Eslemnur
Mon 27 September 2010, 03:04 am GMT +0200
Vatandaşlık Hakları
Şimdi şu noktaya gelelim: İslâmda vatandaşlığın esas hakları (Fondamental Rights) nelerdir?
İslâmda vatandaşa ilk verilen hak, onların can, mal, namus ve şerefinin korunmasıdır. Herhangi bir kanunî şekil olmaksızın, onların bu haklarına tecavüz edilmesin. Bu hususu Nebi sallalahu aleyhi ve sellem müteaddit hadis-i şeriflerinde beyan buyurmuşlardır. Veda Haccında Zat-ı Saadetleri meşhur hutbelerinde îslâmî yaşayış nizamının kaidelerini beyan buyurmuşlardır:
Sizin kanlarınız ve mallarınız; ırz ve namusunuza hürmet gösterilmesi lâzımdır. Bu hac gününün hürmeti gibi. Bu hürmet hakkında Zat-ı Saadetleri şu noktayı da belirtmişlerdir:
Ancak İslâm hakkı ile Yani islâm kanunları dolayısiyle bir kimsenin canı, malı, ırz ve namusuna bir tecavüz vuku bulursa, İslâmî kaide ve usul gereğince bu zararın telafi edilmesi lâzımdır.
İkinci mühim hak da şahsî hürriyet hakkıdır. İslâmda kimsenin hürriyeti belli kanunî şekilde kendisine ait bir suç ispat edilmedikçe yok edilemez; elinden alınamaz.
Ebu Davud, şöyle bir rivayeti kaydeder: Bir ara Medine halkından birisi şüphe üzerine yakalandı. Sahabilerden biri, okunmuş bulunan bu bahsettiğimiz hutbenin okunduğu sırada ayağa kalkarak, Nebi sallallahu aleyhi ve selleme şu suali sordu: Benim komşularımdan biri herhangi bir şüphe üzerine yakalanmıştır. Bu adamın yakalanmasının sebebi nedir? Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ikinci defa bu zatın sözünü dinledi ve şehrin emniyetini idare eden zatı ayağa kaldırarak, yakaladığı bu kimsenin yakalanması için makul bir sebep beyan edip edemiyeceğini sordu. Fakat üçüncü defa sahabi sözünü tekrarladı ve şehrin emniyeti ile vazifeli bulunan zat da makul bir cevap veremedi.
O zaman Zat-ı Saadetleri emirlerinde şunu bildirdiler:
"Hallû lehü ciyranehü: Onun komşusunu kendisine bırakınız."[100]
Bu hadiseten şu mesele anlaşılıyor: Bir şahıs hakkında belli başlı ve kesin bir töhmet delili bulunmaksızın ve bu itham sabit olmadan, bu kimseyi tutuklu bulundurmak İslâm kaidelerine uymaz.
İmam Hattabî, telif etmiş bulunduğu Ma'âlim - Es -Sünen isimli eserinde bu hadisi şerh ederek şöyle yazar:
"İslâmda iki çeşit hapis vardır: Biri "Haps-i Ukubet" yani ceza hapsi. Adalet cezayı tayin ettikten sonra herhangi bir kimse haps edilir, tutuklanır. Ikincisi; "Haps-i İstizhar" yani arama tarama hapsi. Müttehem (zanlı) araştırılmak için hapsedilir. Bunlardan başka îslâmda herhangi bir hapis şekli yoktur."[101]
Bu hususta imam Ebu Yûsuf, telif etmiş olduğu Kitab-EI-Harâc'da şöyle yazar: Herhangi bir kimse sırf itham yüzünden tutuklanamaz, Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem sadece itham için kimseyi tutuklamamıştır. Elbette davacı ile davalının her ikisinin de adalet huzurunda hazır bulunmalarında zaruret vardır. Davacı kendi davasını ispat etmek için işe girişir, ithamını ispat edemezse, o zaman dava edilen salıverilir.[102]
Hazret-i Ömer Radıyallahü Taalâ anh bir dava görürken şu hususu beyan buyurmuştur:
