- Üslup Üzerine

Adsense kodları


Üslup Üzerine

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
rabia
Mon 17 May 2010, 03:32 pm GMT +0200
ÜSLUBUN ÖZELLİKLERİ

Üslup, yazma biçimidir, der geçeriz. Oysa iş, bu kadar kolay değil. Üslup, bir bakıma ruhun iz düşümüdür. Eskiler “Üslub-ı beyan, ayniyle insandır.” derlerdi. Üslup, ruhun aynasıdır. Kişiliğin tüm tonları üslup sayesinde kendini ortaya koyar. Ve bir yazar, üslubu sayesinde zihinlerdeki o bir başkasınınkine benzemeyen söz saltanatını kurar.

Sesiyle, parmak iziyle, yüz hatlarıyla bir diğerine benzemeyen insanın elbette ruh yapısının yansıması olan üslubu da kendine özgü olacaktır.

Güçlü bir yazar; okuyucusunu, üslubu sayesinde ruhunun kıvrımlarından, kendi iç sesinin nabız atışlarından bile haberdar edebilir.

Ruh hâlinin bin bir cilvesi içinde üslup da ana rengini koruyarak çok renkli iç tonlar sergileyici bir çeşitlilik gösterir. Bu çeşitlilik içinde üslup sahibinin sesini, soluğunu yansıtmaktan geri durmaz.

Oturmuş bir üslup konuya ve türe göre farklı ritimler tutturabilir; ama üslup kumaşının ana deseni kendini alttan alta hissettirmiyorsa kendini kurmuş bir üsluptan söz etmemiz mümkün olmaz.

Şiir, roman, hikâye, deneme türlerinin üslup özellikleri farklı olmakla birlikte, tür aynı kalmak üzere farklı konuların da üslup tonları farklı olabilir, ama ne değişirse değişsin, türlere göre farklı gibi görünen bir üslubun ana rengi hep aynıdır.

Yazarın ruh atlası üslubuna ne denli omuz verirse üslup o kadar çarpıcı ve özgün olur. Bir başka deyişle, ruh kalemin ahenkli salınışlarına kendini cömert bir şekilde kaptırmalı ki üslup yazarın kişilik boyasıyla boyanabilsin.

Her çağın anlayışının üslup üzerinde belirleyici, yönlendirici etkileri vardır.

Birer kuşak gerilere doğru gidip o zaman kesitlerinde yazılmış eserleri incelediğimizde birbirinden dil, anlayış, söyleyiş biçimi, cümle yapısı bakımından farklı eserlerle karşılaşırız.

Zaman geçtikçe sözcüklerin anlamları çeşitlenir, cümle yapıları, söz dizimi yeni karakterlere bürünür. Öyleyse şunu söyleyebiliriz rahatlıkla: Üslup hem yaşanılan çağdan hem de yazarın kişilik hamurundan alır gıdasını.

Üslubun, her çağın hakim sesinden etkilenmesi yazarların söyleyişlerini özgürce kurmalarına engel değildir. Bir yazarın üslubunun şekillenmesinde yaşanılan çevre, beslenme kaynakları, eğitim şartları, yetenek, kişilik gibi çok çeşitli etken vardır. Ama üslubun kendini bulmasında en büyük pay, kişilik kumaşınındır.

İnsan kişiliği harika bir yapıda yaratılmıştır ve çok katmanlıdır. Değişik ilgi durumlarına göre farklı duruşlar sergileyebilen kişiliğimiz, tutarlılığını ve dürüstlüğünü örselemeden çok renkli anlatım biçimlerine imkânlar sunabilir. Kişiliğimizin türlü cilvelerinden faydalanıp değişik taleplere cevap verebilecek anlatım teknikleri kurabiliriz.

Üslup kişilikle doğrudan bağlantılı olduğuna göre kişiliğimizin çeşitli iniş-çıkışlı hâller sergilemesine karşılık, üslubumuzun da renkli bir görünüm sunması kişiliğimizin bir cilvesi, bir başarısıdır.

Kişiliğimizin farklı alanları, farklı türlere veya ayrı güzellikteki anlatımlara imkân tanır. Bu bakımdan güçlü yazarların tüm yazdıklarını incelediğimizde ana sesleri pek değişmemekle birlikte; üslupları, kucaklayıcı mûsıkînin genel kompozisyonu içinde farklı makamlar, sesler, ara fasıllar sunan bir rezonans arz etmektedir. Bu ışıltılı çeşni, yazarın üslup bütünlüğüne ve özgünlüğüne zarar vermediği gibi okur olarak bizim algı zevkimizi de renklendirmektedir.

