- Velayetlerde Adalet

Adsense kodları


Velayetlerde Adalet

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
seymanur K
Tue 13 September 2011, 01:30 pm GMT +0200
Velayetlerde Adalet

 

1- VeîUyetlerde Adalet Şart Koşulmayan Konular

Velinin ihanetine ve velayetinde kusur yapmasına engel olsun diye vela­yetlerin çok büyük bir bölümünde adalet şarttır. Ancak bazen veli tayininde adalet şartı aranmaz. Mesela cenazenin yıkanması, kefenlenmesi, taşınması, defnedilmesi ve namazının kılınması konusunda yakın akrabanın tercih edilmesinde adalet aranmaz. Zira yakın akrabanın şefkat Ve merhametinin çok olması, onu yıkama, kefenleme ve dua etmede aşırı titiz ve gayretli dav­ranmaya sevkeder. Yine aşırı hüznü, onu cenaze namazında Mevla'ya daha ziyade yalvarmaya sevkeder. Dolayısıyla adalet, bu konuda şart olmayıp ta­mamlayıcı, mükemmelleştirici bir unsur olmaktan öteye geçmez.

Bir görüşe göre nikah velayetinde de adalet şart değildir. Çünkü adalet velinin ihanet ve kusuruna engel olmak için şarttır. Nikah akdinde, yakın ak­rabanın tabiatı onu ihanet ve kusurdan alıkoyar. Mesela velinin, yakım olan kızı, ona denk olmayan birisiyle evlendirmesi kız için utanç verici bir durum olacağı gibi kendisi için de utanç verici bir durumdur. Dolayısıyla tabiatı onu, hem kendisi hem de akrabası olan kıza zarar verecek, utanç duyuracak bir şey yapmaktan alıkoyar. Bundan dolayı velinin adaleti bilinmese de za­hirî adalete binaen nikah geçerli olur. Yine nikah akdinde şahitlerin adil olup olmadıkları belli olmasa da doğru olan görüşe göre nikah geçerli olur. Zira bir çok nikah çöl ve köy gibi mekanlarda kıyılmaktadır. Buralarda adil ol­dukları bilinen şahitler bulmak zor olabilir.

İnsan tabiatının kendine zarar vermeye engel teşkil etmesi dikkate alındı­ğından müslüman, kafir, iyi, kötü herkesin ikrarı kabul edilir. Zira tabiatı in­sanı, bedene verilen zararlar, cinsel konular ve mallarla ilgili haklar konu­sunda kendine zarar verecek şekilde aleyhine yalan söylemekten alıkoyar. Şahitlik konusunda ise adil olma şartı aranır. Çünkü günahkar bir kimsenin tabiatı onu başkası hakkında yalan söylemekten alıkoymaz. Dolayısıyla ik­rarda insan tabiatı yalana engel olduğu gibi, şahitlikte de yalana engel olmak için şahidin adil olması şartı aranır. Bundan dolayı kölenin kendisi aleyhin­de had veya kısası gerektirecek bir suç ikrarı kabul edilir. Bu durumda öldü­rülmesi, bir uzvunun kesilmesi ya da sopa cezasına çarptırılması söz konu­su olacağından, tabiatı onu hem kendi hem de efendisi aleyhine yalan söyle­mekten alıkoyar.

Babaların çocukları üzerinde velayet yetkisine sahip olmaları için adale­tin şart oîup olmadığı ihtilaflıdır; bazılarına göre, yukarıda belirttiğimiz üze­re, babanın tabiatı gereği nikahta kusur ya da zarar verici bir şey yapmaya­cağından Ötürü nikah velayetinde olduğu gibi diğer velayetlerde de adil olması şartı aranmaz. Bazıları da nikah konusundaki velayetle mal konusun­daki velayeti ayırmış ve nikahta yapılacak yanlışın sonucuna hem veli hem de kız katlanacağı için insan tabiatının buna mani olacağını, mal konusunda­ki velayette ise veliyi zarar verici birşey yapmaktan alıkoyacak şeyin kendi nefsiyle alakalı olmayıp sadece çocukla alakalı olduğunu belirtmişlerdir. Halbuki insan tabiatı kendi nefsini çocuk ve torunlarına tercih eder. Dolayı­sıyla mal konusundaki velayetlerde kusurdan alıkoyması için adalet şartı aranır. Bundan dolayı illet güçlü olduğu için velinin kendi lehine şehadeti it­tifakla kabul edilmez. Ancak-kişinin ana babası ve çocukları hakkındaki şe-hadetinin kabul edilip edilmeyeceği ihtilaflıdır.

