müslü-manlarının varlığını tehlikeye sokabilirdi. İşledikleri alelade bir cürüm olayı değildi. Fakat yumuşaklık kaldırmayan özü itibariyle ağır bir suçtu. Bununla beraber, adalet talep etmeleri onların hakkıydı ve bu da onlara gösterildi ve kendi seçtikleri hakemin kararı uygulandı. Rasulullah @'ın adalet dağıtırken dost ve düşman, akraba ve arkadaş ayırımı yapmaması onun askerî bir lider olarak büyüklüğüdür. Onun askerî politikasının temel ilkesi buydu: "Ey inananlar, Allah için adaletle şahitlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın. Âdil davranın, takvaya yakışan budur. Allah'tan korkun, şüphesiz Allah yaptıklarınızı haber almaktadır!' (5: 8). Ve, Nisa Suresi'nde şunları okuyoruz: "Ey inananlar, adaleti tam yerine getirerek Allah için şahitlik edenler olun, kendinizin, ana babanızın ve yakınlarınızın aleyhinde bile olsa, (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah, ikisine de daha yakındır (onları sizden çok kayırır). Öyle İse keyfinize uyarak doğruluktan sapmayın. Eğer (şahitlik ederken dilinizi) eğip bükerseniz, ya da doğruyu söylemezseniz, muhakkak ki Allah yaptıklarınızı haber almaktadır!' (4: 135).
Hayber
Hayber yahudileri, Özellikle de Medine'den sürüldükten sonra Hayber'e yerleşen Benî Nadir, İslâm düşmanlarıyla entrikalar çeviriyorlar ve Kureyş'le diğer Arap kabilelerini Medine'ye saldırıp, müslümanları imha etmeye kışkırtıyorlardı. Kureyş'e ve Gatafan, Hevazin gibi diğer kuvvetli Arap kabilelerine özel haberciler gönderiyor ve hatta Medine'ye hücum etmek üzere hazırlık yapma-lan için onlara para desteği sağhyorlardı.On-larm bu entrikaları, Ahzab Savaşı'nda kalabalık bir düşmanın Medine üzerine gelmesine sebep olmuştu. Bu sebeple, Rasulullah, Hudeybiye antlaşmasından sonra ilk önce onlarla uğraşmaya karar verdi. Kureyş'le barış yapılmıştı ve artık Medine'ye o yönden bir saldırı endişesi olmaksızın Hayber'in İşini halledebilirdi. Rasulullah , Hayber üzerine 1400 kişilik bir kuvvetle yürüdü ve hepsi teslim oluncaya kadar birer birer kalelerini ele geçirdi. Bununla beraber, Rasulullah onlara karşı çok yumuşak davrandı. Yahudiler Hayber'de kalarak topraklarım işlemeyi ve mahsulün yarısını müslümanlara vermeyi teklif ettiler. Rasulullah bu şartlan kabul etti.
Bununla beraber, Hayber, Rasulullah 'ın yahudilere karşı izlediği politikanın üçüncü ve son temel ilkesi üzerine oturtuldu. Yahudiler, hiçbir şart altında güvenilmez olduklarını göstermişlerdi ve bu nedenle kendi halkının emniyet ve güvenliğinin bilincinde olan hiçbir devlet onlara kendi halkı arasında kalmaya izin verme riskini göze alamazdı. Rasulullah , onların Hayber'de kalmalarına müsaade ederken, eğer müslümanlara karşı en ufak bir düşmanca harekete girişirlerse, Arap Yarımadasından sürüleceklerini kafalarına soktu. Çünkü İslâm devletî, sınırları dahilinde sürekli bir güvenlik riskini barın-dıramazdı.
Özet
Rasulullah ilk safhada, yahudİlerle beraberce eşit ve dost olarak yaşamaları ve şehirlerinin müdafaasında birbirlerine yardım etmeleri şeklinde muahedeler yaptı. Fakat ya-hudiler yaptıkları ihanetlerle ve çevirdikleri entrikalarla hiçbir durumda güvenilmeyecek-lerini gösterdiler. Bundan sonra Rasulullah yahudilerin müslüman Medine'de yaşamalarına müsaade edilmemesi gerektiğine karar verdi ve onları şehirden sürdü. Bu ya-hudiler Hayber'de toplandılar ve haince faaliyetlerine ve entrikalarına devam ettiler. Burada da hepsi yenilgiye uğratıldı, fakat hiçbir düşmanca faaliyete girişmeyeceklerine ve barış içinde yaşayacaklarına söz verince Hayber'de kalmalarına izin verildi. Eğer düşmanlığa devam etselerdi, Arap Yarımadası'-ndan sürüleceklerdi. Görüldüğü üzere Rasulullah'ın politikasının temeli uzlaşma ve dostluktu: 'yaşa ve bırak yaşasın' Fakat tecrübe aksini gösterdi ve güvenlik nedeniyle, yahudiler Arap topraklarından sürüldü. Bu, sürekli ve inatla düşmanca tavır içinde bulunmanın tabiî neticesiydi. Hiçbir toplum, hatta ilk Medine toplumu bile buna sonuna kadar müsamaha edemez.