SÖZCÜKLERİN RUHU ÜSLUPLA BELİRGİNLEŞİR


Her yazar, kendi ruhunun, kişiliğinin rengine, yönelişlerine göre bir yapı yükseltmek için kelimelerle bir yolculuğa çıkar. Uzun ve meşakkatli bir kelime yolculuğu... Bu yolculukta, sözcükler yazarın biricik malzemesidir. Onlarla yatar, onlarla kalkar, onlarla hâlleşir yazı adamı. Yazarın en büyük görevi, fark edilmeyi, onca yazar içinde ışıldamayı hak edecek bir cümle kurgusu edinebilmeyi başarmaktır. Bu en zor yazma görevi olduğu için her yazar, yazı hayatı boyunca bu görevin icrası için uğraşır durur. Bunun varılacak son noktası da yoktur. Ne kadar görkemli bir söyleyiş de tuttursa, bununla yetinmesi bulunduğu mevkiyi koruyamayacağı anlamına gelir ki bu da bir yazar için hızlı bir düşüş demektir. Çünkü adına “okur” dediğimiz sessiz kitle ve yaman, acımasız yargıç, kendisini sürekli şaşırtmayan, beslemeyen yazarı gönül tahtına nasıl çıkardıysa öyle de oradan indiriverir. Yazar yazarlığını bilecek ki okur da okurluğunu bilsin!

Birtakım yüce hakikatleri va’z eden kitaplar okursunuz, bu kitaplar taşıdıkları hakikatler adına büyük değer taşırlar; ama gelin görün ki bu hakikatlerin giydirildiği elbise, içeriğine (mazrufuna) lâyık nitelikte değildir. Her taraftan dökülüyordur veya cümle yapısı zararsız olduğu hâlde, dile getirilişi bakımından dökülmektedir. Ömrü, birinci baskısıyla sınırlı olan bu tür kitaplara açıktan bir tavır, eleştiri de getiremezsiniz; çünkü yanlış anlaşılırsınız. Ama Allah bize akıl, fikir, sanat neşvesi verdiğine göre, yüce hakikatleri geleceği olmayan kalıplara mahkum etmek de büyük bir sorumluluk gerektirmez mi?

Her şeyi kaba bir mesaj çıplaklığıyla vermek ısrarında olan adam, mensubu olduğu inancın ince hakikatlerini kavramada, kavratmada gösterdiği acziyetin faturasını nasıl ödeyecektir?

Anlatımda kelime seçiminin önemi büyüktür. Kelime seçiminde ölçü, anlama uygunluk olmakla birlikte, seçilen kelimenin ses özellikleri, cümledeki iç âhenge katkısı da göz ardı edilmemelidir. Sağlam bir üslupta kelimeler, yazarın kalp atışlarına öyle eşlik etmiştir ki artık kelimelerin iç sesleri ve anlamlarındaki farklı coşkunluk yazarın ruh frekansıyla bütünleşmiştir. Kelimeler, âh, duygu ve düşünce evrenimizin hırçın süvarileri!...

Anlatım, anlamın tonuna ve dozuna göre biçimlenmeli; girintisiz bir anlamı dolambaçlı ifadelerle anlatmak, özenti düşkünlüğü; çok boyutlu bir anlamın anlaşılır olsun diye basit tarzda anlatılmaya çalışılması da gereksiz işgüzarlıktır. Bazı karmaşık fikirler vardır ki onları yalın bir söyleyişle dile getirmeye uğraşmanız, bu fikirleri öldürmeniz anlamına gelir. Bazı alışılmış düşünceler, duygular da vardır ki onları karmaşık ifadelerle anlatmanız, sadece gösteriş budalalığından öteye gitmez. Bırakınız her düşünce, duygu, olay hak ettiği şekilde, gerektiği tarzda dile dökülsün.

Yazar kullandığı dili ve üslubu sayesinde yeni anlatım imkânları keşfeder ve kendisine bambaşka bir iç dil dünyası kurar. Kelimelere kendince bir ruh ve hayat üfler. /Bu, insana Yaratıcı tarafından bağışlanan bir ayrıcalıktır./

Kuru kuruya kelimeler hiçbir şey ifade etmez, onlara ruh üfleyen, yazarın sihirli kalemidir. Kelimeler duyguya düşünceye kanat olmaya başladıklarında asıl görülmeye değer bir kabına sığmazlık kazanırlar. Artık insanın kavrayış, duyuş ve seziş yönünden bütün sınırlarını zorlama avcılığı başlamıştır.

