saniyenur
Thu 21 June 2012, 04:53 am GMT +0200
Üretimde Adalet
İslam, müminlerin insanları istismar ederek veya gayri adil yöntemler kullanarak servet kazanmalarını yasaklar. Servet kazanırken sadece bütün iyi ve adil vasıtaların kullanılmasını ister. İslam kişinin mülk edinme hakkını ve çalışma serbestiyetini belirli sınırlar dahilinde teslim eder. İslam'ın bu hakların kötüye kullanımına veya istismarına hoşgörüsü yoktur. Diğer bir ifadeyle, İslam insanlann adil ve meşru vasıtalarla servet kazanmasını veya zengin olmasını engellemez; İslamın razı olmadığı şey servet kazanmak için yanlış ve gayri adil usuller kullanılmasıdır. (28: 77).
Kur'an-ı Kerim her Müslümanm hayatını kazanmak için yeteneği ve gücü ölçüsünde çalışmasını farz kabul etmiştir. İslam, Müslümana bütün dünyanın rızık vasıtaları ile dolu olduğunu ve rızkı bulmanın onun görevi olduğunu söylemektedir. Müslümanlara namazdan sonra yeryüzüne çıkıp rızık aramaları şu ayetle hatırlatılmaktadır: "Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah'ın lütfundan rızık isteyin." (62: 10).
Peygamber, Kur'an'ın bu emrini şu sözleri ile açıklamıştır: "Namazdan sonra en önemli farz helal rızık aramaktır." (Kenzu'l A'mal) ve bir başka vesileyle Peygamber; "Sabah namazını kıldıktan sonra rızkınızı kazanana kadar dinlenmeyin" buyurmuştur. İkinci halife Hz. Ömer kişinin hayatını kazanmak için çalışmasının önemini daima belirtmiş ve Müslümanlara rızıklannı aramalarını tavsiye etmiştir. Onlara rızık vasıtalarının bol ve çeşitli olduğu diğer memleketlere göç etmelerini söylemiştir. Hiç kimsenin işsiz kalmaması gerektiğine de değinmiştir. (Kenzu'l -A'mal).
İslâm, müminlerden rızıklarını aramak için daimi ve zorlu bir gayret talep ederken onlara âdil vasıtaları benimsemelerini, haram ve yanlış olanlarından sakınmalarını emretmektedir: "Ey iman edenler! Karşılıklı nzaya dayanan ticaret olması hâli müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin..." (4: 29).
Böylece İslam insanlar için servet elde edebilecekleri her yolu mubah saymamış olmaktadır. Toplum menfaatine zararı olmayan, sosyal refaha yardımı olan vasıtalara izin verilmiştir. Adalet temeline dayalı bütün üretim vasıtalarının kullanılmasına müsaade edilmiştir.
Kişilere, hayatiannı kazanma ve mülk edinme hürriyetleri verilirken üretim araçlarının şahsi nüfuz veya ün kazanmak veya toplumun daha zayıf üyelerini İstismar etmek için kullanılmamasını sağlamak için gerekli adımlan atar.
Özetle: "İslam, Allah'ın arzında insana kapasitesi, yeteneği ve fıtri özellikleri nisbetinde rızkını arama hakkını tanır. Fakat bu ona, servet kazanımı için ahlaki çöküşe veya toplumsal nizamı bozmaya yol açacak vasıtaları benimseme hakkını vermez. İslam değişik kazanç vasıtaları arasında helal ve haram aynmmı getirmiştir, ahlaken veya toplumsal olarak zararlı olan bütün metodlara gayri-meşru damgasını vurmuştur. Bu amaçla zararlı kabul ettiği usulleri açıkça belirtmiştir. İslami hükümlere göre kötülüğü ve ahlaksızlığı yayan şarap ile diğer keyif verici maddeler ve içkilerin sadece kullanımı yasaklanmakla kalmaz; ayrıca, üretimi, alımı, satımı, bulundurulması da haram kabul edilir. İslam; zina, fısk ve fücura yolaçan müzik, dans gibi kazanç yolların: da helal kabul etmez.İsIam bîr kişinin kazancının bir diğer şahsın, şahıslann veya bütün bir toplumun zararına veya kaybına yol açtığı bütün metodlan haram olarak nitelemiştir. Rüşvet, hırsızlık, kumar, spekülasyon, aldatmak ve kandırma temeline dayalı iş, fiatlan yükseltme amacıyla ihtiyaç maddelerini stokla-mak veya saklamak, sahayı diğerleri için daraltan üretim araçlarının tekel altına alınması; bütün bu yöntemler haram kabul edilmiştir. İslam, tabiatları itibanyla çatışmaya yol açabilecek, kazancın veya kaybın sadece şansa ve tesadüfe bağlı olduğu veya tarafların haklarının ayırdedi içmediği bütün iş çeşitlerini dikkatle seçmiş ve haram olarak nitelemiştir." (Ayrıntılar İçin Kısım 29 ve 30'daki Zekat bahsine bakınız).
