- Üstte Oluş

Adsense kodları


Üstte Oluş

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Mon 9 January 2012, 07:47 pm GMT +0200
Üstte Oluş


Yüce Allah’ın kainatın üstünde oluşu ile ilgili olarak da şöyle buyurulmuştur: "Kullarının üstünde kahir olandır O." (el-En’âm, 6/18 ve 61); "Üstlerinde olan Rablerinden korkarlar..." (en-Nahl, 16/50)

Ebu Hureyre -Radıyallahu anh-dan rivayete göre Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- şöyle buyurmuştur: "Allah mahlukatı yaratma hükmünü verdiğinde, kendisinin nezdinde 'Arş’ın üstünde bulunan bir kitaba şunları yazdı: Şüphesiz Benim rahmetim, gazabımı geçmiştir."[172] Bir başka rivayette de; "Rahmetim gazabıma galip gelir" şeklindedir. Bu hadisi Buharî ve başkaları rivayet etmiştir.

Müslim de Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-in Yüce Allah’ın: "O hem ilk’tir, hem âhir’dir, hem zahir’dir, hem batın’dır." (el-Hadid, 57/3) buyruğunu şu sözleriyle açıkladığını rivayet etmektedir: "Sen ilksin, Sen’den önce hiçbir şey yoktur, Sen âhirsin, Sen’den sonra hiçbir şey yoktur. Sen zahir’sin, Senin üstünde hiçbir şey yoktur. Sen batın’sın, Sen’den öte hiçbir şey yoktur."[173]

Burada zahir olmaktan kasıt üstte, yukarda oluştur. Yüce Allah’ın şu buyruğunda da bu kelime bu anlamda kullanılmıştır: "Artık O’na zahir olamadılar." (el-Kehf, 18/97) yani O’nun üstüne çıkamadılar.

Bu dört isim karşıt isimlerdir. Bunların ikisi Yüce Rabbimizin ezeli ve ebedi oluşu ile, ikisi de yüceliği ve yakınlığı ile ilgilidir. Kureyza oğulları günü Sâd b. Mu'az onlar hakkında savaşçılarının öldürülmesi, çoluk çocuklarının da esir alınması şeklinde hüküm vermesi üzerine Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- şöyle buyurmuştu: "Andolsun ki onlar hakkında yedi semanın üstünden mutlak melik (egemen olan Allah) ın hükmü ile hüküm vermiş bulunuyorsun." Bu sahih bir hadistir, bunu el-Umevî, Meğazî’sinde rivayet etmiş olup, aslı Buharî ile Müslim’in Sahih’lerindedir.[174]

Buharî’de yer alan rivayete göre Zeyneb -Radıyallahu anh-, Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-in diğer hanımlarına karşı övünür ve şöyle dermiş: "Sizleri akrabalarınız evlendirdi, beni ise Allah yedi semanın üzerinden evlendirdi."[175]

Ömer -Radıyallahu anh-dan rivayete göre bir seferinde yaşlı bir kadının yanından geçerken, bu kadın onu durdurmuş o da onunla birlikte durup onunla konuşmaya koyulmuş. Bir adam: Ey mü’minlerin emiri, bu yaşlı kadından ötürü sen insanları beklettin deyince, şöyle cevap vermiş: Yazık sana, sen bunun kim olduğunu biliyor musun? Bu, Yüce Allah’ın şikayetini yedi semanın üstünden dinleyip kabul ettiği kadındır. Bu, Yüce Allah’ın hakkında: "Kocası hakkında seninle mücadele eden ve Allah’a şikayet etmekte olan kadının sözünü elbetteki Allah işitmiştir." (el-Mücadele, 58/1) buyruğunu indirdiği Havle’dir. Bu hadisi de Darimî rivayet etmiştir.[176]

Rasûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem-in hadislerini, selef’in sözlerini duyan bir kimse bu sözler arasından Yüce Allah’a fevkıyyet (yukarda oluş)in izafe edildiği, sayılamayacak kadar çok ifade tesbit edebilir.

Şüphe yok ki Yüce Allah, mahlukatı yarattığında onları kendi mukaddes zatı içerisinde yaratmamıştır. O bundan pek yücedir, O Ehad’dir, doğmamış ve doğurmamış olan Samed’dir. O halde onları kendi zatı dışında yaratmış olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Yüce Allah kendi nefsiyle kaim, âleme karışmamış alemle içiçe olmamak vasıfları ile birlikte zatı ile fevkıyyet (yukarda oluş) sıfatına sahip kabul edilmezse, bunun zıttı sıfatlara sahip demektir. Çünkü bir şeyi kabil olan o şeyden yahut onun zıttından uzak kalamaz.

Bizler O’nun fevkıyyeti kabil olduğunu -onu nefyetmekten ötürü zıttının sabit oluşu söz konusu olmasın diye- kabul edemeyiz, denilecek olursa şöyle cevap verilir:

Eğer Yüce Allah, uluvv (yüksekte oluş) ve fevkıyyet (yukarda oluş)u kâbil değil ise, O’nun kendi başına var olan bir hakikati söz konusu olamaz. Sizler O’nun kendi başına varlığı ortada olan bir zat olduğunu ve âlem ile içiçe yahut karışık olmadığını, âlemin dışında var olduğunu kabul ettiğinize göre; O’nun varlığı sadece bir zihnî varlık olmasa gerektir. Aksine O’nun, zihinlerin dışında kat’î olarak varlığı söz konusudur.

Bütün akıl sahibi kimseler kesin olarak şunu bilirler: Bu şekilde bir varlığa sahip olan bir zat ya âlemin içindedir, ya âlemin dışındadır. Bunu inkâr etmek ise hiç şüphesiz kesin ve apaçık işlerin en açık ve belirgin olanını inkar etmek demektir. Buna dair hangi delil getirilirse getirilsin mutlaka O’nun kainattan ayrı bir varlık olduğuna dair bilgi daha açık ve daha kesinlikle ortada olan bir gerçektir.

Üstte oluş ve yukarda oluş bir kemal sıfatı olup bunda bir eksiklik yoktur, eksikliği gerektirmediğine, bir mahzur taşımadığına, Kitaba, sünnete ve icma’a aykırı olmadığına göre bunun hakikatini nefyetmek, batıl’ın ta kendisi ve kesinlikle hiçbir şer’î hükmün ifade etmediği imkansız bir iddia olur.

O halde bunu (üstte ve yüksekte olşunu) kabul etmeksizin O’nun varlığını kabul etmek, peygamberlerini tasdik etmek, Kitabına ve rasûlünun getirdiklerine iman etmek, söz konusu olmayacağına göre; bir de bunlara sağlıklı akılların, dosdoğru fıtratların, Yüce Allah’ın mahlukatının üstünde oluşuna ve kullarının fevkinde bulunuşuna dair yaklaşık yirmi tür civarında çeşitli ve muhkem nass’ların varid olduğunu da katacak olursak (O’nun ulviyyetini ve fevkıyyetini kabul etmeksizin bütün bunlara iman nasıl mümkün olabilir?)


[173] Müslim 2713; Ebû Dâvûd 5051; Tirmizî 3397; İbn Mâce 3873; Müsned, II, 381, 404.

[174] Buhârî 3043, 3804, 4121, 6262; Müslim 1768; Müsned, III, 22.

[175] Buhârî 7420; Tirmizî 3213; Nesaî, VI, 80.

[176] er-Redd Ale'l-Cehmiyye, s. 26'da.