ezelinur
Fri 26 February 2010, 02:31 pm GMT +0200
"Vasiyet" lügatte birkaç anlama gelir. "Falana mal vasiyet ettim" denildiğinde, bu, falana mal verdim anlamını ifâde eder. "Falana çocuğunu vasiyet ettim" denildiğinde, bu, çocuğuna şefkatli olmasını falandan istedim, anlamını ifâde eder. "Falana namazı vasiyet ettim" denildiğinde, bu, ona namaz kılmasını emrettim, anlamına gelir. Bir ..şeyi bir şeye kavuşturduğunda, bir şeyi bir şeye vasiyet ettin, denir. Böyle olunca da bir malı vasiyet eden kimse, tasarrufun geçerliliği hususunda sanki ölüm sonrasıyla, ölüm öncesini birbirine kavuşturmuş olmaktadır.
isim olarak "vav" harfinin esresiyle "visâyet" kalıbı kullanılır. "Vav" harfi bazan üstünle okunarak "vesayet" şeklinde de kullanılabilir.
Vasiyet´in fıkıh ıstılahındaki anlamı konusunda mezheblerin geniş açıklamaları aşağıya alınmıştır.
Vasiyet´in meşrûiyyet deliline gelince, bu hususta hem Kitab, hem de Sünnet´te delîl vardır. Kitab´taki delîl şu âyet-i kerîmedir;
"Birinize ölüm geldiği zaman, eğer geriye bir hayır (mal) bırakacaksa, vasiyet etmek farz kılındı." (Bakara: ıso).
Sünnet´teki delile gelince, Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
"Bir müslümanın.hakkında vasiyet edeceği bir şeyi olduğu halde, vasiyeti yanında yazılı olarak bulunmadan iki gece gecelemesi doğru değildir.[4]
Hadîsin anlamı şudur: Hakkında vasiyette bulunacağı bir mala sahip olan bir insanın, vasiyetini yazmadan, üzerinden bir zaman geçmesi akıllılık ve doğru görüşlülükten sayılmaz. Burada maksat, özellikle iki gece olmayıp vasiyetin en kısa zamanda yazılmasına teşvikte bulunmaktır.
(7) Hanefîler dediler ki: Teberru yoluyla ölümden sonra geçerli olmak üzere mülk kılmaya, vasiyet denir. "Mülk kılma" sözü satış ve hîbe gibi mülkiyeti nakledici akidleri kapsar. "Ölümden sonra geçerli olmak üzere" sözü, vasiyet dışındaki diğer akidleri, "teberru yoluyla" sözü de yabancı için borç ikrarında bulunmayı kapsam dışına çıkarmaktadır. Adamın biri sağlığındayken,.başkasına borçlu olduğunu ikrar eder sonra da Ölürse, bu ikrar, borcu ölümaen sonra mülk kılmak olur. Borcu ikrar etmenin, mülk kılmak olmadığı, bu ikrarın sadece zinımettekini açığa vurmak olduğu söylenmektedir. Bu ise, borcu mülk kılma dışındaki bir şeydir. Şu halde "teberru yoluyla kayamı koymaya ihtiyaç yoktur.
Vasiyet edilen şeyin ayn veya menfaat olması arasında bir fark yoktur. Vasiyetin lâfız olarak ölüme izafe edilmesi şart değildir."ÖIümümden sonra" kaydını koymadan: "Şu malı vasiyet ettim" diyen bir kimsenin vasiyeti sahih olur. Hatta vasiyet kelimesini sarih olarak ifâde etmeden vasiyete delâlet eden bir söz söylese de mesela, "malımın üçte birinden bin kuruşu falanadır" derse, ölüm lâfzını anmasa bile bu bir vasiyet olur. Zîra "üçte birinden" sözü, ölüm sonrasına delâlet eder. Eğer malımdan veya malımın yarısından veya dörtte birinden demiş olsaydı, vasiyet sözünü söylemediği takdirde bu vasiyeti sahih olmazdı.
Mâlikller dediler ki: Fıkıhçılann örfünde vasiyet bir akidtir ki, akdi yapanın malının üçte birinde hakkı gerekli kılar. Vasiyet, akdi yapanın ölümüyle bağlayıcı olur veya kendisinden sonra, kendisine niyabeti gerekli kılar. Tanımdan anlaşıldığına göre vasiyet akdi iki sonuçtan birini doğurmaktadır:
1- Kendisi için vasiyette bulunulanın, vasiyet edenin malının üçte birine, ölümünden sonra mâlik olması. Çünkü vasiyet akdi, ancak vasiyet edenin ölümünden sonra bağlayıcı olur. Ölümünden önceyse bağlayıcı olmaz.