İslam'ın ticaret ve sanayi ile ilgili hükümleri göstermektedir ki çağımızda milyarder veya mültimilyarder olan şahısların çoğunun kullandığı yöntemlere İslam sıkı kanuni kısıtlamalar koymuştur. Eğer iş, İslami sınırlamalar çerçevesinde yürütülürse bir kimsenin aşırı servet biriktirmesine imkan yoktur.
Bu ilkeyi açıklamak için İslam'da toprak bahsini ele alalım. İslam, Avrupa Kanunlarındaki bütün malı İlk doğan erkek çocuğun aldığı "İlk doğan" (primo-geniture) kavramını kabul etmez; ikinci olarak adaletsizlik ve istismara yol açan toprak üzerinde tasarruf hakkı tanıyan sistemleri yasaklar. İslam sadece adil ve eşitlikçi toprak tasarruf sistemlerini kabul eder. Peygamber, üreticinin menfaatlerini ters olarak etkileyen bütün ürün bölünüş sistemlerini yasaklamıştır. (Halife Abdül Hakim; islam and Communism, sh. 196-213).
İslam, sermayeye karşı da aynı tavrı benimser. Olağanüstü durumlarda veya beklenmedik doğal afetlerde sarfedilmek üzere veya daha fazla servet elde edilmesine yardımcı olmak için tasarrufta bulunulmaya mani olmaz. İslamın yasakladığı şey toplum karşıtı amaçlar için sermaye biriktirmektir. İslam insanlara parayı dolaşımda tutmaları için mal satın almalarını, yatırımda bulunmalarını, yetersiz veya hiç geçim vasıtası bulunmayan insanlara infak etmelerini tavsiye etmektedir. İslam, parayı istifleyenlere şiddetli uyanda bulunmakta; ayrıca artan servetin kullanımına da belirli kısıtlamalar getirmektedir. Mesela, insanların birikmiş servetlerini faiz karşılığında borç olarak vermeleri yasaklanmıştır. Bununla birlikte birikmiş tasarruflarından zekat vermek zorundadırlar.
Tüketimde Adalet: Aynı adalet ilkesi Kur'an-ı Kerim'in aşağıdaki ayetinde açıklandığı üzere tüketim sahasında da geçerlidir: "Allah'ın bol nimetlerinden verdiklerinde cimrilik edenler bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, Kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır..." (3: 180).
Yukarıdaki ayette Müslümanlar kendilerini cimriliğin kötülüklerinden korumaları konusunda uyarılmışlardır; aşağıdaki ayette ise israfın tehlikelerinden sakınmaları istenmiştir: "Elindekileri saçıp savurma. Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanla kardeş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür." (17: 26-27).
Bu ayet müsrifane tutumun cimrilik kadar ciddi bir kötülük olduğunu, hatta bazı bakımlardan cimrilikten de kötü olduğunu göstermektedir. Çünkü, serveti israf ederek insanlar şeytan gibi nankörleşirler; bu da bir bakıma Allah'ın emrine açıkça âsi olmaktır. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim Müslümanlara cimrilik ve müsriflik gibi iki aşın uç arasında orta bir yol tutmalarını tavsiye etmektedir: "Yiyin, için israf etmeyin; çünkü Allah müsrifleri sevmez." (7:31). "Onlar sarfet-tikleri zaman ne israf ederler, ne de cimrilik; İkisi arasında orta bir yol tutarlar." (25: 67). "Elini, boynunu bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma, yoksa pişman olur, açıkta kalırsın." (17: 29).