"İslamda hiçbir kimse, adaletsiz olarak tutuklanamaz."[103]
Üçüncü mühim hak da fikir hürriyetidir. Bu mevzuda İslâmî kanunların en güzel izahı Hazret-i Ali Radiyallahu anh devrinde oldu. O zamanlar Havaric güruhu peydahlamıştı. Bunlar günümüzün Anarşist ve Nihlistlerine benziyordu. Hazret-i Ali Radiyallahu Taalâ anh, devrinde bunlar açıktan açığa mevcut hükümeti kabul etmek istemiyorlardı. Bunların ortadan kaldırılması için kılıç kullanmak gerekiyordu. Hazret-i Ali Radiyallahu Taalâ anh, onlara şu şekilde haber gönderdi:
"Bulunduğunuz yerde kalınız; aramızda kan dökülmesin; yolları da kapamayınız ve kimseye zulüm de etmeyiniz."[104]
Başka bir zaman yine Hazret-i Ali Radiyallahu anh Haricilere şu mesajı gönderdi:
"Siz fesat çıkarmadıkça, biz de sizinle savaşa girmeyiz."[105]
Bu örneklerden açık bir şekilde anlaşılıyor ki, herhangi bir topluluk ne şekilde düşünürse düşünsün, bu düşüncelerini emniyetle açığa vurabilirler. islâm rejimi bu tarz hareketlere engelolmaz. Elbette ki, onlar kendi fikirlerini ve düşüncelerini zorla ve şiddet kullanarak (By Violent Mean) ortaya, koyup kabul ettirmeye kalkar ve hükümet düzenini bozmak ve dağıtmak yolunu tutarlarsa, o zaman iş değişir.
Diğer bir hakka da islâm fazla ehemmiyet vermiştir. Bu çok önemli nokta da şudur: islâm devleti sınırları içinde yaşayan halkı, medenî yaşayışın temel gereklerinden mahrum bırakmamaktır. Bu hususta İslam zekâtı farz kılmıştır. Zekâtın farz olduğu hakkında Allahın Resulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle beyan buyurmuşlardır:
"Zenginlerinden alır ve fakirlere verirsin."
(Buhari ve Müslim)
Başka bir hadis-i şerifte Zat-ı Risaletpenahileri şu gerçeği işaret etmişlerdir.
"Hükümet, kimsesizlerin kimsesi ve hamisidir."
Diğer bir hadis-i şeriflerinde de Zat-ı Saadetleri şu ölçüyü belirtmişlerdir:
"Hiç bir şeyi olmadan ölen bir kimsenin mesuliyetleri (borçlar ve saire) bize aittir."
(Buhari ve Müslim)
islâm, bu mevzularda vatandaşlar arasında müslüman veya azınlık yani zımmî arasında fark gözetmez. Zımmîler de müslümanlar gibi bu medenî haklardan faydalanırlar. Hükümet, aç olan, çıplak olan, barınacak yeri bulunmayanları açıkta bırakamaz. Hazret-i Ömer bir ara bir zımmîye rasladı. Bu zımmî dilenen ihtiyar bir Yahudi idi. Örnek devlet reisi Hazret-i Ömer, derhal bu şahsı cizye vermekten muaf tuttu. Ve kendisine maaş bağlanması için hazine memuruna şöyle yazdı:
"Allaha yemin ederim ki, gençliğinde faydalandığımız kimseyi ihtiyarlığında kendi başına bırakmak, insaf değildir."
(Ebu Yusuf, Kitab - El - Harac S: 72) Hazret-i Halid Radiyallahu anh, Hiyre'nin gayrı müslimlerine bir vesika yazıp vermişti. Bu vesikada açık olarak şu hususlar bildirilmişti:
"Yaşlılardan veya herhangi bir sakatlığı bulunanlar-dan, yahut da iflâs etmiş olanlardan ve fakirlerden cizye alınmayacaktır. Bununla birlikte müslümanların beytülmalinsden de bu gibi kimselerin geçimlerini temin için maaş verilecektir. Bu şekilde geçimleri sağlanmış olacaktır.[106]