2-Vasiyet edene tasarruf hususunda nâiblik etmek. Vasiyet eden kişi, ölümü halinde yerine ya bir nâib konulmasını vasiyet eder veya bir mal île vasiyette bulunur. Bazı Mâlikîler vasiyeti, Hanefîlerin tanımladıkları şekilde tanımlamışlardır. Açıkça bilindiği gibi birincisi, ikincinin aksine vasî tâyin etme anlamındaki vasiyeti kapsamaktadır.
Şâfiîler dediler ki: Vasiyet, Ölüm sonrası geçerli olmak üzere bir hakkı teberru etmektir. Ölüm sonrası geçerlilik kaydından söz edip etmeme arasında bir fark yoktur. Bir kimse, "Ahmed için şu malı vasiyet ettim" derse, bu, ölüm sonrası geçerli olacaktır, demektir.
Hanbelîler dediler ki: Vasiyet, ölümden sonra tasarrufta bulunma emridir. Örneğin bir adamın kendi küçük çocukları üzerinde kayyumluk yapmak veya kızlarını evlendirmek veya malının üçte birini ayırmak veya başka bir işi yapmak üzere bir kişiye vasiyette bulunması gibi. Bu, vasiyetin, vasî tâyin etme anlamındaki tanımıdır.
Vasiyetin, malın bir bölümünü başkasına vermek anlamındaki tanımına gelince, şöyle denilir: Vasiyet, ölümden sonra geçerli olmak kaydıyla malın başkasına teberru edilmesidir.
Vasiyetin Rükün Ve Şartları
Vasiyetin rükünleri şunlardır:
a- Vasiyet eden.
b- Kendisi için vasiyette bulunulan.
c- Vasiyet edilen şey.
d- Vasiyet sîgası.
Vasiyetin şartlarına gelince, mezheblerin buna İlişkin geniş açıklamaları aşağıya alınmıştır.
(8 ) Hanefîler dediler ki: Vasiyetin bir tek rüknü vardır ki, o da, benzer akidlerde de bilindiği gibi, icâb ve kabuldür.
îcâb, vasiyet edenin, "falan için şöyle vasiyet ettim" veya "falana vasiyet ettim" veyahut "malımın üçte birini,ölümümden sonra geçerli olmak üzere falan için kıldım" demesi, yahut da vasiyette kullanılan bunlara benzer bir lâfzı telâffuz etmesidir.
Kabul ise, vasiyet edilen mülkün, kendisi için vasiyette bulunulana fayda vermesi için şarttır. Kendisi için vasiyette bulunulan kişi, kabulden önce bu mala mâlik olamaz. Hibenin aksine, vasiyette tesellüm şart değildir.
Kabulün, vasiyet edenin Ölümünden sonra olması şarttır. Kendisi için vasiyette bulunulan, vasiyet edenin sağlığında vasiyeti kabul veya reddederse, bu bâtıl olur, geçersizdir. Vasiyet edenin ölümünden sonra tekrar kabul edebilir. Çünkü vasiyet, ölüm sonrası mülk kılmaktır ve ölüm şartına bağlıdır. Hatta eli altında mevcud bulunan davarların üçte birini vasiyet eder de bu davarların yarısı telef olduktan sonra ölürse, kendisi için vasiyette bulunulmuş olan kişi, geriye kalan davarların ancak üçte birine mâlik olur. İcâbin sübûtu, ancak vasiyet edenin ölümünden sonra gerçekleşir. Aynı şekilde kabul veya red de ancak ölümden sonra bir anlam ifâde eder. Ölümden önce ise icâb yoktur. Bazıları, kabulün şart olmadığını, zîra vasiyetin miras statüsünde bulunduğunu söylemektedirler. Kabul, "vasiyeti kabul ettim" demek gibi ya sarih olur, ya da delâleten olur. Delâleten kabule şu Örneği verebiliriz: Kendisi için vasiyette bulunulan kimse, kabul veya reddetmeden ölürse, susmuş olması, kabule delâlet sayılır. Mirasçısı da vasiyet edilmiş olan şeyi alır. Eylem, söz yerine geçerli olur. Meselâ kendisi için vasiyette bulunulmuş olan kişi, vasiyeti fiilen uygularsa, bu kabul sayılır.