Rasulullah harcamada adalet ve itidal esasım Şu hadisiyle açıklamıştır: "(Gelir ve gider arasında) itidal iktisadi hayatta huzurun yansıdır." Ve imam Razi, Kur'an-ı Kerim'in yukarıdaki ayetini tefsir ederken, Allah, maddî meselelerde ılımlı olmanın, serveti israf etmemenin ve aynı zamanda saklamamanın O'nun kullarının bir vasfı olduğundan bahsetmektedir, der.
Böylece bize harcamalarımızda aşırı tutumlardan kaçıp itidali benimsememiz tavsiye edilmelidir. Eğer itidal benimsenirse ekonomik sistemin dayanışması ve İşlerliği tehlikeye düşmez ve biz servetimizden faydalanabiliriz.
Burada şu hususa da değinilmelidir: "Manevî veya toplumsal zarara yol açacak bütün usûller yasaklanmıştır. Servetinizi kumarda harcayamazsınız; şarap içemezsiniz; zina edemezsiniz ve paranızı müzik, dans ve diğer şahsi iptila va-sı talan yoluyla israf edemezsiniz. İpek elbise giymeniz yasaktır; (kadınlar hâriç) altın, ziynet ve mücevher kullanmanız yasaktır; evinizi servetinizin büyük bir kısmım lüks ve iptilalara harcanacağı bir şekilde süsleyemezsiniz. İslam'ın helal kabul ettiği maddeler, bîr kişinin ortalama bir hayat standardında yaşamasını sağlayacak olan maddelerdir ve eğer fazlalık olursa, islâm bu fazlalığın fazilet ve hak uğruna ve kamu yaranna sarfedİlmesini veya ihtiyaçlarını yeterince karşılayamayan insanlara yardım içiı harcanmasını önermektedir. İslama göre, be nimseneceken iyi yol, kişinin kazandığını helal ve makul ihtiyaçları için sarfetmesi ve eğer bir fazlalık kalırsa bunu da İhtiyaçlarını karşılamaları için diğerlerine vermesidir. İslam bu vasıfları en yüce bir ahlaki seviye olarak kabul eder ve bunu bir ideal olarak kuvvetle ortaya koyar. Bundan dolayı da İslâm inancından etkilenmiş bir toplum daima kazanıp infak edene, servetlerini biriktirenlere veya daha fazla kazanmak için artı servetleri ile yatırımlara girişenlere duyduğundan daha fazla saygı duyar. (Muham-med Kutub; a.g.e.).
Dağıtımda Adalet: Dağıtımı yönlendiren esas ilke adalet ve fedakarlıktır. Dağıtımın amacı iki yönlüdür; birincisi, servet birkaç elde toplanmamalı ve toplum İçinde dolaşımına devam etmeli; ikincisi, değişik üretim faktörleri ve kesimleri milli gelirden eşit pay almalıdır.
İslâm'ın âdil bir hayat sistemi tesis etmek için insan ruhunu arıtmaya ve temizlemeye büyük önem verdiği doğrudur. Ancak hayatın pratiğini de gözardı etmez. İslâm amacına toplumda servetin manevi talim ve terbiye yoluyla adil dağılımını sağlamak yoluyla ulaşır, fakat aynı zamanda, arzu edilen sonuçlara ulaşılmasını kesinlikle sağlamak için hukukî tedbirlere de başvurur. İslâm'ın servet dağılımında eşitliği istediği veya savunduğu söylenemez. Nasıl ki sağlık, kuvvet, yetenek, dış görünüş gibi özellikler eşit olmuyorsa, üretim araçlarının ve servet dağılımının mutlak olarak eşit dağılımı da olmayabilir. İnsan fıtratı insanlar arasında ekonomik derecelenme gerektirir. Eğer bir takım suni vasıtalarla ekonomik eşitlik sağlanırsa bunu uzun süre muhafaza etmek mümkün olmayacaktır, çünkü bu, âdil ve hakkaniyete uygun bir iş değildir. (Muhammed Kutub; islam the Misun-derstood Religion).