Vasilik konusunda ise ihanet ve kusurdan alıkoyacak engel zayıf olduğu için, adalet şart koşulur. Burada sadece baba istisna edilir.

Devlet başkanlığı görevinde adaletin şart olup olmadığı konusunda ise ihtilaf vardır. Zira kamu görevlilerinin adaletsiz olmaları yaygındır. Şayet devlet başkanının tasarruflarında adalet şart koşulursa; kadı, vali, ordu ko­mutanı ve sair görevlilerin tayini, toplanacak vergiler, dağıtılacak yardımlar, zekatın toplanması kamu malları ve kamu velayetinde bulunan özel mallar vb. hususlarda hakkaniyete uygun tasarrufları iptal olurdu. Dolayısıyla dev­let başkanlarının tasarruflarında hakkaniyete uygun olanlar için adalet şartı aranmaz. Zira adaletin şart koşulması halinde daha büyük zarar meydana gelir. Bu durumda kaybedilecek maslahatlar, devlet başkanının adil olma­masından daha büyüktür.

Hakimlerin tasarrufları, vasilerinkinden daha genel, devlet başkanların-kinden ise daha özel olup bunların devlet başkanlarının tasarrufları gibi dü­şünülüp düşünülmeyeceği konusunda ihtilaf edilmiştir. Hakimlerin tasar­ruflarını, vasilerin tasarruflarından daha genel olduğu için devlet başkanla­rının tasarrufları gibi kabul edenler olduğu gibi devlet başkanlarının tasar­ruflarından daha özel olduğu için vasilerin tasarrufları gibi kabul edenler de olmuştur.

Dinde meşakkatler üç çeşittir.

a- Ruhsat ve kolaylığı gerekli kılan umumî meşakkat. Yöneticilerin, bazı tasarruflarına engel olunması hakkında söylediklerimiz böyledir.

b- Özel meşakkat. Vasilerin tasarrufları böyledir.

c- ikisi arasında olan meşakkat. Hakimlerin tasarrufları böyledir.

2- Zalim ve Günahkar Hükümdarların Hakka Uygun Tasarruflarının Genel Zaruretten Ötürü Geçerli Sayılması

Velayet olmaksızın bazı genel tasarruflar geçerli olur. Mesela zalim hü­kümdarların tasarrufları böyledir, velayet hakları olmadığı halde tasarrufla­rı geçerlidir. Halk için zorunlu olduğundan ötürü tasarruf ve atamaları ge­çerli olur. Zulmün az olması halinde bu tür tasarruflar geçerli olduğuna gö­re birçok konuda günaha giren hükümdar ve velilerin tasarrufları evleviyet-le geçerlidir. Zira onların günaha girmesinin insanlara bir zararı yoktur.

Zalim yöneticilerin zekat toplamasına gelince; topladıkları zekatı, zekat verilebilecek yerlere harcıyorlarsa zekat verilmiş sayılır. Ancak başka yer­lere harcıyorlarsa tercih edilen görüşe göre zengin kimse zekat mükellefi­yetinden kurtulmuş olmaz. Zira bu durumda zekatın verilmiş kabul edil­mesi fakirler için zarardır. Bir başkası için zarar teşkil etme gibi muarızı ol­mayıp maslahat içeren tasarruflar ise böyle değildir. Bu tür tasarruflar sa­dece maslahat içermeleri hasebiyle geçerlidir. Burada zekatın verilmiş ol­duğunu kabul etmek zenginlerin lehine olmakla birlikte fakirlerin aleyhi­nedir. Fakirlerden bir mefsedeti defetmek ise zenginlerden bir mefsedeti defetmekten daha evladır. Fakirlerin maslahatının temini zenginlerin mas­lahatının temininden daha evladır da denilebilir. Çünkü fakirlerin hakları olan zekatı almamaları durumunda katlanacakları sıkıntı, zenginlerin ze­katı ikinci kez vermekle katlanacakları zarardan daha fazladır. Aynı şekil­de zekat toplayan görevli, dört tane dört yaşına girmiş deveyle beş tane iki yaşını doldurmuş devesi bulunan kimseden zekat alırken fakirler için en faydalı olanı tercih eder.

