sidretül münteha
Sun 13 March 2011, 02:35 pm GMT +0200
6- Uyanıklık Halinde Rasûlüllahı Görme
Soru: Bir araştırma dergisinde bir hadis profesörünün, Rasûlüllah (sav)'ın cesediyle alâkalı, alışmadığımız üslûpta şeyler söylediğini, uyanıklık halinde Rasûlüllah (sav)'ı gördüğünü söyleyen ulemayı alaylı ifadelerle tenkit ettiğini okuduk. Mes'ele gerçekten onun dediği gibi midir? Meselâ günümüzdeki insanların uyanıkken Rasûlüllah (sav)fı görmeleri mümkün değil midir?
Cevap: Sözünü ettiğiniz yazıyı derginin ilk çıktığında bendeniz de okumuştum. Sizin mektubunuz üzerine tekrar okudum. Adıgeçen yazıda ilmî cevabı gerektirecek şâz mütalaalar var denebilir. Zaten muhterem müellifin bir mesaî arkadaşından öğrendiğime göre, makaleye ilk koydukları başlık oldukça ağır kelimeler ihtiva ediyor imiş, başlığı haklı ikazlar üzerine değiştirivermişler. Bu ve aynı yazıda yapıcı tenkitler beklediğini söylemeleri hem hakşinas olduklarını, hem de bu söylediklerinde tartışmasız isabetli olduklarını iddia etmediklerini gösterir. Fakat bizim bu kısa ve acele yazımızda yapabileceğimiz, mes'eleninin sadece bir yönüne temas edebilmek ve şu anda Rasûlüllah (sav)'ın görülüp-görülemeyeceğini anlatmaya çalışmaktan ibaret olacaktır. Ancak bir kardeşiniz olarak şu ikazımı da hoş karşılayacağınızı umarım:
Dinin aslını oluşturmayan böyle teferruat mes'elelerde farklı düşünebilmek mezmum değildir ve ulemanın şiarındandır. Binaenaleyh, nice on yıllarda yetişen öyle üstatlarımızı -ki biz onların talebesi nesliyiz- öyle ağır dille, itham etmemiz yakışıksız olur.
İmdi: Mes'elenin önce amelî (içtihada mecal) ve itikad esaslarıyla ilgili bir konu olmadığını söylemekle başlayalım. Yani Rasulüllah Efendimiz (sav)'in "yakaza" halinde görülebileceğine ya da görülemeyeceğine inanmak ya da inanmamak mecburiyetinde değiliz. İman esaslarımız arasında böyle bir şey yok. Bunlardan herhangi bir yönü herkes için "yakîn ilim" ifade edecek biçimde bildiren şer'i deliller de yok. Binaenaleyh, mes'ete sadece genel olarak ilgilenen insan için "işaret" ve "delâletlerden istinbat edilen bir "zann-ı galip" ve "itmi'nan,", bizzat yaşayan insanlar için ise başkalarını ilzam etmeyen, ilgilendirmeyen bir nevî "yakîn" ifade edebilir. Öncelikle bunu böylece tespit etmemiz gerekir.
İkinci olarak, varlık alemini beş duyumuzun algı alanıyla sınırlamak ve olmuş ve olacak olan her olayı bu alemde geçerli "tabiat kanunlarıyla" bağımlı görmek, akla aykırı olduğu gibi Allah için de bir "ta'til" ve O'nu, kendi yarattığı kanunların haricinde hareket edememekle ta'ciz ve tenkis olur.