İslâm'ın istediği; insanların mevkiine, inancına, ırkına bakmaksızın servet elde etmeleri konusunda insanlara fırsateşitliği tanımaktır. İslâm'a göre insanlar eşit fırsatlara sahip olarak, herhangi bir hukukî veya sosyal kısıtlama olmaksızın, yetenekleri nisbetince serbestçe kazanabilirleridirler. Bu sebeple İslâm'ın esas amacı sosyal statülerine bakmaksızın herkese ekonomik sahada fırsat eşitliği sağlamaktır. Ayrıca, İslâm, servet eşitsizliklerinin belirli bir noktadan ileriye gitmesine izin vermez ve bu eşitsizlikleri mâkûl ve âdil sınırlar içinde tutmaya çalışır. Servetin büyümesini ve elde toplanmasını önlemek için İslâm, servetin biriktirilmesini yasaklar ve toplumun hayrına harcanması konusunda ısrar eder.
Kur'an'ın aşağıdaki ayeti servetin belirli ellerde toplanmasının kötü sonuçlarına şöyle işaret eder: "Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklılarına yola gelmelerini emrederiz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hak eder. Bİz de onu yerle bir ederiz." (17: 16).
Burada fıtrat kanununa bir atıf vardır. İnsanlar gereksiz şeyler için müsrifçe harcamalar yapmaya ve lüks bir hayata müptela olmaya başlayınca bu duruma alışırlar ve lüks ve rahatlarını sürdürmek için ne kadar yanlış ve gayri-âdil olursa olsun hiçbir vasıtayı kullanmaktan kaçınmazlar. Kendi bencil isteklerini tatmin için toplumun fakir ve zayıf kesimlerini istismar etmekte tereddüt göstermezler. Böylelikle zengin daha zengin, fakir daha fakir olur ve sonunda, servetin bu eşit olmayan dağılımı toplumdaki dayanışma ve birliği yıkar.
"Yola gelmelerini emrederiz" sözleri, servetin birkaç elde toplanması halinde kötülüğün yaygınlaştığını ve sıradan insanın hayatının kendisi için bir yük ve ızdırap haline geldiğini göstermektedir. Bu olaylar zinciri toplumda tedricen tatminsizlik ve bozulma şeklindeki kötülükleri doğurur ve toplumun gücünü yavaşça çökerterek yok olmasına sebep olur. Rasulullah, aşırı servetin Müslümanların iman ve ahlâkını tehlikeye sokacağını ve sefaletin insanları küfre iteceğini belirtirken, gerçekte, bu olaylar zincirine atıfta bulunuyordu. Peygamber, Müslümanları, servetin birkaç elde toplanmasının ciddi sonuçlan hakkında uyarmıştır.
Bundan dolayı, İslâm, servetin belirli bir noktamda toplanmasını engellemek ve toplum içinde dolaşımını arttırmak için gerekli adımlan atar. İslâm, servetin toplum içinde adil bir şekilde dağılmasını temin eder. Manevi tâlim ve terbiye insanlar arasında bir sorumluluk hissi geliştirir, böylece insanlar din kardeşlerinin ihtiyaçlarını en az kendi ihtiyaçları kadar önemli görürler.
Toplumun daha fakir fertlerinin İhtiyaçlarını karşılamak için kendi ihtiyaçlarının bazısından fedakarlık etmeye daima hazır olurlar. İnsan fıtratını terbiye ederek ve arıtarak, islam dört halife zamanında büyük bir başarıya erişmiştir. Bu devirde Müslümanlar servetlerini ve mallarını Allah rızası ve mağfireti dışında hiçbir karşılık beklemeksizin din kardeşleri ile paylaşmak konusunda çok istekliydiler. Kur'an-ı Kerim bu insanlardan şöyle bahsetmektedir: "... Onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar..." (59: 9).
İlk Müslümanların servetin kullanımı konusundaki bu tutumları, Müslümanlara ihtiyaçlarından arta kalanı din kardeşlerine vermeyi emreden Kur'an-ı Kerim'in manevî terbiyesinin doğrudan sonucu idi. "... Ne sarf edeceklerini sana sorarlar. De ki: 'Artanı'..." (2: 219). Haşr suresinde, Müslümanlardan, bir kaç elde toplanmasın diye, servetlerini dağıtmaları istenmektedir: "Allah'ın o kent halkından, Rasulüne verdiği ganimetler, Allah'a, Rasule, (Rasule) akrabalığı bulunanlara, yetimlere, yoksullara, (yolda kalan) yolcuya aittir. Ta ki (o mallar), içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın.." (59: 7).