Hanefîler dediler ki: Vasiyet edenin mülk kılmaya, yani başkasına mülkü ifâde etmeye (mülk vererek faydalandırmaya) ehil olması gerekir. Vasiyet eden, kendi şahsında bazı şartlan bulunduran kimsedir:
1- Vasiyet eden, baliğ olmalıdır. Bulûğ çağına yaklaşmış olsun olmasın, ticârete izinli olsun olmasın, bulûğ öncesi veya sonrası ölmüş olsun, yapılan vasiyet hayır işi için olsun olmasın, çocuk mümeyyiz olsun olmasın, küçük çocuğun vasiyeti sahih olmaz. Evet, mümeyyiz çocuğun bir tek şeyde vasiyeti sahihtir. O da kendi cenazesinin teçhiz ve defni için vasiyette bulunmasıdır. Bulûğ çağına yaklaşmış olan bir çocuğun vasiyetini onayladığına dâir Hz. Ömer (r.a)dan nakledilen haber de bu cümledendir.
2- Vasiyet eden, akıllı olmalıdır. Delilik süresi zarfında delinin yaptığı vasiyet sahih olmaz. Hatta ayılsa ve ayıldıktan sonra ölse, yine sahih olmaz. Çünkü ehliyeti, vasiyeti yaptığı esnada mevcud değildir. Ayık iken vasiyet edip sonra delirir ve deliliği sürekli olursa veya altı ay devam ederse, vasiyeti bâtıl olur. Aksi takdire bâtıl olmaz. Sağlamken vasiyette bulunur, sonra vesveseye mâruz kalıp bunarsa ve bu hali altı ay devam ederse vasiyet bâtıl olur.
3- Vasiyet eden, bütün mal varlığını kapsayacak bir borç altında bulunmamalıdır. Eğer bu kadar çok borç altındaysa, vasiyeti sahih olmaz. Çünkü borcu kapatmak, vasiyeti yerine getirmekten önce gelir.
4- Vasiyet eden şakacı, hata eden, baskı altında tutulan biti olmamalıdır.
5- Vasiyet eden vasiyet vaktinde değil de ölüm vaktinde mirasçı olmamalıdır. Adamın biri vasiyet ettiği esnada kendisine mirasçı olan kardeşi için vasiyette bulunur, sonra da bu kardeşi mirastan menedecek bir oğlu dünyaya gelirse, vasiyet sahih olur. Bunun tersi olarak adamın biri, kendi oğlu bulunduğu için kendisinin mirasından mahrum kalan kardeşine vasiyette bulunur; bilâhare babasının ölümünden önce oğlu Ölür ve kardeşi de kendisine mirasçı olursa, vasiyet bâtıl olur. Diğer mirasçılar, bir mirasçıya yapılmış olan vasiyeti onaylarlarsa, vasiyet yerine getirilir. Onaylayan mirasçıların akıllı, baliğ ve hasta olmayıp sağlıklı olmaları gerekir. Hasta onaylar ve iyileşmeden ölürse, onayı geçerli olmaz. Ancak bu şartları taşıyan diğer mirasçılar onaylarlarsa, vasiyet yerine getirilir.
6- Vasiyet eden, mükâteb de olsa, köle olmamalıdır. Ancak vasiyeti, azâd olduktan sonra zamana bağlarsa sahih olur. Malından uzakta bulunan yolcunun vasiyeti caiz olur.
7-Vasiyet edenin tutuk dilli olmaması gerekir. Bir kimsenin dilinin, konuşmasına engel olacak şekilde hastalanması halinde, vasiyet etmesi sahih olmaz. Meğer ki bu hastalığı uzun süre devam edip ahras gibi olsun ve bilinen işaretlerle konuşsun. Bu durumda işaret ve yazı, konuşma yerine geçer. Ahrasın işareti, konuşmak gibidir. Çünkü onun işaretinin ifâde ettiği anlam, insanlarca bilinmektedir. Dilinde kronik bir hastalık meydana gelip, yaptığı işaretlerin ifâde ettiği anlamın halk tarafından bilinir olduğu kimse de bu hükme tâbîdir. Bu kişinin halka hitap ederken kullandığı bilinir işaretler; vasiyet, nikâh, talâk, satma ve satın alma akidlerinde konuşma yerine geçerli olur. Böyle bir kimsenin dilinde meydana gelen hastalık geçici ise ve halkça bilinir işaretleri yoksa, dili iyileşinceye dek bu tür akidleri (işaretlerle) yapması sahih olmaz.
isim olarak "vav" harfinin esresiyle "visâyet" kalıbı kullanılır. "Vav" harfi bazan üstünle okunarak "vesayet" şeklinde de kullanılabilir.