Aynı konudaki iki farklı yazı, okuyucuyu farklı biçimde etkiler. Birini okurken içinizi tatlı bir sıcaklık sararken, diğerini âdeta silâh zoruyla okursunuz. Bu, üslupla üslupsuzluğun en bariz testidir. Gerçekten nitelikli bir okuyucuysanız, bunu çok açık şekilde gözlemlersiniz.

Sahih bir okuyucunun gerçek bir üsluptan aldığı tatla, yolunu bulamamış bir üsluptan duyduğu keyifsizlik arasında ne uzak mesafe vardır!

Birine bulaşmayın, diğerinin ruhuna sızın! İyi bir yazarın kelime dağarcığı oldukça zengindir. Yazdığı cümlenin ses ve anlam özelliklerine göre uygun sözcükler (eşanlamlar, yananlamlar, mecazlar) seçmede maharetlidir iyi yazar.

Bazen bir kelimenin yerine eş anlamlısı kullanıldığında anlamda ve âhenkte can sıkıcı sevimsizlikler sırıtabilir ve bir tek kelimenin değiştirilmesiyle cümle güzel bir cümle hâline gelebilir.

ÜSLUP AŞAMALARI

Düşünce ve duygu birikimlerini kelimelere dökmek için bizde bulunması gereken istek ve gayreti, yazmada yeterli akıcılık sağlanıncaya kadar, yazma hızımızı artırarak korumamız, hiçbir başarısızlıktan yılmamamız, işlerin yavaş yavaş rayına girmesini sağlar.

İstekle azmi bir düzeye çıkardıktan sonra iş kalem akıcılığına kalıyor. Kimi kalem erbabında istek ve azim yerli yerince olduğu hâlde, kalem akıcılığı ciddî problemler yaşayabilir. Yazmayı kesintiye uğratacak bütün bahaneleri bir kenara iterek kaleme sarılan adamın önüne onu tökezletecek, ilerlemesini engelleyecek tümsekler çıkabilir.

Her yazar, kalemi eline alır almaz akıcı bir seyirle yoluna devam edemez. Kimi yazarlarda masaya oturur oturmaz kalem âhenkli bir seyirle işlemeye başlar kimilerinde ise yukarıda bahsettiğimiz tıkanmalar yaşanabilir ve bu tıkanmalar, var olan yazma isteğini tehdit edecek denli inatçı bir yapıda da olabilir. Bu tür tıkanmaların çeşitli sebepleri olmakla birlikte en büyük sebebi, yazmayı bir sanat neşvesine büründürecek keyifli bir üslup tutturamamaktır.

Yazmak, zevkle sürdürülebilir bir etkinlik oluncaya kadar çeşitli sıkıntılar çekilecektir, çıkmazlardan dönülecektir, dalgalarla boğuşulacaktır, tümsekler aşılacaktır, yılgınlıklar bertaraf edilecektir şüphesiz; çünkü özgün bir üslup tutturmak, kolay çıkılabilir bir basamak değildir. Ve pes etmek ancak ideal yoksunlarına, kolaycılara, tembellere ve günübirlik yaşayanlara özgüdür.

Kimi yazarlar hiçbir üslup seçiciliği edinmeden de kitlelerin itibar ettiği bir konuma gelebilir. Ve bu parlama, toplumun o anki birtakım geleneksel ve duygusal ihtiyaçlarını karşıladığı için mümkün olmuştur, bunun kalıcı bir değeri yoktur. Ama günü kurtaran yazarlara da ihtiyaç vardır şüphesiz; çünkü geçmişten geleceğe uzanan toplumsal sürekliliğin birtakım güncel azıklara da ihtiyacı vardır. Yazar, kelimelerle kişisel dostluğunu kavîleştirdikçe kendi sesinin yankısı onu taşıyabilecek bir nitelik kazanır.