Yine Zâriyat suresinde Müslümanlara, fakirlerin ve muhtaçların zenginlerin mallarında eşit derecede hakları olduğu söylenmektedir: "Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır..." (51: 19).
Peygamber Kur'an'ın yukarıdaki ayetlerinde sözkonusu edilen esası zenginlerin servetinde toplumun zekattan başka haklan da olduğunu söyleyerek açıklamıştır. Abdullah b. Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Eğer zekat fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli olmazsa o vakit onların ihtiyaçlarını karşılamak ve kendilerine yeterli hale gelmelerini sağlamak zenginlerin vazifesidir. (al-Muhalla, bölüm 6, sh. 156).
Böylece zenginlerin mallarında fakirlerin hakkı olduğu anlaşılmaktadır. Bu hak fakirlere geri dönmelidir. Toplumda hayati ihtiyaçlarından yoksun hiç kimsenin bulunmamasını temin de zenginlerin bîr vazifesidir. Eğer zenginler vazifelerini dürüstçe yapmazlar ve toplumdaki fakir ve muhtaçlara haklarını vermeden servet biriktirmeye devam ederlerse, sadece Allah'ın gazabını üzerlerine davet ediyor olmazla aynı zamanda Islami devleti, kanuni güçlerini kullanarak bu hakkı almaya ve hakiki sahipleri arasında dağıtmaya da zorlamış olurlar.
İslam, bir kişinin ihtiyacının ötesinde ve üzerinde olan fazlalığın fakir insanların ihtiyaçlarının karşılanması İçin topluma verilmesini ister. Böylece milli servet bütün sınıflar arasında dolaşsın. İnsanlar, manevi eğitim vasıtasıyla sosyal adalet ilkesinin ve başkalarının haklarına riayet edip sorumluluklarını yerine getirmelerinin önemi konusunda tamamıyla şuurlu bir hale gelirler. Ayrıca, hukuki tedbirler de toplumdaki servet akışını temin eder ve servetin herhangi bir noktadaki istenmeyen yoğunlaşmasını engeller. Fakat eğer, manevi terbiyeye ve kanuni sınırlamalara rağmen, istenmeyen bir servet yığılımı oluşturulursa, o vakit İslami devlet toplumdaki dengeyi tamir etme hakkına ve gücüne sahiptir, çünkü İslam bütün adaletsizlik çeşitlerini kınar ve bunlara rıza gösterenleri en şiddetli azabla tehdit eder. (Halife Abdul Hakim; islam and Communısm, sh, 196-213).
Mübadele (Takas)de Adalet: Peygamber zamanında rağbette olan değişik takas çeşitlerinde adalet ilkesi ciddi bir şekilde uygulanmıştır. Peygamber adalete ve herkesin rızasına dayalı anlaşmaları muhafaza etmiştir. Gayri adil veya münakaşa ve husumete yol açması muhtemel olan, kumara benzeyen, riba ve aldatma unsuru ihtiva eden, bir kişinin kazancının digerinin kaybına bağlı olduğu bütün anlaşmalarını yasaklamıştır.
Esas olarak rizikoya dayalı bir metod olan karaborsacılığa ve fahiş kâr gütmeye yol açar. Diğer bu nevi anlaşma şekilleri de değişik kumar çeşidi gibidirler. Aldatmaya dayah anlaşmalar münakaşa ve düşmanlığa sebebiyet verirler. Bütün bu İş anlaşmaları Peygamber tarafından yasaklanmıştır. Peygamber yiyecek maddelerinin stoklanmasını ve genel kullanıma ait şeylerin tekele alınmasını da yasaklamıştır. (Bütün bu iş çeşitleri ileriki sayfalarda "Mal Değişimi" başlığı altında açıklanacaktır.)
Bu tavır, kısmen, değişik anlaşma şekillerini sağlıksız ve zararlı unsurlardan arındırma için ve kısmen de bütün takas sahasına adalet ilkelerini kesin bir şekilde yerleştirmek İçin alınmıştır. Bu tedbirler sayesinde Peygamber'in halifeleri İş anlaşmalarından hiç istenmeyen unsurları uzaklaştırmaya ve mal değiş-tokuşu (takas) sahasında adalet prensibini başarılı bir şekilde uygulamaya muktedir olmuşlardır.