Vasiyet´in fıkıh ıstılahındaki anlamı konusunda mezheblerin geniş açıklamaları aşağıya alınmıştır.
Vasiyet´in meşrûiyyet deliline gelince, bu hususta hem Kitab, hem de Sünnet´te delîl vardır. Kitab´taki delîl şu âyet-i kerîmedir;
"Birinize ölüm geldiği zaman, eğer geriye bir hayır (mal) bırakacaksa, vasiyet etmek farz kılındı." (Bakara: ıso).
Sünnet´teki delile gelince, Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
"Bir müslümanın.hakkında vasiyet edeceği bir şeyi olduğu halde, vasiyeti yanında yazılı olarak bulunmadan iki gece gecelemesi doğru değildir.[4]
Hadîsin anlamı şudur: Hakkında vasiyette bulunacağı bir mala sahip olan bir insanın, vasiyetini yazmadan, üzerinden bir zaman geçmesi akıllılık ve doğru görüşlülükten sayılmaz. Burada maksat, özellikle iki gece olmayıp vasiyetin en kısa zamanda yazılmasına teşvikte bulunmaktır.
(7) Hanefîler dediler ki: Teberru yoluyla ölümden sonra geçerli olmak üzere mülk kılmaya, vasiyet denir. "Mülk kılma" sözü satış ve hîbe gibi mülkiyeti nakledici akidleri kapsar. "Ölümden sonra geçerli olmak üzere" sözü, vasiyet dışındaki diğer akidleri, "teberru yoluyla" sözü de yabancı için borç ikrarında bulunmayı kapsam dışına çıkarmaktadır. Adamın biri sağlığındayken,.başkasına borçlu olduğunu ikrar eder sonra da Ölürse, bu ikrar, borcu ölümaen sonra mülk kılmak olur. Borcu ikrar etmenin, mülk kılmak olmadığı, bu ikrarın sadece zinımettekini açığa vurmak olduğu söylenmektedir. Bu ise, borcu mülk kılma dışındaki bir şeydir. Şu halde "teberru yoluyla kayamı koymaya ihtiyaç yoktur.
Vasiyet edilen şeyin ayn veya menfaat olması arasında bir fark yoktur. Vasiyetin lâfız olarak ölüme izafe edilmesi şart değildir."ÖIümümden sonra" kaydını koymadan: "Şu malı vasiyet ettim" diyen bir kimsenin vasiyeti sahih olur. Hatta vasiyet kelimesini sarih olarak ifâde etmeden vasiyete delâlet eden bir söz söylese de mesela, "malımın üçte birinden bin kuruşu falanadır" derse, ölüm lâfzını anmasa bile bu bir vasiyet olur. Zîra "üçte birinden" sözü, ölüm sonrasına delâlet eder. Eğer malımdan veya malımın yarısından veya dörtte birinden demiş olsaydı, vasiyet sözünü söylemediği takdirde bu vasiyeti sahih olmazdı.
Mâlikller dediler ki: Fıkıhçılann örfünde vasiyet bir akidtir ki, akdi yapanın malının üçte birinde hakkı gerekli kılar. Vasiyet, akdi yapanın ölümüyle bağlayıcı olur veya kendisinden sonra, kendisine niyabeti gerekli kılar. Tanımdan anlaşıldığına göre vasiyet akdi iki sonuçtan birini doğurmaktadır:
1- Kendisi için vasiyette bulunulanın, vasiyet edenin malının üçte birine, ölümünden sonra mâlik olması. Çünkü vasiyet akdi, ancak vasiyet edenin ölümünden sonra bağlayıcı olur. Ölümünden önceyse bağlayıcı olmaz.
