saniyenur
Thu 2 June 2011, 06:19 pm GMT +0200
ALTINCI DELİL:VAHİY DERECESİNDE OLAN SÜNNETTİR
Bil ki, Rasûlullah (s.a.v)'tan sâdır olan şeyler, ya Allah'tan gelen hükümleri tebliğ için ortaya konmuş söz ve fiillerdir veya tebliğin dışındaki davranışlarıdır.
Birinci Kısım:
Bu, kesin vahiydir. Bilindiği gibi Allah Rasûlü, bu kısımda hata ve yanılmadan korunmuştur. Hanefî âlimleri buna "vahy-i zahir" demektedirler.
Bu kısımdaki vahiy, bazen onun ilâhî vahiy olduğunu gösteren bir lafızla beraber iner veya başka türlü iner. İlahî vahiy olduğunu ifade eden lafızla birlikte gelen, ya taabbüd (kulluk) ya i'câz veya en kısa bir süreyle meydan okuma ifade eder ki bu, Kur'ân'dır.
İ'câz ve tehaddi özelliği taşımayan vahiy ise lafzının da inzal edildiğini söyleyen görüşe göre hadîs-i kudsîdir. Bunun da vahiy olduğunda şüphe yoktur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v), "Rabbu'l-İzzet buyurdu ki," gibi sözlerle Allah'tan haber vermektedir. Bu da yalandan masum bir haberdir. Hz. Peygamberin haberi, Kur'ân'm Allah'ın kelâmı olduğunu gösterdiği gibi; bunun da Allah'ın kelâmı olduğunu gösterir. Hadîs-i kudsîler çoktur. Bir iki Örnek hatırlatalım:
Ebû Zerr el-Gıfârî (r.a), Rasûlullah (s.a.v)'tan, Allah Teâlâ'mn kudsî hadiste şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Ey kullarım! Ben, zulmü kendime haram kıldım ve onu sizin aranızda da haram yaptım. Artık birbirinize zulmetmeyin..."
Bir başka örnek:
"Ey kulum, nimetimi sana ulaştırmak için vasıta kıldığım kimseye teşekkür etmezsen, bana şükretmiş olmazsın."[234]
İnen vahiyle birlikte, onun Allah Teâlâ'ya ait olduğunu gösteren bir söz yoksa o, hadîs-i nebevidir. Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait hadis ve uygulamaların vahiy olduğunu, şu âyet-i kerîmeler göstermektedir :
"O (Peygamber), kendi arzusuna göre konuşmaz. O (bildikleri), kendisine vahyedilenden başkası değildir."[235]
"Ben, ancak bana vahyedilene tâbi olurum."[236]
"Allah, sana Kitab'ı ve hikmeti indirdi ve sana daha önce bilmediklerini öğretti."[237]
Daha önce değindiğimiz gibi âyette geçen "hikmet", sünnettir.
"(Rasûlüm!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu toplamak (kalbinde yerleştirmek) ve onu okutmak, bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman sen, onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir."[238]
"İnsanlardan bir kısım beyinsizler: Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir?' diyecekler. De ki: 'Doğu da batı da Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola iletir.' İşte böylece, sizin insanlığa şahidler olmanız ve Rasûlün de size şahid olması için sizi mutedil bir millet kıldık. (Ey Rasûlüm), hâlen yönelmekte olduğun Kabe'yi, ancak Rasûle uyanlarla, itaatten yüz çevirenleri birbirinden ayırdet-memiz için kıble yaptık. Bu iş, Allah'ın hidâyet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah, sizin iman (ve amelinizi) asla zayi edecek değildir. Muhakkak Allah, insanlara çok merhametli ve günahlarını fazlaca affedicidir."