Çeşitli İslâm alimlerinin, Allah (cc)'ın dışındaki varlıkları bîr takım kategorilere ayırdıkları bilinmektedir. Meselâ İmam Rabbani (ks) şöyle bir ayırım yapar:
"Mümkün (yani varlığı başkasının var etmesine bağlı) alem üçe ayrılır:
1. Alem-i ervah (ruhlar afemt)
2. Alem-i misâl (ma'nâların temessül etmesi görünüm kazanması alemi)
3. Alem-i escâd (bedenler, maddî varlıklar alemi). Alimlerin dediğine göre "âlem-i misâl", ruhlar alemi ile bedenler alemi arasında bir ara alemdir ve bu iki alemin ma'nâları ve hakikatleri için ayna durumundadır. Ruhlar ve bedenler alemlerinin ma'nâları "alem-i misâl'de latif (kesif ve elle tutulur olmayan) imajlarla (suret) tezahür eder. Yani her ma'nânın ve her hakikatin (gerçek varlığın) orada bir sureti ve heyeti vardır... Kısaca "alemi misâl" sadece müşahade ve görüntü içindir. Orada oluş yoktur. İşaret edildiği gibi orası diğer iki aleme aynalık eder..." [989] Ruh bedenle ilişkiye geçmeden önce de geçtikten sonra da misâl aleminin aynasında tecelli edebilir. Hatta Hz. Adem'den önce varlıklarından söz edilen Ademler, beden aleminde var olan zatlar değil Hz. Adem'in ruhunun temessülünden ibarettirler. [990] Cinlerin ve meleklerin lâtif görüntüler olarak "temessül" ettikleri bir vakıadır. Cinler temessül edebilirken kâmil insanların ve daha da ilerisi peygamberlerin ruhlarının "misâl alemi" aynasında görülebilmesinin şaşılacak ne yönü vardır? [991] Yani görülen onların kendileri (alem-i ebdan) olmadığı gibi, ruhları da (alem-i ervah) değildir, belki onun "misâli" (dublesi, perisprisi)'dir. Bu anlamda olmak üzere Rasulüllah (sav)'ın yakaza (uyanıklık) halinde görülebileceğini söyleyen bir çok alim ve böyle bir çok vaka vardır. [992]
Büyük alim Şah Veliyyullah Dehlevî, değerli eseri "Huccetu'llahi'l-bâliğa"da "Alem-i misâl" diye bir bölüm açmış ve Kur'an-ı Kerim sureleri, rahm, namaz oruç gibi ameller, maruf ve münker, günler ve benzeri manâların nasıl temessül ettiklerini, hatta ölümün dahi bir koç suretinde temessül edeceğini hadisle anlatır ve "bir çok hadisin delâlet ettiği üzere, varlık içerisinde maddî (unsurî) olmayan bir alem vardır ve ma'nâlar orada kendilerine uygun imajlarla temessül ederler..." der. [993] Ve"Biz Meryem'e ruhumuzu (Cebrail'i) göndermiştik te O, kendisine yaratılışı tam bir beşer şeklinde görünmüştü" [994] ayetine işaret eder. [995] Sonra da der ki:
"Bu hadislere bakanlar, ya bunları zahirleri (kelime anlamları) ile kabul edip, sözünü ettiğimiz biçimde bir alemin varlığını itiraf zorunda kalırlar ki, hadis ehlinin kuralı da bunu gerektirir, Suyutî buna dikkat çekmiştir. Ben de aynı görüş ve kanaatteyim.." [996]
Görüldüğü gibi mes'ele varlık alemini beş duyu ile sınırlı görüp görmeme, Allah (cc)'ı yine kendi yarattığı kanunlarla "mecbur" bilip bilmeme mes'elesi olduğu kadar hayatı ve onun safhalarını tanıma mes'elesidir de. Bu noktada Bediüzzaman'ın hayatın tabakaları ile ilgili açıklamaları ilginç ve ikna edicidir. Özetle:
Birinci Tabaka: Bizim hayatımızdır ve (yeme, içme gibi) birçok kayıtlara bağlıdır.
İkinci Tabaka: Hz. Hızır ve İlyas (as)'ın hayatlarıdır ve bir dereceye kadar serbesttir. Yani bir anda pek çok yerde bulunabilirler.
Üçüncü Tabaka: Hz. idris ve isa (as)'ın hayatlarıdır ki, beşeriyetin ihtiyaçlarından sıyrılmış, melek hayatı gibi bir hayata dönüşerek nurani bir letafet kesbetmiştir.
Dördüncü Tabaka: Şehidlerin hayatıdır. Kendilerinin öldüklerini bilmezler, belki daha iyi bir aleme geçtiklerini sanırlar. Hz. Hamza'nın, çok vakalarda kendisine sığınan adamları koruması, bununla izah edilir.