Valiler ise nadir olarak yaptıkları şeyler hariç benzer şekilde muhayyerlik hakkına sahip değillerdir. Muhayyerlik hakkına sahip oldukları durum, bir­birine denk iki maslahatın temini veya iki mefsedetin izalesi halinde birini seçebilmeleridir. Bunun dışında yaptıklarında da yapmadıklarında da mas­lahatlara riayet etmeleri gerekir.

3- Görevden Almanın Müslümanlara Faydalı Olmayla Sınırlandırılması

Devlet başkanı bir hakimi görevden almayı düşündüğünde; şayet on­dan şüphe ediyorsa onu azleder. Zira şüphelenilen bir kimsenin görevinde kalmasında mefsedet vardır. îhanet edebileceğinden korkulduğu için şüp­helenilen kimsenin genel ya da özel velayetinin devam ettirilmesi uygun değildir.

Şayet devlet başkanı görevden almayı düşündüğü hakim hakkında her­hangi bir şüphe duymuyorsa çeşitli durumlar söz konusu olur;

a- Hakimi azledip görevi daha aşağı mertebede birine vermesi. Bu du­rumda görevden alma caiz değildir. Zira daha üstün, daha ehil bir ha­kimin görevde bulunması müslümanlar için maslahattır. Devlet baş­kanının bu tür maslahatları, bir sebep olmaksızın ortadan kaldırma hakkı yoktur.

b- Hakimi azledip görevi daha ehil birisine devretmesi. Daha üstün ola­nın, üstün olana tercihi kabilinden olan bu tasarruf geçerlidir. Zira bu­rada müslümanlar için tercih edilmesi gereken bir maslahat söz konu­sudur.

c- Hakimi azledip görevi ona denk birisine devretmesi. Bazıları, daha önce zikrettiğimiz üzere iki maslahat denk olunca birini tercih hakkı bu­lunduğa ilkesinden hareketle bunu geçerli görmüştür. Nitekim devlet başkanının göreve ilk geldiğinde birbirine denk iki kişiden birini ter­cih edip atama hakkı vardır. Bazıları ise göreve geldiği ilk zamandan sonra, gereksiz yere sık sık görevden alma olmaması için bu tasarrufu caiz görmemişlerdir.

Bu tasarrufun da caiz olması gerekir, zira bu halkın yararınadır, denirse buna şöyle cevap veririz: Mevcud olanı koruma, olmayanı elde etmekten da­ha evladır. Yine zararın izalesi, faydanın temininden evladır. Bu, insanların ortak tecrübesiyle bilinen bir şeydir. Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyur­muştur: "Kim Müslümanların işlerini üstlenir de samimiyetle gereken gay­reti göstermezse onlarla birlikte cennete giremez."[98]

Halid b. Velid Malik b. Nevira'yı onun hanımıyla evlenmek için öldürttü, şeklinde itham edilmişti. Hatta şair şöyle söylemişti:

Malik bin Nevira'mn ölümüne sebep oldu Güzel hanımı, Halid zamanında

Bu itham ortaya atılınca Hz. Ömer, hanımına göz koyup bir müslümam öldürdü diyerek halife Ebubekir'in onu azletmesini istedi. Hz. Ebubekir ise dinden dönenlerle yapılan savaşlarda en başarılı komutan olduğu için onu azletmedi. Hz. Ebubekir'in bu görüşü daha isabetliydi. Çünkü hakkındaki it­ham, onun diğer komutanlardan daha başarılı olduğu gerçeğini ortadan kal­dırmaz.

Hz. Ömer halife olunca Halid'i Şam savaşı komutanlığından azletti ve ye­rine Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı atadı. Onun azledildiğine dair emir Ebu Ubey de'ye ulaştığında ordu savaş için yerini almıştı. Ebu Ubeyde savaş bitinceye kadar bunu Halid'e bildirmedi. Zira harb taktikleri ve hileler konusunda onun daha iyi olduğunu biliyordu. Şayet savaştan önce durumu Halid'e bil-dirseydi müslümardar arasında karışıklık olabilirdi. Böylece kendisine veri­len komutanlık vazifesini onun yapmasına müsaade ettiğini, ya da onun az­le dair gelen emri öğreninceye kadar görevinin devam edeceğini düşünerek ona azledildiğini bildirmedi.