Tadını, kıvamını bulmuş bir üslup elde edilinceye kadar izlenen yol; alımlı güllerle kaplı, rahat ve elverişli bir yol değildir; ama bu yolu zevkli ve çekilir kılmak yazarın elindedir. Zaten “üslup kurmak” sürecinde ısrarlı bir çalışma olmazsa yorgunluk ve bazı aksiliklerin doğurduğu yılgınlıkla bu işin tehlikeye girmesi kaçınılmazdır. Kalem erbabı, kelimelerle olan o gizemli macerasını çeşitli tatlarla besledikçe bu aşama anlatılmaz heyecanlarla geçirilebilir. Bu duyguyu yaşamayan biri, bir yazarın kalemle olan taaşşuku sırasında tattığı ince hazları, heyecanları hissedemez, anlayamaz, anlatamaz. Kendi yolunu bulmuş, üslubunu kurmuş bir yazarın yazmanın ışıtma, yeşertme misyonundan aldığı keyif hiçbir dünya neşesiyle, zevkiyle, heyecanıyla karşılaştırılamaz.

Bir manzara veya konu üzerinde yapılan birçok yazma denemesi, sonunda yazıyı bir kimliğe büründürür. Bu kimlik, sadece “denemek”lerle sağlanmış bir kimlik değildir. Yazarın kişiliği, üslubunun şekillenmesinde en büyük kaynak olduğuna göre, kişisel damgası, yazı tecrübeleri boyunca belirginleşmeye, kendini kurmaya koyulur.

Uzun yazma süreçleri geçirmeden üslubun billurlaşmasını beklemek beyhudedir. İnsan, yaratılışı gereği, hem fiziksel hem ruhsal alandaki deneyim ve ustalıklarını; ancak sıkı çalışmalar, temrinler ve ön hazırlıklar sayesinde edinebilmektedir. Onun için, birkaç yazı karalar karalamaz, bunları uzun bir harman serüveni geçirmiş yazılarla karşılaştırıp ümitsizliğe düşmek yersizdir.

Yaza yaza, iyi yazının kara sularına avdet edebiliriz ancak. Kelimelerle aramızdaki sıkı iletişim sayesinde, bu merhaleden sonra bize anlamın daha ince ve derin damarlarını dillendirebilmek ayrıcalığı bağışlanır.

Üslup, tabiî bir süreç sayesinde kendini kurar, yazma serüveni boyunca gerçek üsluba giden yolda ne söyleyiş incelikleriyle tanışırız da bunun varabildiğimiz en iyi nokta olduğunu sanırız; oysa kelimelerle muhabbetimiz koyulaştıkça yeni yeni anlatım alanları açılır önümüze, yeni ince söyleyişler bağışlanır bize. Bunun tanımı, açıklaması yoktur. Bu yaşanan bir durumdur. Yazdıkça, kelimelerle olan sıkı bağımız anlamın kalbine doğru yürüyüşümüzde bizi “söz”ün yeni derinlikleriyle, cilveleriyle tanıştıracaktır.

Kimi yazarlar ömür boyu üslup kurmaya uğraşır; ama bir türlü gerçekleşmez bu. Çok yazmakla eli ayağı düzgün cümleler kurmaya ehil olunur da; üslup, çok yazmakla birlikte birtakım özel hâllerle doğrudan ilgilidir.

Her şeyden önce üslup dille kurulur. Ve dil zevkinin oluşması, coşkulu bir seyirle süregiden yazmaların-okumaların kazandırdıklarıyla doğru orantılıdır.

Yazdığımız şu kadar, şu kadar yazının; okuduğumuz şu kadar, şu kadar kitabın sağladığı deneyim ve birikimle kurarız üslubumuzu. Okuma-yazma faaliyetlerimiz ne kadar tutkulu ve aklı başında yürürse, kalemimiz o kadar kendinden emin bir duruş sergiler. Kendinden emin bir kalem, aynı yolculukta çok farklı ve birbirinden cazip güzergâhlar tutturabilir. Bu, dile hakimiyetin, özgün bir üslup edinmenin göstergesidir.

Yazarın en büyük aşkı kelimelerledir. Bütün imkânları kullanarak bir menzile varır ki artık mevcut kelimeleri yeterli bulmaz ve çeşitli imkânlara yönelir yazar. Yeni mecazlar bulur, dilin temel dokusuna zarar vermeden yeni kelimeler türetir, alışılmamış tamlamalar kurar, ilk bakışta yadırganabilen ifadeler icat eder. Ama bunlar gereklidir artık. Yazar büyük sularda yüze yüze kendi sınırlarını zorlaya zorlaya duvara dayanmıştır artık, bir çıkış yolu bulmalıdır ve dil denizine yeni sular katmalıdır. Zaten diller bu şekilde zenginleşip çeşitlenmiyor mu?