"(Ey Muhammedi) Biz, senin yüzünün (vahiy gelmesi için) göğe doğru çevrilip durduğunu görüyoruz. Bunun için seni, razı olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü, Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey nıüslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki kendilerine kitab (ve ilim) verilenler, onun, Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir."[239]
Bu âyet-i kerîmeler, kıblenin, Beyt-i Makdis'ten (Kudüs) Kabe'ye çevrilişi esnasında nazil olmuştur. Bu, bize daha önce Beyt-i Makdis'e yönelmenin, vahiyle belirlendiğini ve emredildiğini gösteriyor. Hz. Peygamber (s.a.v), baba ve dedelerinin kıblesi olması hasebiyle, Kabe'ye yönelmeyi şiddetle arzulamasına rağmen ilâhî emir gelmeden oraya yönelmemiş, kendisi ve ashabı, Beyt-i Makdis tarafına yönelmeye devam etmişlerdi. Bu, bize ayrıca onların bu devamlarının hak ve doğru, kıble değişmeden önce bunun kendilerine vâcib olduğunu gösterir.
Böyle olmakla birlikte şunu da hatırlatalım ki, Beyt-i Makdis'e yönelme, Kur'ân âyetleriyle emredilmemiş tir. Çünkü yukarıda zikrettiğimiz âyet-i kerîmeler, o tarafa yönelmenin sonunda gelmiştir ve sadece Kabe'ye yönelme hükmünü ortaya koymuştur.
Kur'ân'da, bize, Beyt-i Makdis'e yönelmeyi açıklayan başka bir âyet de yoktur. Bütün bunlar, Hz. Peygamber (s.a.v) ve ashabının, Kur'ân âyeti bulunmayan bir hükümle amel ettiklerini ve bu amellerinin kendilerine vâcib ve hak olduğunu gösterir.
"Onların bu ameli, sırf kendi akıl ve içtihadlarıyla idi," demek de doğru değildir. Çünkü bilinen bir kıbleye yönelmek ve Hz. Peygamber (s.a.v)Jin Beyt-i Makdis'e yönelirken Kabe'ye yönelmeye fazlaca rağbetinin bulunması bir yana, akıl, herhangi bir kıbleye yönelmenin vâcib olmasına kendi hesabıyla bir yol ve gerekçe bulamaz. Şu halde Beyt-i Makdis'e yönelmek, Kur'ân'm dışındaki bir vahiy ile olmuştu. Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Kur'ân'dan hariç vahiy aldığını, şu hadîs-i şerifler de göstermektedir:
Rasûlullah (s.a.v) buyurmuştur ki:
"Dikkat edin, bana, Kur'ân'la birlikte bir misli daha verildi."
"Sizden birisi koltuğuna yaslanmış olarak Allah Teâlâ'nın, sadece şu Kur'ân'dakileri mi haram kıldığını düşünüyor. Dikkat edin! Ben de birtakım şeyler emrettim; bazı şeyleri tavsiye, bazılarını da nehyettim. Onlar (miktar olarak) Kur'ân kadar yahut ondan daha fazladır."[240]
Beyhakî'nin, Talha b. Nudayle'den rivayet ettiği bir hadisede şöyledir: Kıtlık olup da fiyatların yükseldiği sene, Hz. Peygamber'e:
"Ya Rasûlallah, bizim için fiatlara 'narh'[241] koyunuz," denildi. Efendimiz (s.a.v):
"Allah Teâlâ, emretmediği bir uygulamayı sizlere hüküm olarak koymamı benden istemiyor. Fakat siz, Allah'ın lütf-u kereminden (size genişlik vermesini) isteyiniz,"[242] buyurdu.
Rasûlullah (s.a.v), Kur'ân'da bulunmayan birtakım hükümleri açıklamış ve uygulamalar ortaya koymuştur. Bu hadis, bunların, Allah'ın emri ve vahyi ile olduğunu göstermektedir.
Hz. Peygamber (s.a.v)'in: "Ben, size ancak Allah'ın emrettiklerini emrediyor, nehyettiklerini yasaklıyorum," sözü de konumuzun delilidir.
