saniyenur
Fri 24 August 2012, 10:56 am GMT +0200
1- Vicdan Hürriyeti
İslâm müminlere zorlama korkusu olmaksızın inanabilmeleri ve fikirlerini serbestçe İfade edebilmeleri için mutlak ve tam bir vicdan hürriyeti sağlamıştır. Ve, bu gayeye yönelik olarak, insanın kendi iç dünyasını (enfüs) anlayabilmesi ve hissedebilmesini sağlayacak ortamı oluşturup beslemiş ve dış dünyasını da kendisine uygun şartlan sağlayacak hâle getirmesi için gerekli adımları atmıştır. İnsanı baskı altında tutan pek çok sosyal ve iktisadî faktörlerin getirdiği taleplerin, bir ülkenin meclisinde hazırlanan hukukî tedbirlerle karşılanamayacağı açık bir gerçektir. İnsan zihnini bu tarz sıradan baskı ve korkulardan kurtaracak yüksek bir ideal olmalıdır. İslâm insanoğlunun meseleleri için böyle bir çare sunar.
islâm insan vicdanını Allah'tan başkasına itaat ve kulluk zincirlerinden kurtarır. Böylece onun fıtrat ve ideallerini diğer insanlarınkin-den daha yüksekte tutar: "De ki: ıO Allah bir tektir. Allah her şeyden müstağni ve her şey Ona muhtaçtır. O doğurmamış ve doğmamıştır- Hiçbir şey O'na denk değildir." (112: 1-4). Ve Âl-i îmrân sûresinde şu mealde bir ayet zikredilmektedir: "Söyle onlara: 'Ey kitap verilenler! Gelin, aramızda müşterek olan bir kelime etrafında toplanalım: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, hiçbir şeyi O'na ortak koşmayalım. Allah'tan başka kimimiz kimimizi Rab edinmeyelim!' Yine de yüz çevirirlerse: 'Bizim müslüman olduğumuza şahit olun!' deyin." (3: 64).
İslâm bu anlayışa büyük önem verir ve bu ilke İslâm nizamının her alanını kaplar. İnsanların başka insanları rab edinmeleri olayını, Allah'ın elçileri söz konusu olsa bile, sürekli olarak engellemek gayesiyle çok açık emirler verilmiştir: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan Önce de nice peygamberler vardı. O, ölür veya öldürülürse, gerisin geri mi döndürüleceksiniz? Kim gerisin geri dönecek olursa, elbette Allah'a bir zarar vermeyecektir. Allah muhakkak şükredenlerin mükâfatını verecektir." (3: 144). Yine aynı sûredeki şu ayette "Allah, kâfirlerden bir kısmının kökünü kessin veya onları perişan etsin, böylece bozulmuş bir hâlde dönüp gitsinler -ki bu işte senin yapacağın bir şey yoktur-yahut (müslüman olsunlar da) tevbelerini kabul etsin, ya da (ısrar ederlerse) onlara azâb etsin diye. Çünkü onlar gerçekten zâlimdirler." (3: 127-128) buyrulmuştur. Cinn sûresinde, şu âyetler zikredilmektedir: "De ki 'Ben sadece Rabbİme ibadet ediyorum ve hiçbir kimseyi O'na ortak koşmam!1 De ki: 'Size gelece hiçbir zararı Önleyemem, bir yarar da sağlamaya gücüm yetmez! Allah'a karşı beni kimse koruyamaz ve ben O'ndan başka sığınacak bir kimse de bulamam. Sâdece Allah'tan olanı tebliğ eder ve O'nun gönderdiklerini anlatabilirim!' Kim Allah'a ve peygamberine karşı gelirse, ona içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır." (72: 20-23).
İtaat ve ibadet edilecek merci olarak Allah'tan başkası olmadığı meselesi ortaya konduğunda ve bu konuda Allah'ın Elçilerinin de sıradan bir insan konumunda bulunduğu anlatıldığında, İnsan vicdanı sadece diğer insanlara ibadet ve itaat zorunluluğundan kurtulmakla kalmaz, maddî korkulardan ve maddi zarar kaygularmdan da kurtulur. Allah'a iman ve güvenleri bu insanları dünyanın geçici nimetlerine kayıtsız ve onlardan müstağni kılar: "De ki :'Allah'ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim Mevlâmızdır; müminler ancak Allah'a dayanıp güvensinler.'" (9: 51). Yunus sûresinde şöyle buyurulmaktadır: "Sor onlara: 'Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Kulak ve gözlerin sahibi kimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Bütün işleri kim düzenliyor?' Hemen, 'Allah!' diyecekler. 'Şu hâlde, artık Allah'a ortaklar koşmaktan korkup sakınmaz mısınız?'de." (10: 31).
Fatır sûresinde şöyle buyrulmaktadır: "Ey insanlar! Allah'ın size olan nimetini anın; sizi gökten ve yerden rııklandıran Allah'tan başka bir yaratan var mıdır? O'ndan başka tanrı yoktur. Nasıl aldatılıp ta döndürülürsünüz?" (35: 3) Bakara sûresinde, "Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı emreder; Allah ise kendisinden mağfiret ve bol nimet vadeder. Allah'ın lütfü boldur, O her şeyi bilir.'' (2: 268) buyrulmuştur. Âl-i İmrân sûresinde ise konuyla ilgili şu ayetler mevcuttur: "De ki: 'Mülkün sahibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin; dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar; dilediğini alçal-tırsm; iyilik elindedir. Doğrusu Sen herşeye kadirsin!" (3: 26) ve "Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverîrse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? Müminler yalnız Allah'a güvensinler." (3: 160).