Tutuculuğu meslek edinip, dilin yalnızca katı kurallarına bağlı kalsaydık, bunca mecazlarla, nüans anlamlarla, sanatlı söyleyişlerle tanışabilir miydik?

Seçici üslup; bir kişilik duruşu ve yetenek gerektirir.

Duygu ve düşünce tutarlı-kuşatıcı olursa üslup parlar. Öyleyse üslup bir başına sözü parlatma, süsleme işi değildir. Söylenmek istenen, en uygun ve güzel şekilde söylendiği takdirde ortaya istenilen kompozisyon çıkar.

Üslup düşüncenin, duygunun giydirildiği elbise, somutlaştırıldığı kalıp
olduğuna göre et-tırnak gibi, konuyla üslubun bütünleşmesi gerekir. Ne üslup olmadan konu kendi varlığını dobra dobra bir güzellik atılımıyla haykırabilir, ne konu olmadan üslup güzelliğini bir gönül ve ruh verimi olarak anlamlandırabilir.

Sağlam bir üslup çarpıcı bir özle birleşince gerçek gücünü gösterir. Biri, diğeri olmadan hiçbir derde doğru dürüst deva olmaz.

Öz-biçim, bir başka deyişle, üslup-konu ilişkisi; anlam-güzellik ilişkisidir. Öz, muhtevası yönüyle bir anlama ve faydaya karşılık gelir; biçim ise estetik zevkimizi ışıklandıran güzelliğin karşılığıdır.

Hayatı basit bir yaşama ilişkisiyle sınırlı gören birinin karmaşık ruh durumlarıyla zaten bir alışverişi olamaz. Öyleyse böylelerine nitelikli üslupla, çok farklı duyarlıkların, ince hakikatlerin aktarılabileceğini anlatmaya çalışmak boşuna bir çabadır. Dümdüz bir söyleyişten, kaba bir iletimden başka bir yolu tutmayan birinden incelik beklenemez..

Ayrıca nitelikli üslubun müşterisi de toplumun orta tabakasındaki çoğunluk olamaz. Çoğunluğun beslendiği kaynaklar, sıradışı maharetlerle varılabilen duyarlık katına elvermez. Onun için, "üslup eserleri"nin, ‘yalnızca’ okuma serüvenleri özel bir derinlik alanına varabilmiş olanların elinden uzun süre düşmemesi olağandır. Bundan fazlasını beklemek de yersizdir.

Sadelikte ölçü farklı farklıdır. Ruhun derin ve karmaşık hallerini betimlemede sade ve herkesin anlayabileceği bir anlatım yolu tutturmak zaten imkânsızdır. Çünkü anlatılan bir macera, bir olay değil, peş peşe katmanlar hâlinde açılmayı bekleyen fikir hamulesidir.

Yazının, insanın içine gerçek ışıklar salabilecek, kafasındaki alacakaranlıkları giderecek, zihninde ve gönlünde bol çağrışımlı evrenler parıldatacak donanımda olması; içeriğinin yanında, üslubunun nitelikli olmasına bağlıdır. Zaten üslup güzel olmadan ne yazı sonuna kadar okunmaya değer bulunur, ne de anlatılan şey ne kadar önemli olursa olsun ondan bir tat alınabilir.

Üslubun etkileyiciliğini, süslü ve gösterişli olmasında mı arayacağız, yoksa sade, tabiî ve hedefi karşıdan gören yazılar daha mı etkili olur?

Sırf gösteriş olsun diye süslenip parlatılan sözler, ilk bakışta insanın zevkini okşayabilir; ama bu sözler içi boş, rengarenk balonlara benzer ki kısa zamanda bu sözlerin akıbetini kestirmek zor değil.

Büyük düşünceleri cılız sözlerle, cılız düşünceleri şişirme sözlerle ifade etmek yazarlık için en büyük kan kaybı olmalıdır. Büyük düşünceleri söze dökecek güçte değilsek henüz, buna kalkışıp kendimizi zora sokmayalım. İçimizde karşılığı oluşmamış, kişilik olarak özümsemediğimiz hiçbir düşünce içten ve etkileyici bir şekilde anlatılamaz.

Cılız düşüncelerin büyük ve süslü lâflarla ifade edilmesi bizi gülünç duruma düşürmekten başka bir işe yaramaz.