Beşinci Tabaka: Kabir ehlinin ruh hayatlarıdır. Ölüm tebdif-i mekândır, ruhun salıverilmesidir, görevden terhistir. Yokluk ve fena değildir. Sayısız vakalarla evliyanın ruhlarının temessül etmeleri ve keşif ehlinde bizlerle münasebetleri ve gerçeğe uygun olarak bizlere haberler uçurmaları gibi pek çok delil bu hayat tabakasını aydınlatır ve isbat eder..." [997]
Buhari, Müslim, Ebu Davud ve daha başkalarının rivayet ettikleri bir hadis-i şerif de anlatmaya çalıştığımız şeyi destekler:
"Beni rüyasında gören bir süre sonra uyanıkken de görecektir. Çünkü şeytan benimle temessül edemez." [998] Gerçi bu hadisin ma'nâsi beş-altı ihtimali akla getirebilir. Hadis Sarihleri de hadisi bu ihtimallere göre anlamaya çalışmışlardır, ama, dünyada iken ve "yakaza" halinde görülebilmesi de bu ihtimallerden biridir. [999]
Durum böyle olunca, sözünü ettiğiniz sayın müellifin ifadesi ile "yazdığı eserleri taşıyabilmek için araba tahsisi gereken" Suyuti gibi bir alimin sözünü yine sayın müellif naklediyor:
"Ey kardeşim bilesin ki şu ana kadar ben Rasulullah'la yetmişbeş defa uyanıkken konuşmada bulundum..." Şâzelî:
"Eğer bir an göremeyecek olsam kendimi müslüman saymam", diyor. [1000] İbn Abbas'ın Rasulullah'ın vefatından sonra ona ait olan aynaya baktığında kendisini değil onu gördüğü rivayet ediliyor. [1001] İbn Hacer'in, İmam Rabbaninin, Said Nursi'nin anlattıklarına göre nice salih kişilerden "Rasulüllah (sav)'ı uyanık iken gördükleri onunla konuştukları, korktukları bazı şeyleri ona arzedip ondan tavsiye aldıkları" duyulmuş ve nakledilmiştir. [1002] Hem İslâm hukukunda hem de İslâm ahlakında Suyutî ve benzerlerinin değil, sıradan insanların dahi doğruya hamledilebilecek sözlerine hakikat olarak bakılır (yalan olması ihtimaline binaen hüküm verilmez). Bir anlam ifade eden sözler mutlaka bir işlem görür. "Kelamın i'mali ihmalinden evladır." Buna göre Suyutî ve benzerlerinin bu ifadelerini başka yoruma tabi tutmadan, hem de alaylı bir ifade ile reddetmek, onları yalancılıkla itham etmek demektir. Ehli hadis bunu yapmaz. Öyleyse şöyle diyebiliriz:
Bu salih kişiler hiçbir şey görmeden gördük diyemezler. Mutlaka bir şey görmüşlerdir. Ama bu elbette Rasulüllah (sav)'ın canı ve bedeni ile olan görüntüsü değildir. Çünkü o da herkes gibi ölümlüdür. [1003] Ebubekr Efendimizin ilanı ile, "Kim Muhammed (sav) ölmedi sanıyorsa, bilsin ki o ölmüştür." Rasulüllah (sav)'ı o şekilde gördüğünü iddia eden de yoktur. Suyutî de "canlı" olarak gördüğünü değil "yakaza" halinde gördüğünü söylemektedir. Öyleyse "Hz. Peygamberi, asırlar sonra canlı olarak gördüğüne, onunla konuştuğuna inanan bahtiyarlar arasında işbu Suyutîmiz de bulunmaktadır" gibi bir ifade hem onun sözünü saptırmak (ya da anlamamak) hem de istihza etmek olur. En zayıf ihtimalle o insanlar bir hayal görmüşlerdir. Ama hayal de bir şeydir. Keşke böyle bir hayali sayın müellifle beraber bizler de görebilseydik. Ama bunun için herhalde bu konuda Goldziher'den çok Buhari ile, Müslim ile hatta Rasulüllah (sav)'la rabıtalı ve onların imajlarına konsantre olmak gerekir. Rasulüllah Efendimiz (sav) bir hadislerinde:
"Beni gören hakikat görmüştür" [1004] buyurduklarına ve bunu konu ile ilgili diğer hadislerinde olduğu gibi "menâm" (rüya) ile kayıtlamadıklarına göre, onların gördüklerine hayal dememiz de mümkün değildir. Belki onlar Rasulüllah (sav)'ın ruhunun "alem-i misal"deki temessülünü görmüşlerdir. Bu ruh ve cesetten oluşan bir "abd" olarak Rasulüllah değildir. Gidilse, öpülmek için eline ayağına kapanılsa (Allah'u a'lem) kesif bir madde ile temas kurulamayacaktır. Abd ve Rasül olarak onu görme gerçekleşmiş olmadığından da gören "sahabî" olmayacaktır. Ama bunun için bu bir taltif ve bir tekririndir. Fakir de, birisi