2-Vasiyet edene tasarruf hususunda nâiblik etmek. Vasiyet eden kişi, ölümü halinde yerine ya bir nâib konulmasını vasiyet eder veya bir mal île vasiyette bulunur. Bazı Mâlikîler vasiyeti, Hanefîlerin tanımladıkları şekilde tanımlamışlardır. Açıkça bilindiği gibi birincisi, ikincinin aksine vasî tâyin etme anlamındaki vasiyeti kapsamaktadır.
Şâfiîler dediler ki: Vasiyet, Ölüm sonrası geçerli olmak üzere bir hakkı teberru etmektir. Ölüm sonrası geçerlilik kaydından söz edip etmeme arasında bir fark yoktur. Bir kimse, "Ahmed için şu malı vasiyet ettim" derse, bu, ölüm sonrası geçerli olacaktır, demektir.
Hanbelîler dediler ki: Vasiyet, ölümden sonra tasarrufta bulunma emridir. Örneğin bir adamın kendi küçük çocukları üzerinde kayyumluk yapmak veya kızlarını evlendirmek veya malının üçte birini ayırmak veya başka bir işi yapmak üzere bir kişiye vasiyette bulunması gibi. Bu, vasiyetin, vasî tâyin etme anlamındaki tanımıdır.
Vasiyetin, malın bir bölümünü başkasına vermek anlamındaki tanımına gelince, şöyle denilir: Vasiyet, ölümden sonra geçerli olmak kaydıyla malın başkasına teberru edilmesidir.
Vasiyetin Rükün Ve Şartları
Vasiyetin rükünleri şunlardır:
a- Vasiyet eden.
b- Kendisi için vasiyette bulunulan.
c- Vasiyet edilen şey.
d- Vasiyet sîgası.
Vasiyetin şartlarına gelince, mezheblerin buna İlişkin geniş açıklamaları aşağıya alınmıştır.
(8 ) Hanefîler dediler ki: Vasiyetin bir tek rüknü vardır ki, o da, benzer akidlerde de bilindiği gibi, icâb ve kabuldür.
îcâb, vasiyet edenin, "falan için şöyle vasiyet ettim" veya "falana vasiyet ettim" veyahut "malımın üçte birini,ölümümden sonra geçerli olmak üzere falan için kıldım" demesi, yahut da vasiyette kullanılan bunlara benzer bir lâfzı telâffuz etmesidir.
Kabul ise, vasiyet edilen mülkün, kendisi için vasiyette bulunulana fayda vermesi için şarttır. Kendisi için vasiyette bulunulan kişi, kabulden önce bu mala mâlik olamaz. Hibenin aksine, vasiyette tesellüm şart değildir.
Kabulün, vasiyet edenin Ölümünden sonra olması şarttır. Kendisi için vasiyette bulunulan, vasiyet edenin sağlığında vasiyeti kabul veya reddederse, bu bâtıl olur, geçersizdir. Vasiyet edenin ölümünden sonra tekrar kabul edebilir. Çünkü vasiyet, ölüm sonrası mülk kılmaktır ve ölüm şartına bağlıdır. Hatta eli altında mevcud bulunan davarların üçte birini vasiyet eder de bu davarların yarısı telef olduktan sonra ölürse, kendisi için vasiyette bulunulmuş olan kişi, geriye kalan davarların ancak üçte birine mâlik olur. İcâbin sübûtu, ancak vasiyet edenin ölümünden sonra gerçekleşir. Aynı şekilde kabul veya red de ancak ölümden sonra bir anlam ifâde eder. Ölümden önce ise icâb yoktur. Bazıları, kabulün şart olmadığını, zîra vasiyetin miras statüsünde bulunduğunu söylemektedirler. Kabul, "vasiyeti kabul ettim" demek gibi ya sarih olur, ya da delâleten olur. Delâleten kabule şu Örneği verebiliriz: Kendisi için vasiyette bulunulan kimse, kabul veya reddetmeden ölürse, susmuş olması, kabule delâlet sayılır. Mirasçısı da vasiyet edilmiş olan şeyi alır. Eylem, söz yerine geçerli olur. Meselâ kendisi için vasiyette bulunulmuş olan kişi, vasiyeti fiilen uygularsa, bu kabul sayılır.