Süslü ve gösterişli üslubun sahih edebiyat anlayışına ters düştüğünü bilmeliyiz. Gösteriş ve süste bir görünme hırsı ve kendini beğenme duygusunun ağır basmadığını kimse söyleyemez.

Etkileyici üslup süslü ve gösterişli üslup değil; tabiî, kendine özgü özelliklerle biçimlenmiş, dilin sanatlı işleyişine katkıda bulunan üsluptur.

Sıradan, basit bir cümle kurmayayım diye çırpınan yazar tabiilikten uzaklaşmamalı.

Yazı hayatının başlarında hemen herkes edebiyat yapmayı sever; bu, yaşanması gereken bir süreçtir. Bu dönemde herhangi bir duygu dalgalanmasıyla harekete geçen yazar, genellikle fazla duygusal davranmayı, üst perdeden hamaseti tercih eder. Ama duygu ve düşünceleri, saman alevi ilgiler uğruna enerjisini harcamayacak kadar bir deneyim edinince, kalıcı üslup kumaşı parlamaya başlar. Artık yazardaki uçan heyecanlar yatışmaya, durulmaya başlamış; ortalıkta görünme hevesi yerini yürekleri ısıtma bilincine bırakmıştır.

Özgün bir üslup gülümsemeye başladığı zamana kadarki süreç de aslında olağan bir süreçtir. Bu süreçte de hem yazar hem okuyucu açısından faydalı bir alışveriş vardır. Bu dönemin okuyucusu da yazarı gibi "delikanlılık" dönemini yaşamaktadır.

Yalnız bu sürecin uzaması, hatta bazı yazarların yazı hayatları boyunca bu süsleme-özenti anlayışının devam etmesi üslup sorunlarının aşılamaması anlamına gelir. Söz sanatları, mecazlar, soyutlamalar, yan anlamlar... hep konunun, mesajın sunulmasını kolaylaştırmak içindir. Birtakım betimlemeler için düz anlatım yavan kalacağından edebi sanatlara başvurmak gereklidir.

Yazarın biçim ve içerik yönündeki tercihlerine göre değişmekle birlikte, bir yazıda gereksiz yere söz sanatlarına yer verilmesi; tabiîliği ciddî biçimde örseler, nitelikli okur nezdinde yazarın konumuna zarar verir. Eskimiş, yorulmuş, aşınmış sözlerden, mecazlardan, terimlerden uzak durmak yeni ve nitelikli kalmak isteyen yazarın hayrınadır hep. Bir de bir yazara ait bazı söyleyişler o yazarın dilinden güzelse herkes bu güzel söyleyişleri söylemekle kendi sözünün de güzelleşeceğini sanmamalı. Başkasına ait sözleri hazmetmeden, kalıp olarak almak, yazılarımızı yamalı bohça gülünçlüğüne düşürür.

Öyle ince duygular, öyle ağır fikirler vardır ki bunları alışılagelmiş kelimelerle ve "kolay anlaşılırlık" çabasıyla dile dökemezsiniz; dilin üst anlatım imkânlarına başvurmalısınız.

İnce duyguları, derin fikirleri dile getiren yazıları okumak-anlamak kolay olmadığı gibi bu yazıları kaleme almak da kolay değildir. Her dil, ortalama bir algı düzeyine göre şekillendiğinden, genel sınırların dışına çıkan anlatımlar, dilin olanaklarını zorlamayı gerektirir. Güçlü yazarlar, dilin ortalama sınırlarını aşmış, kelimelerin ses ve anlam özelliklerini detaylandırmış, renklendirmiş kişilerdir. Büyük yazarların kaleminden çıkan eserlerin ruhuna sızamamaktan şikâyet edeceğimize bu eserleri anlamak için ortalama algı düzeyini aşmaya bakalım.

Her düzeyin kendine göre okuru da vardır yazarı da. Estetik cümleler kurmak yolundaki çabalarımız gereksiz bir titizliğe boğulmamalıdır. Gereğinden fazla titizlik amacın sapmasına yol açar. Yazarlıkta amaç, bir konuyu güzel şekilde dile getirmek olduğuna göre, söyleyişin üzerine gereğinden fazla düşüp içeriği feda etmemeli.

İçeriğe göre bir anlatım belirlemek, iz-biçim ilişkisini en yetkin düzeyde gözetmek, birçok problemi hâlledecektir.

Said Türkoğlu