çok yakın arkadaşım olmak üzere, yalan söylemelerine asla ihtimal vermediğim en az üç kişiden bu tür müşahadeler dinlemişimdir. Bu insanların, istisnasız, ehli hâl insanlar olması bana bu işin bir seviye işi olduğunu da anlatmaktadır. Misâl alemindeki bu görüntü ile konuşma mes'elesi ise şimdilik bizim meçhulümüzdür. Suyutî ve başkaları konuştuklarını dahi söylüyorlar (Allah'u a'lem). Ancak şunu da ilave edelim ki bu durum şer'i bir hüccet, bir delil değildir. Naslara muhalif olmak üzere bu yolla bir hüküm ispat edilemez. Zaten ruhları orada burada, hatta birden çok yerde "temessül" eden zatlar (Rasulüllah (sav)'da öylemi, bilemiyorum), ruhlarının bu temessüllerinden kendileri haberdar olmayabilirler de [1005] Öyleyse mes'eleye sadece bir keramet olarak bakmalı ve bu durumu reddedenlere Aliyyülkârî'nin kerameti kabul etmeyen Mutezileye dediğini söylemeli:
"Kendilerinde görmediler de kabul etmediler." [1006] Kaldı ki, böyle şeyleri reddederken -Allah'u a'lem- etkisinde kaldığımız Batı bir diğer cephesi ile de bu kabil şeylerle ilgileniyor ve muhtemel gördüğü her şeyin peşine düşüyor. Meselâ aynı olayı çok ufak bir hata ile onlar da şöyle anlatıyorlar:
"Ruhun tezahürü bazan uyanık halde de meydana gelir ve duyu organlarının sınırları ötesinde hissetmek, görmek, anlamak yeteneğine sahip olanlarda "ikinci görüş dediğimiz olayı meydana getirir." (Allan Kardec) Bu konudaki [1007] dersleri henüz "alem-i misâl"e çıkmamıştır.
'"Klervoyans" ya da "durugörü", suje tarafından elde edilen enformasyonun telepatideki gibi bir diğer şahsın zihninden ya da beyninden değil de dışsal bir fizik kaynaktan doğrudan alındığı varsayılan bir Esp biçimidir.
"Klervoyans için özel yeteneği olan kişilere de "Klervoyan" ya da "durugörü medyumu" denir." (Encyclopedia of Psichofogy. Vol I, A-K.) [1008]
"Parapsikolojide durugörü, normal duyuların sınırı dışında kalan, geçmiş zamana ve şimdiki zamana ait fizik objelerin para normal algılanışı olarak tanımlanır." [1009]
"Durugörü denilen gözsüz görüş yeteneği, insan varlığının sayısız normal üstü duyularından biridir. Gözleriyle görmeye alışmış olanlar, bu türlü bir melekenin nasıl bir görme olabileceğini, eğer başlarından durugörü deneyimi geçmemişse pek anlayamazlar ve diyebilirler ki, "böyle bir şey nasıl olur?" Oysa rüya olayını anımsayıp hiç değilse bir yaklaşım kurabilirler konuya." [1010] Kısaca:
1- Rasülallah (sav)'ın, hatta bazı evliyanın ruhları, bazı insanlara temessül edebilir. Bu, onların ne bedenleri ne de ruhlarıdır belki ruhlarının misâlidir.
2- Ruhların temessülü bir anda birden çok yerde gerçekleşebilir ve bundan o ruhun sahibinin haberi de olmayabilir.
3- Ancak dinimizde bütün bunlara inanma zorunluluğu yoktur. İnanmayanı, itikadî bozuklukla itham edemeyiz, belki, henüz dersi oraya çıkmadı diyebiliriz. [1011]
[989] İmam Rabbanî, Mektûbat, lll/44-45.
[990] İmam Rabbanî, age., 11/99.
[991] Age., ll/101.
[992] btc, Münavî, Feyz, Vl/132-133.
[993] Dihtevî, Huccetüllah, 1/13.
[994] K. Meryem: 19/17.
[995] Dihlevî, agk.
[996] Dihlevî, age., 1/14.
[997] Saîd Nursî, Mektubat, 6-7.
[998] Buharî, ta'bir, 10; Müslim, rü'yâ, I I.
[999] bk, İbni Hacer, Fethul-Bârî, XII/385; Nevevî, Şerhu-Müslim, XV/30
[1000] Münavî, agk.
[1001] İbn Hacer, agk
[1002] bk., Bu kişilerin eserlerinden biraz önce verdiğimiz kaynaklar
[1003] K. Zümer: 39/30.
[1004] Müslim, Ru'yâ, I
[1005] İmam Rabbanî, age., 11/101.
[1006] Ali Kârî, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber
[1007] Halûk, Egemen Sankaya, Duru-Görü Zaman Mekân Dışı Ruhsal Gözle Görüm, Bilim Araştırma Merkezi, İst 1979, s. 2,
[1008] agk.
[1009] Sankaya, age., 9.
[1010] Sankaya, age., Arka kapak.
[1011] Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 377-385.