Allah'tan başkasına ibadet edilmeyeceği şeklindeki öğreti ve anlayış, insanlar arasında yeni bir ruh hâli yaydı ve artık insanlar diğer insanların kayıt ve şartlarına hoş bakmıyorlardı. Artık hiçbir şey bu insanları boşu boşuna etkileyemîyordu ve onların maneviyatını azaltıp arzularının aksine bir şey yapma ya da kabul etme konusunda baskı altında tutamıyordu. Fiillerinde kendilerini her türlü sosyal ve siyasi ve diğer baskı şekillerinden azade ve bağımsız hissediyorlardı. Allah'a tam bir güvenin sonucu olan bu düşünüş tarzı insanlara bütün fiillerinde gerçek bağımsızlık ve özgürlük verir. Böyle insanlar dünyevi arzulardan etkilenmezler: "Kendilerini sınamak için, dünya haytının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme. Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır." (20: 131). Kur'ân'm bu ve benzeri ayetleri insanî değerlere toplumda kaybettikleri konumu iade etmek ve fakir insanların akıl ve zihinlerini yalnızca maddî değerlerin haksız etkisiyle İçine düştükleri korkaklık ve meskenet halinden sıyırmak gayesini gütmektedirler. Kur'ân bu gerçeğe şu ayette de değinmektedir: "Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma." (18:28).
İslâm, vicdan hürriyetlerine engel olabilecek bu gizli ve büyük tehlikeden bihaber değildir ve ona yeterince dikkat çekmiştir. İslâm bu nedenle insanın "nefsini" mağlup etmesi için gerekli adımları atmaya büyük önem vermiştir. İslâm İnsanı "nefsi"nîn her yönüne yönelik tedbirleri almış; gözden uzak kalmış en ufak bir çatlağa bile dikkatleri çekmiştir ki, bu sayede insanın vicdan hürriyetini tehlikeye sokabilecek olan bütün muhtemel etkiler, zayıflıklar ve bağlantılar ortadan kalksın. "De ki: 'babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler, sizce Allah'tan, peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili İse, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fâsık kimseleri doğru yola eriştirmez." (9: 24).
Böylece İslâm, insanın karşı karşıya bulunabileceği zaafları ve çekici arzuları tümüyle ortaya koyar. İnsanın tüm maddi faktörlerle, Allah ve O'nun elçisinin sevgisi arasında bir tercih yaparak nerede olduğunu belirlemesini ister. Allah'ın ve O'nun elçisinin rızası için bütün maddi menfaatlerini terk edebilecek mi? İslâm bütün yukarıdaki maddî cazibelerden müstağni ve tüm varlığını Allah yoluna sarfetmeye hazır insanlara ihtiyaç duyar.
Bu ayetin insanları duyarsız veya durağan kılıp inziva hayatı yaşamaya teşvik eden bir yönü yoktur. Bilakis, onları insanî arzu, eğilim ve cazibelerden ve onlara kölelikten kurtarmak ister. İnsanlara vicdan hürriyetinin ve bağımsızlığının zevk ve kadını yaşatmak gayesiyle öz-terbiyesini, öz-disîplinini ve nefsi kontrol etmeyi Öğretir. Bu nedenle İslâm bu meselenin bütün yönlerini gözönünde bulundurur, meselenin her parçasına önem verir. İnsanların hem teorik ve ideal değerlerden hem de ekonomik ve maddî düzenlemelerden müteşekkil her türlü duygu ve insiyakdan tam olarak hür olmasını sağlar; bunu da kendi öz maddi ve manevi değerlerini kurumlaştırarak yapar.
Hayatın günlük gerçeklerini ve İnsan 'nefsinin' direnme gücünü gözönünde tutar ve her ikisine de haklarını teslim eder, onları bulunmaları gereken konuma oturtur. Daha sonra insanda potansiyel olarak bulunan en saf ve dürüst eğilimleri harekete geçirir; insanın kapasite ve gücünü tamamıyla uyandırır; ve nihayet onun duygu ve İnsiyaklarının mükemmel ve katışıksız hürriyete kavuşmasına yol açar. Tam hürriyet olmaksızın insanoğlu köle zihniyetinin ürettiği zaaf ve aşağılık duygularından kurtulamaz ve sosyal adaleti sağlamada kendine düşen sorumlulukları yerine getirmediği gibi sosyal adaletten payını da alamaz. (Seyyid Kutub, SocialJustice). Bu hürriyet İslâm toplumunun üzerine bina edildiği temellerden birini teşkil eder. Gerçekte bu hürriyet diğer temellerin de üzerine inşa edildiği asıl temeldir (Ayrıntılı bilgi için, bkz., bıret Ansiklopedisi, c. I, "İnsanlığın Eğitici-Sı" bölümü).