4- Devlet Başkanının Zalim Olması Halinde Kamu Mallarında Diğer Kimselerin Tasarrufu

Kamuya ait mallar üzerinde ancak devlet başkanı ve onun yerine bakan vekili tasarruf edebilir. Ancak onların bu mallar üzerinde tasarruf imkanı ol­maz ve bu işe ehil olan başkalarının böyle bir imkanı olur ise onlar da tasar­ruf edebilir. Mesela kamuya ait bir malı bulan kimse bunu adil bir devlet başkanının vermesi gerektiği şekilde hak sahibine verebilir. Adil bir devlet başkanı için olduğu gibi kamuya ait malları harcayan herkesin, en önemli, en uygun yeri tercih etmesi en doğru olandır. Özel malları ilgili yerlere harca­ması gerekir ki burada da en önemli olana öncelik vermelidir. Kamu malla­rını da en uygun yerlere harcaması gerekir. Şayet buna engel olursak bu mal­ların hak edenlere verilmesi maslahatı ortadan kalkmış olur. Zalim devlet başkanı da bu yüzden günaha girer ve o hakkı tazmin eder. Bu maslahatla­rın elde edilmesi ve mefsedetlerin izalesi, bunların terkinden evladır.

Gasbedilmiş bir mal bulan kimse, sahibini biliyorsa malı ona iade eder. Sahibini bilmiyor ve onu bulması mümkün değilse malı kamu yararına har­car. Sahibini bulma imkanı varsa imkan nisbetinde iyice araştırır. Araştırma sonunda bulmaktan ümidini keserse malı kamu yararına harcar. Doğru olan, en uygun yere harcama sidir. Bunu Allah (cc)'ın şu ayetine binaen söylüyo­ruz: "iyilikte ve takvada yardımlasın/'[99] İşte malı bu şekilde harcaması iyilik ve takvadır. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Kul, Müslüman karde­şinin yardımında bulunduğu sürece Allah da onun yardımmdadır"[100], "Her iyilik sadakadır."[101] Resulullah (sav) Hind'e kendisi ve çocuğuna örfe göre yetecek miktarda kocası Ebu Süfyan'm malından almasına izin verdiğine gö­re ki bu özel bir maslahattır, yukarıda söylediğimiz kamu maslahatının yeri­ne getirilmesi evleviyetle caizdir. Özellikle hakların zayi olmasının önlenme­si söz konusuysa evleviyetle caiz olur. Şüphesiz bu tür hak ve maslahatları bu şekilde kamu yararına harcamak, onları haksız yere yiyip hak sahiplerine vermeyecek zalimlere terk etmekten daha doğrudur.

Bazen bir malı elde eden kişinin bu şekilde davranması, vacip bile olabi­lir. Zayi olacak bir mal bulan kişi burada örnek olarak zikredilebilir. Din hak­kı verilmeyen kişiye, hakkını vermeyen kişinin malından alabileceğini, hatta alacağıyla aynı cinsten olmayan bir mal almışsa onu satarak hakkını elde edebileceğini kabul ettiğine göre bizim yukarıda zikrettiğimiz maslahat umumî olduğu için evleviyetle caizdir.

Bazı Şafiî alimler, bir mal bulan kimsenin iki şeyden birini yapma konu­sunda serbest olduğunu söylemişlerdir; ya o mah kendi masraflarına harcar ya da malı harcamaya ehil olan bir devlet başkanı müslümanlarm başına ge­çinceye kadar muhafaza eder. Ancak bu görüşün adil bir devlet başkanının başa geçebileceği makul bir süreyle sınırlandırılması gerekir. Adil devlet başkanının başa geçmesinden ümit kesildiği zaman kişinin o mah derhal masraflarına harcaması gerekir. Zira malın bekletilmesi bozulmasına ve hak sahibinin bundan mahrum olmasına sebep olur. Özellikle devlet başkanının ilgili malı acilen hak sahiplerine vermesinin gerekli olması gibi durumlarda ilgili yerlere sarfedilmelidir.

[Devlet Hazinesinden Alınabilecek Şeyler]

Şöyle bir soru sorulabilir: zalim, günahkar kimseler ellerindeki mallardan bir kimseye verseler, o kimsenin alması caiz olur mu?