Makdisî, el-Hucce adlı eserinde, Ebû Hureyre'den (r.a) Rasûlullah (s.a.v)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Gıfar'a Allah mağfiret etsin. Eslem'e selâmet versin. Bunu ben demedim, Allah söylüyor."[243]
İmam Şafiî'nin, el-Ümm'de rivayet ettiği şu hadis de Hz. Peygamber (s.a.v)'in Kur'ân olarak inen vahyin dışında ayrıca vahiy aldığım göstermektedir:[244] Zeyd b. Hâlid el-Cünehî (r.a) anlatıyor:
Bir Arâbî, Hz. Peygamber (s.a.v)'e gelip: "Ya Rasûlallah, Allah'ın adıyla senden istiyorum. Bir meselem var; Allah'ın Kitabı ne diyorsa, öyle hükmet," dedi.
Arâbfnin daha dirayetli olan hasmı da: "Evet, ya Rasûlallah, Allah'ın Kitabı ile aramızda hüküm ver; ve müsaade buyur, meseleyi açıklayayım," dedi. Rasûlullah (s.a.v) izin verdi. Adam, olayı şöyle anlattı:
"Oğlum, bu adamın yanında ücretli olarak çalışıyordu. Karısı ile zina etti. Bana, oğlumun recmedileceğini söylediler. Bu sebeple kendisine fidye olarak, çalıştığı adama, yüz koyun ve bir câriye verdim. İlim adamlarına meseleyi sorunca, bana, oğluma yüz sopa ve bir sene sürgün cezası lâzım geldiğini ve bunun karısının da recme-dilmesi gerektiğini söylediler." Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):
"Aranızda muhakkak Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğim; verdiğin koyunlar ve câriye sana iade edilecek, oğluna da yüz sopa ile bir sene sürgün cezası verilecektir," dedi ve orada bulunan zâta hitaben:
"Ey Uneys, yarın bu adamın karısına git; zina ettiğini itiraf ederse recm cezasını tatbik et," diye emretti. O da ertesi gün gidip kadına sorunca kadın, suçunu itiraf etti ve kendisine recm cezasını tatbik etti.[245]
Şu hadisler de konumuza delil olmaktadır:
Allah Rasûlü (s.a.v), buyurmuştur ki: "Allah, ümmetime, îsra gecesinde elli vakit namazı emretti. Ben, Cenâb-ı Hakk'a durmadan müracaat ederek hafifletilmesini istedim. Nihayet,beş vakte indirdi."[246]
"Cebrail, bana, Beyt-i şerifin yanında iki defa imam oldu."[247]
Hz. Peygamber (s.a.v)'in kendisine sorulan sorulara hemen cevap vermeyip vahyi beklemesi ve Kur'ân dışında vahiy gelmesi de O'nun, değişik yollarla vahye mazhar olduğunu gösterir.
İmam Buhârî ve Müslim'in rivayet ettikleri şu hadis, buna bir örnektir. Ebû Said el-Hudrî (r.a) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v): "Sizin için en çok korktuğum, Allah Teâlâ'nın size yerin bereketlerinden çıkaracağı şeylerdir," buyurdu. Kendisine: 'Yerin bereketleri nedir?" diye soruldu. Efendimiz (s.a.v): "Dünyanın zenginlikleridir," buyurdu. Cemaatten bir adam:
"Hayır, şer getirir mi?" diye sordu. Allah Rasûlü (s.a.v), sükût buyurdu. Ben, kendisine vahiy ineceğini düşündüm. Sonra, alnını silmeye başladı. (Müslim'in rivayetine göre az sonra, boşanan terini silerek daldığı halden çıktı ve:
"Soru soran nerede?"buyurdu. Adam:
"Benim, buradayım," dedi. Hz. Peygamber (s.a.v):
"Şüphesiz, hayır ancak hayır getirir,"[248] buyurdu.