Hanefîler dediler ki: Vasiyet edenin mülk kılmaya, yani başkasına mülkü ifâde etmeye (mülk vererek faydalandırmaya) ehil olması gerekir. Vasiyet eden, kendi şahsında bazı şartlan bulunduran kimsedir:
1- Vasiyet eden, baliğ olmalıdır. Bulûğ çağına yaklaşmış olsun olmasın, ticârete izinli olsun olmasın, bulûğ öncesi veya sonrası ölmüş olsun, yapılan vasiyet hayır işi için olsun olmasın, çocuk mümeyyiz olsun olmasın, küçük çocuğun vasiyeti sahih olmaz. Evet, mümeyyiz çocuğun bir tek şeyde vasiyeti sahihtir. O da kendi cenazesinin teçhiz ve defni için vasiyette bulunmasıdır. Bulûğ çağına yaklaşmış olan bir çocuğun vasiyetini onayladığına dâir Hz. Ömer (r.a)dan nakledilen haber de bu cümledendir.
2- Vasiyet eden, akıllı olmalıdır. Delilik süresi zarfında delinin yaptığı vasiyet sahih olmaz. Hatta ayılsa ve ayıldıktan sonra ölse, yine sahih olmaz. Çünkü ehliyeti, vasiyeti yaptığı esnada mevcud değildir. Ayık iken vasiyet edip sonra delirir ve deliliği sürekli olursa veya altı ay devam ederse, vasiyeti bâtıl olur. Aksi takdire bâtıl olmaz. Sağlamken vasiyette bulunur, sonra vesveseye mâruz kalıp bunarsa ve bu hali altı ay devam ederse vasiyet bâtıl olur.
3- Vasiyet eden, bütün mal varlığını kapsayacak bir borç altında bulunmamalıdır. Eğer bu kadar çok borç altındaysa, vasiyeti sahih olmaz. Çünkü borcu kapatmak, vasiyeti yerine getirmekten önce gelir.
4- Vasiyet eden şakacı, hata eden, baskı altında tutulan biti olmamalıdır.
5- Vasiyet eden vasiyet vaktinde değil de ölüm vaktinde mirasçı olmamalıdır. Adamın biri vasiyet ettiği esnada kendisine mirasçı olan kardeşi için vasiyette bulunur, sonra da bu kardeşi mirastan menedecek bir oğlu dünyaya gelirse, vasiyet sahih olur. Bunun tersi olarak adamın biri, kendi oğlu bulunduğu için kendisinin mirasından mahrum kalan kardeşine vasiyette bulunur; bilâhare babasının ölümünden önce oğlu Ölür ve kardeşi de kendisine mirasçı olursa, vasiyet bâtıl olur. Diğer mirasçılar, bir mirasçıya yapılmış olan vasiyeti onaylarlarsa, vasiyet yerine getirilir. Onaylayan mirasçıların akıllı, baliğ ve hasta olmayıp sağlıklı olmaları gerekir. Hasta onaylar ve iyileşmeden ölürse, onayı geçerli olmaz. Ancak bu şartları taşıyan diğer mirasçılar onaylarlarsa, vasiyet yerine getirilir.
6- Vasiyet eden, mükâteb de olsa, köle olmamalıdır. Ancak vasiyeti, azâd olduktan sonra zamana bağlarsa sahih olur. Malından uzakta bulunan yolcunun vasiyeti caiz olur.
7-Vasiyet edenin tutuk dilli olmaması gerekir. Bir kimsenin dilinin, konuşmasına engel olacak şekilde hastalanması halinde, vasiyet etmesi sahih olmaz. Meğer ki bu hastalığı uzun süre devam edip ahras gibi olsun ve bilinen işaretlerle konuşsun. Bu durumda işaret ve yazı, konuşma yerine geçer. Ahrasın işareti, konuşmak gibidir. Çünkü onun işaretinin ifâde ettiği anlam, insanlarca bilinmektedir. Dilinde kronik bir hastalık meydana gelip, yaptığı işaretlerin ifâde ettiği anlamın halk tarafından bilinir olduğu kimse de bu hükme tâbîdir. Bu kişinin halka hitap ederken kullandığı bilinir işaretler; vasiyet, nikâh, talâk, satma ve satın alma akidlerinde konuşma yerine geçerli olur. Böyle bir kimsenin dilinde meydana gelen hastalık geçici ise ve halkça bilinir işaretleri yoksa, dili iyileşinceye dek bu tür akidleri (işaretlerle) yapması sahih olmaz.