Buna şöyle cevap veririz: kişi kendisine verilen malın gasbedilmiş oldu­ğunu biliyorsa iki durum söz konusu olur:

a- Kişi insanların örnek aldığı bir kimseyse, gasbedildiğini bildiği mah alması, insanların onun hakkındaki hüsn-ü zarınım ortadan kaldırır. Ar­tık onu örnek almaz ve fetvalarını kabul etmezler. Dolayısıyla o malı alması caiz olmaz. Zira alması halinde insanların onun doğruluğuna ve güvenilirliğine olan inançları sona erer, artık fetvalarını kabul et­mezler. İnsanlar için fetva alma maslahatı sona ermiş olur. Şüphesiz umumî ve sürekli olan bu maslahatın korunması, gasbedilmiş bir ma­lı sahibine vermek üzere almasından daha evladır. Aynı şekilde şahit ve hakimlerin de böyle bir malı, sahibine vereceklerini açıkça beyan et­meksizin almaları caiz olmaz.

b- Şayet şahıs bu şekilde örnek alman bir kimse değilse mah kendi şahsı için alırsa haram, sahibine teslim etmek üzere alırsa, sahibinin nasıl bulunacağı bilinmese bile caizdir. Şayet sahibini bulmak mümkün olmazsa malı kamu yaranna harcar. Bunu yaparken en mühim, en uy­gun bir yer seçmesi en doğru olandır. Kamu yararına harcama yapabi­leceği biryer bilmiyorsa, bilen birisine verir. Böyle birisini de bulamaz­sa, adil bir kimse buluncaya kadar bekler ki ondan ya kamu yaranna harcama yapabileceği bir yer öğrensin ya da bu şekilde harcamak üze­re malı ona versin.

Verilen mal şayet gasbedilmiş olmayıp meşru bir yolla elde edilmiş ise yi­ne iki durum sözkonusu olur: Birincisi, belli kimselere dağıtılmak üzere top­lanan zekat, devletin ganimetten alacağı beşte birlik pay, ordu için toplanan vergi gibi malın özel bir yere sarfedilmek üzere elde edilmiş olmasıdır. Bu durumda kendisine mal verilen, hak sahiplerinden biriyse, kendi hakkı mik-tarınca verileni alır. Kendi hakkından fazlası verilirse hakkı kadarını alır. Fazla olan kısmı ise gasbedilen malı almanın hükmü kısmında bahsettiğimiz hükümlere tabi olur. Şayet umuma ait bir mal ise yukarıda belirttiğimiz şe­kilde fetva vermeyle ilgili maslahatın ortadan kalkması söz konusu olmaya­caksa alır ve kamunun yararına en uygun şekilde harcar. Şayet şahıs fetva ehlinden biri değilse bu söylediğimizi gasbedilmiş malda bile yapabilir.

İkinci durum, malın harcanması gereken cihetin belli olmamasıdır. Bu durumda hak sahibini bulabilme ümidini keserse mal kamuya ait kabul edi­lir ve malı alarak kamu yararına harcar. Hak sahibini bulmayı umarsa, onu aramak niyetiyle malı alır. îyice aradıktan sonra artık bulma imkanı kalmaz­sa mal yine kamuya ait kabul edilir.

[Malının Çoğunun Haram Olduğunu îkrar Eden Kimseyle Alışveriş Yapma]

Şöyle bir soru sorulabilir: malının çoğunun haram olduğunu itiraf eden kimseyle alışveriş yapmanın hükmü nedir, caiz mi yoksa haram mıdır?

Bu soruya şu şekilde cevap veririz: haramdan sakınma imkanı çok nadir olacak şekilde malın büyük bir kısmı haramsa, o kişiyle alışveriş yapmak ca­iz olmaz. Mesela elinde biri hariç hepsi haram olan bin dinar bulunan kim­seyle bir dinarlık alışveriş yapmak caiz değildir. Zira yapılan işlemin helal olan bir dinara karşılık olma ihtimali çok düşüktür. Sahibi bulunan bin gü­vercinin arasına karışan sahipsiz bir güvercini avlamak da aynı şekilde caiz değildir. Şayet alışveriş bir dinardan daha yüksek bir bedel karşılığında ya­pılırsa bunun haram olduğunda şüphe yoktur.

Helal olan bin dirhemle haram olan bir dirhemin karışması örneğinde ol­duğu gibi malın büyük bir kısmı helal ise o kimseyle alışveriş yapmak caizdir. Süt kız kardeşin yabancı bir kadınla karışması, sahipsiz bin güvercinin sahipli bir güvercinle karışması örneklerinde de hüküm böyledir. Bu durum­da alışveriş caizdir, geçerlidir. Zira alışverişin haram olana denk gelme ihti­mali çok düşüktür. Aynı durum avlanma için de geçerlidir.