Rasûlullah'a (s.a.v) vahiy geldiğinde, vahyin şiddetinden ve ağırlığından kendisinden ter boşanırdı. İbn Abdilberr'in, Evzâî yoluyla, Hasan b. Atıyye'den rivayet ettiği şu söz de bu görüşü doğrulamaktadır: "Rasûlullah'a (s.a.v) vahiy indiğinde Cebrail (a.s), yanında, gelen âyeti açıklayan sünneti de getiriyordu."[249]
Ebû Dâvud ve Beyhakî, bu rivayeti şu lafızlarla tahric ve tes-bit etmişlerdir: "Cebrail (a.s), Hz. Peygamber (s.a.v)'e Kur'ân'ı indirdiği gibi sünneti de indiriyor. Kur'ân'ı öğrettiği gibi sünneti de öğretiyordu."[250]
Beyhakî, el-Medhal'de, Tâvus'tan, onun şöyle dediğini rivayet eder: 'Yanımda, diyetlerle ilgili hükümlerin bulunduğu vahiyle bildirilmiş olan bir sahife var. Rasûlullah (s.a.v)'ın zekât ve diyetlerle ilgili farz kılmış olduğu hususlar, ancak vahiyle bildirilmiştir."
Beyhakî, Evzâî'nin de şöyle dediğini nakleder: "Sana, Rasûlullah (s.a.v)'tan bir hadis ulaştığında, onun dışında bir şey söylemekten sakın. Şüphesiz Rasûlullah (s.a.v), söylediklerini, Allah Teâlâ'dan alıp tebliğ yapmaktadır."
el-Makdisî, el-Hucce adlı eserinde, Kehmes el-Hemedânî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Hadis ehlinin, dinin koruyucuları olduğunu anlamayan ve kabul etmeyen kimse, Allah'a doğru düzgün kul-luk edemeyen, zayıf akıllı zavallılardan birisidir. Çünkü Allah Teâlâ, Nebisine: 'Allah, kelâmın en güzelini indirdi,'[251] buyururken Rasûlullah (s.a.v) da: 'Cibril, bana Allah'tan (c.c) haber verdi,' demektedir."'"Bütün bunlar, -bu konudaki icmâın yanında- Hz. Peygamber (s.a.v)'e, Kur'ân'dan başka vahyin geldiğini isbat etmektedir.
Şunu da ilâve edelim: Gelen vahiy, Cenâb-ı Hakk'a ait olduğunu ifade eden bir lafızla zikredilmediği zaman, vahyi getiren melek, bir işaret veya fiili ile gelenin vahiy olduğunu bildirir. Meselâ, Hz. Peygamber (s.a.v)'in şu sözünde olduğu gibi: "Bu, âlemlerin Rabbi'nin elçisi Cibril'dir. Kalbime ilkâ etti ki, biraz gecikse de hiçbir kimse rızkını tamamlamadan ölmez."[252]
Şu hadis de fiil ile haberin vahiy olduğunu bildirmeye örnektir. Hz. Peygamber (s.a.v), buyurmuştur ki: "Cibril, iki defa, Beyt-i şerifin yanında bana imam oldu ve güneş tepe noktasından kaymaya başlayınca öğle namazını, gölge her şeyin iki misli olunca ikindiyi, oruçlunun iftar ettiği vakitte (güneş batınca) akşamı, kırmızı şafak kaybolunca yatsıyı, oruçlunun yeme içmeyi kestiği vakitte (fecir doğunca) sabah namazını kıldırdı. Ertesi gün, her şeyin gölgesi bir misli olunca öğleyi, iki misli olunca ikindiyi, güneş batınca akşamı, gecenin üçte biri geçince yatsıyı, ortalık ağarınca sabah namazını kıldırdı ve: 'Her namazın vakti, birinci ile ikinci vaktin arasından ibarettir,[253] dedi."
Allah Teâlâ, kendisine gelenin vahiy olduğunu ilham eder veya O'ndan geldiğini bildiren kesin, zarurî bir ilim halkeder. O da amel eder.