Bu iki durum arasında haram olan paranın çokluğu ve azlığına göre ha­ram, mekruh ve mubah dereceleri vardır. Bu konuda ölçü şudur: haram pa­ranın çokluğu ölçüsünde mekruh olma derecesi artar, helal paranın çokluğu ölçüsünde de azalır.

Helal bir dinarın, haram bir dinara ya da bin dinara karışması haram ka­bul edilmesi için açık bir sebeptir. Bu ikisi arasında haram olanların helal olanlara nispetle çokluğu ya da azlığı oranında şüpheli durumlar vardır. Ha­ram olanlar arttıkça şüphe artar, azaldıkça şüphe azalır. Ta ki helal olanlar haram olanlara denk olur ki iki şüphe de birbirine denk olur.

Bu konuyu inşallah yeri geldiğinde daha geniş bir şekilde ele alacağız.

5- Görev Verilecek Adil Kimseleri Bulmanın İmkansız Olması Hali

Adil bir adayın bulunmaması hasebiyle genel ya da özel bir göreve adil birinin seçilmesi mümkün olmuyorsa, zulmü en az olan kişi tercih edilir. Bu­nun misalleri çoktur:

1- Devlet başkanlığına adil birinin seçilme imkanının olmaması. Bu du­rumda imkan nispetinde zulmü en az olan devlet başkanı seçilir.

Zulmü az olan kişi umumî maslahatların onda birini terk ederken, diğeri beşte birini terk ediyorsa, beşte birini ya da daha fazlasını terk edeni seçmek caiz olmaz. Maslahatların sadece onda birini terk edeni seçmek caiz olur. Bu­nu caiz görüyoruz, zira maslahatların onda birini zayi ederek onda dokuzu­nu elde etmek; müslümanlar ve yetimler için, hepsini kaybetmekten ya da beşte birini kaybetmekten daha iyidir. Bu durum iki mefsedetten daha kötü olan az kötü olandan öncelikle izale edilir, kaidesinin bir sonucudur.

israf sebebiyle hacir altına alınan bir kimse devlet başkanlığı makamına getirilse, bu kimsenin devlet başkanı olarak yaptığı tasarruflar hakka uygun­sa zarurete binaen geçerli sayılır. Şahsıyla ilgili tasarrufları ise geçersizdir. Zira kendi maslahatı için olsa bile böyle bir tasarrufu geçerli kılacak meşru bir gerekçe yoktur.

insanlar, bir kadın ya da mümeyyiz çocuğun devlet başkanı olması şek­linde bir belaya duçar olurlarsa, aralarındaki akıllı, tecrübeli kimselere ba­karlar, bunlar kadın ya da çocuğun orduyu donatma, vali ve hakim tayin etme gibi hakka uygun tasarruflarını geçerli sayıyorlar mı? Ancak bu görüş de tartışmaya açıktır.

Kafirler büyük bir coğrafyayı işgal edip, müslümanların umumî masla­hatlarını yerine getiren birini devlet başkanı olarak tayin etseler zahir olan durum şudur: umumî maslahatların elde edilip mefsedetlerin izale edilme­si için bu başkanın tüm tasarruflarını geçerli kabul etmek gerekir. Zira ehil olan bir kimseyi hakimlik makamına atayan kişi müslüman değil diye umumî maslahatlar: yok edip mefsedetlere katlanmak yüce Allah'ın rah­metine ve kullarının maslahatını gözetmesine aykırıdır. Bu uzak bir ihti­maldir.

2- Farklı derecelerde zalim olan hakimlerden zulmü en az olan tercih edi­lir. Zira seçme hakkımız olduğu halde diğerini ön plana çıkarmamız bir çok maslahatın ortadan kalkması anlamına gelir. Müslümanların maslahatları­nın ortadan kaldırılması ise caiz değildir. Ancak elde edilmelerinin imkansız olması hali müstesnadır. Zulmü az olan hakimin tercih edilmesi ve benzeri durumlara cevaz verilmezse, yetimlerin ve müslümanların malları zayi olur. Allah (cc) şöyle buyurdu: "Gücünüz yettiği kadar Allah'tan sakının."[102]

Hakimin dinlediği şahitlerin adil olmaması durumu farklıdır. Zira dava­cının maslahatı karşısında davalının mefsedeti vardır. Tercih edilen görüşe göre adil olmayan şahidin sözü kabul edilmez. Aslolan insanların beden ve zimmetleriyle ilgili borçlarının olmamasıdır. Yine zahir olan şudur ki, bir Şey, onu elinde bulundurana aittir.

3- Yetimlere veli tayin edilmek üzere adil bir kimsenin bulunmaması. Bu durumda da zulmü en az olan veli tayin edilir. Zira bir kısmın korunması, bütünün kaybedilmesinden evladır. Yetimin bin dirhemi varsa, zulmü en az oîan veli yüz dirhem kaybettirip geri kalanı muhafaza ediyorsa, iki yüz ya da daha fazla dirhem kaybettirecek kişinin_veli seçilmesi caiz olmaz.

4- Müezzin ve imamlık vazifeleri için adil birisinin bulunamaması duru­munda az günahkar oîan çok günahkar olana tercih edilir. Böylece imkan nispetinde bazı maslahatlar elde edilmiş olur.

Yöneticilerin günahkarlıkları farklı derecelerde ise günahı en hafif olan tercih eüılir. Mesela birinin günahı, adam öldürmek, diğerininki tecavüz et­mek, bir diğerininki de başkalarının mallarına saldırmak ise mallara saldıran tecavüz edene tercih edilir. Onun tayini de mümkün olmazsa tecavüz eden, adam öldürene tercih edilir. Öncelik sırası bu şekilde işlenilen günahın bü­yüklük ve küçüklük derecesine göre belirlenir.

Şöyle bir soru gelebilir: günahına yardımcı olma pahasına da olsa günah­kar olan bu kişilerden birine görev verme ve tasarruflarım geçerli kılmak için onun yanında mücadele etme caiz olur mu?

Buna şöyle cevap veririz; evet, birbirinden farklı olan mefsedetlerden da­ha kötüsünü defetmek için bu caizdir. Ancak bu konuda biraz durmak gere­kir. Şöyle ki, biz diğer şahsın kadınlara tecavüz etmesine mani olmak için za­lim bir kimseye, başkasının malına yönelik saldırısında yardımcı oluyoruz ki bu günahtır. Yine diğer şahsın haksız yere insanları öldürmesine engel ol­mak için, zalim bir kimseye başkasına tecavüz etmesinde yardımcı oluyoruz, ki bu ela günahtır. Ancak günah olan bu fiillere yardımcı olmak, bizatihi gü­nahtan dolayı değil, tercih edilmesi gereken bir diğer maslahatın elde edil­mesi için caizdir. Bu cevaz, yardım neticesinde ortaya çıkan maslahatın, meydana gelen mefsedetin izalesiyle ortaya çıkacak maslahattan büyük ol­ması halinde geçerlidir. Hür, müslüman kimselerin kafirlerin elinde esir ol­maları durumunda onların serbest bırakılması için kafirlere fidye verilmesi de burada örnek olarak zikredilebilir.

6. Hakim ve veli bulamayan bir kadın, yabancı bir erkeği kendisini evlen­dirmek üzere hakem olarak tayin edebilir mi? Ya da hakemlik söz konusu ol­maksızın kendisini evlendirme yetkisini ona verebilir mi?

Bu ve benzeri meselelerin temelinde zaruret ve ihtiyaç vardır. Normal şartlarda caiz olmayan şeyler zaruret halinde caiz olur. Mesela borcunu in­kar edip vermeyen borçlunun malını eline geçiren alacaklı bu maldan hakkı kadar alabilir. Bulduğu mal kendi alacağı cinsten olmasa bile satmak üzere alabilir. Deve binicisinin develeri terk ederek kaçması meselesi de bu çerçe­vededir. Yine bulunan bir malın sahibi adına korunmak için alınması, böyle bir malı alan kimsenin bu malı, kendisine ait olduğunu söyleyip vasıflarını sayan kimseye teslim etmesi; zor durumda kalan kimsenin izni olmaksızın başkasına ait yemeği yemesi vb. meseleler de bu çerçevede ele alınır.


[98] Buhari, Ahkam, 13/126; Müslim, Imare 3/1460

[99] Maide 20

[100] Müslim, ez-Zikru ve'd-Dua, 4/2074

[101] Buhari, Edeb, 10/447

[102] Teğabun 106