Peygamberlere gelen ilham, vahiydir. Bunu, İbrahim Aleyhisselâm'm durumunu anlatan şu âyetten anlıyoruz. İbrahim (a.s), şöyle demişti: "Oğlum ! Ben, rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak, ne diyorsun?" Oğlu: "Babacağım! Sana emredileni yap," dedi.[254]
Müfessirlerin pek çoğu demişlerdir ki, peygamberlerin rüyası vahiydir. Çünkü İbrahim (a.s), oğlunu boğazlama emrini rüyasında almış, bunu oğluna bildirmiş, o da bunun ilâhî bir emir olduğunu bildiği için: "Babacığım, sana emredileni yap," demişti. Bütün bunlar, bu ilâhî emrin rüyada verildiğini ve bu emrin bağlayıcı bir vahiy olduğunu gösteriyor.
Şu âyetten de bu hükme varabiliriz: Allah Teâlâ buyurur ki: "Sâna gösterdiğimiz rüyayı ve Kur'ân'da zikredilen lanetlenmiş ağacı, insanlar için sadece bir imtihan yaptık."[255] Bazı müfessirler, bu rüyanın, Mi'râc gecesinde görülmüş olduğunu beyân etmişlerdir.[256]
Vereceğimiz şu âyet-i kerîme de Hz. Peygamber (s.a.v)'e, Kur'ân'dan başka vahiy ve ilham verildiğini göstermektedir: Allah Teâlâ, buyurur ki: "Allah'ın, sana gösterdiği şekilde, insanlar arasında hükmede-sin diye, sana, Kitab'ı hak ile indirdik.”[257] Sana gösterdiği demek, ilham ettiği şekilde, mânâsmdadır. Fabrul-İslâm ve başkaları, bu mânâyı tercih etmişlerdir.[258]
[234] Müslim, Birr, 55
[235] Necm, 3-4.
[236] Yunus, 15.
[237] Ahkâf T9.
[238] Kıyâme, 16-19.
[239] Bakara, 142-144.
[240] Ebû Dâvud, Sünnet, h. no: 4604-4605; Tirmizî, İlim, 10; İbn Hıbban, Sahih, h. no:13; İbn Mâce, Mukaddime, 2; Ahmed, Müsned, VI, 8.
[241] Fiatları sınırlama
[242] Kenzu'l-Ummal, IV, 103 (Beyhakî ve Tabarânî rivâyetiyle).
[243] Bu iki kabile harpsiz darpsız gönüllü olarak müslüman oldukları için Allah Rasûlü (s.a.v), onlar için böyle duâ etmiştir. Bkz. Buhârî, Münâkıb, 6; Müslim, Fedâilu's-Sahâ-be, h. no: 185; Hâkim, Müstedrek, IV, 82.
[244] Müellif, hadisi el-Ümm'den kısa olarak almış. Biz, iyice anlaşılması için tamamını verdik. (Mut.)
[245] Buhârî, Sulh, 5; Hudud, 30; Müslim, Hudud, 25; Ebû Dâvud, Ekdiyye; 11; Hudud, 24; Tirmizî, Ahkâm, 3.
[246] Buhârî, Salât, 1; Müslim, İmam, 259; Nesâî, Salât, l;Müsned, III, 149.
[247] Buhârî, Bidu'l-Halk, 6; Müslim, Mesâcid, 166; Ebû Dâvud,Salât, 2; Tirmizî, Salat, 1.
[248] Buhârî, Rikak, 7; Müslim, Zekât, 123.
[249] İbn Abdilberr, Beyâni'l-İlm, II, 191; Dârimî, Mukaddime, 49.
[250] Dârimî, Mukaddime, 49.
[251] Zümer, 23.
[252] Ibn Mâce, Ticaret, 2.
[253] Buhârî, Bidu'l-Halk, 6; Müslim, Mesâcid, 166; Ebû Dâvud, ŞfÜât, 2.
[254] Saffât, 102.
[255] İsrâ, 60.
[256] Bkz. Beydâui, ilgili âyetin tefsiri; İbn Kesir, Tefsir, III, 48.
[257] Nisa, 105.
[258] Bkz. Râzî, Tefslr-i Kebîr, XI, 33; Nesefî, ilgili âyetin tefsiri.