reyyan
Wed 14 September 2011, 07:28 pm GMT +0200
Tencere
Şubat 2007 98.SAYI
Ferzan TOPATAN kaleme aldı, TENCERE bölümünde yayınlandı.
Üniversite, Ekmek ve Tuz
Yıllar önceydi, üniversitenin ilk yılıydı. Yanlış bir bölüme Matematiğe kaydolmuştum. Ama yeniden sınavlara girme cesaretim yoktu. Babamlar zaten tıbbı kazanamadığım için yas tutmaktaydılar. Bu yas yüzünden konuşma ve gülümseme yetenekleri hasar görecek, yıllarca benimle doğru dürüst konuşamayacaklardı da zaten. N’apacaktım? Ben yeniden sınava gireceğim mi diyecektim. Bu mümkün değildi. Kimseye yük olmak istemiyordum artık. Bu durumla başa çıkabilirdim. Öyle sanıyordum.
Meslek lisesinden gelen bir öğrenci olarak tahtadaki matematiksel ifadelere bakmak, bunları bilmek zorunda olmak tam bir kâbustu. Ben yokken uzaylılar gelmiş, yeni bir dil icat etmiş, bunu da burada ders diye okutuyorlardı! Pes edecek miydim? Tabii ki hayır! Çalışmaya başladım. Ama neye! Herkes vizelere hazırlanırken ben lise matematik kitapları almış, olmayan matematik temelimi sağlamlaştırıyordum. Yine de müthiş bir azimdi.
Ev bir no-frost buzdolabı kadar soğuktu ve buzlanma yapmıyordu. Evdeki sıcak ilişkiler okulda da pek farklı değildi. İnsanlarla tanışıyordum. Onlar benim sınıf arkadaşlarımdı. Ama ilişkiler hiç lisedeki gibi olmuyordu. Her şey iskambil destesinden bir kule gibiydi. Bir rüzgâr esiyor, puf diye her şey yıkılıyordu. Gülümsüyorsun, kayboluyorlar.
İlk dönem şaşılacak kadar iyi geçti. Yalnızca bir dersten kalmıştım. Ama ikinci dönem tam bir felaketti. Ve pes eder gibi oldum. O gün bizim sınıftan oğlanlar basket oynuyordu. İstemeye istemeye beni de maça aldılar. Baskette iyiyimdir. Bunu abartmaya gerek yok ama iyiyimdir işte. En azından eskiden öyleydi. Ne sebepten bana gıcık olduklarını yıllar sonra öğrenip çok güleceğimiz bu insancıklar, o maç esnasında bana ısındılar galiba. Belki de kafalarında kurduklarından başka bir Ferzan görmek onları şaşırtmıştı. Basketbol böyledir, insanların içini görürsün o pota altında. Her şey şeffaflaşır. Saklanan kokular açığa çıkar, maskeler düşer. Kaybettiğin oğlunu bulmuş gibi olursun ya da kandırıldığını anlarsın.
Maç bitmiş, montumu almış gidecekken, onlarla birlikte yemek yemem için ısrar ettiler. Yemekte o kadar çok şey konuştuk ki... Meğer ne kadar çok söylenecek şey varmış şu hayatta. Her birinin birkaç cümleyle yakalayabildiğim, acıya teğet geçen birer hikâyesinin olduğunu fark ettim. Benim ki gibi değildi ama neredeyse hiç biri burada olmaktan mutlu değildi. Burası bir felaket sonrası düşülen ıssız bir adaydı ve onlar da hallerine şükredip, hayatta kalmaya çalışan kazazedelerdi.
Tamer, grubun lideri gibiydi, masada bir şeyin eksikliğini dile getirirdi. Galiba tuz yoktu. Benden, sen yakınsın, getirebilir misin, diye rica etti. Kaç zaman sonra benden birisi bir şey istiyordu. Lafı mı olurdu!
Masaya döndüğümde bir tuhaflık vardı ama anlayamadım. Tamer masaya eğilip başkalarının duyamayacağı alçak bir sesle:
- Arkadaşlar, duydunuz mu yemekhanede hırsızlık olayları varmış, dedi. Herkes:
- Yaa! diye karşılık verdi. Tunç:
- Ne çalıyorlarmış ki buradan? dedi.
-Tahmin edin, dedi Tamer, meraklatan bir ifadeyle. Okan o çocuksu şakacılığıyla:
- Aşçıyı mı çalmışlar? dedi. Tamer:
- Çok komik, dedi yüzünü ekşiterek. Adamlar ne bulduysa çalıyorlarmış, ekmek, tuz, çatal, kaşık..
Allah Allah, deyip masadan kalktık. Sandalyede asılı montumu giydim. Tabldot tepsilerini vereceğimiz sıraya girdik. Tam yemekhaneden çıkarken, Tamer kapıdaki yemekhane sorumlusuna:
- Ya, duyduk ki yemekhaneden ekmek, tuz filan çalanlar oluyormuş doğru mu, dedi. Adam:
- Vallahi, çalıyorlarsa günahları boynuna, dedi.
Ben bu mevzuya pek ilgi duymadığımdan, Tamer’i geçip, dışarı çıkmaya davrandım. O esnada montumun içinde bir şişkinlik hissettim. Bu da nesiydi! Montumun yan ceplerinde, iç ceplerinde bir şeyler vardı. Elimi attım. Bunlar… bunlar ekmekti. Ceplerim ekmek dilimleri doluydu. Ve tuz…
O esnada kapıdaki ekmek hırsızlığı konuşmalarını tam ensemde hissettim. Beni bir ateş bastı. Yüzümün rengi değişmiş olmalı ki, benden az ilerdeki çocuklar bana bakıp:
- Bir şey mi oldu Ferzan? diye sordular.
Ne yapacaktım, yemekhane sorumlusunun önünde durup “Aa! Bakın, cebimden ekmek ve tuz çıktı” mı diyecektim.
- Yok bir şey, dedim ve çabuk olmaya gayret ederek kendimi dışarı attım.
Hep beraber bahçedeydik. Olan biteni anlamaya çalışırken Tamer:
- Ne o Ferzan bir şey mi oldu? dedi. Ben:
- Ya, cebime bu ekmekleri kim koydu bilemiyorum, dedim.
Ve jetonlar düştü. Grup hep beraber gülmeye başladı. Olan biteni tam bilmeyenler de önce bana şaşkın şaşkın bakıp, hikâyeyi dinleyince onlar da gülmeye başladı. Tamer elini omzuma atıp:
- Aramıza hoş geldin uşağım. Küçük bir hoş geldin şakası yaptık, inşallah bize kızmadın, dedi.
- Yoo, dedim içimde kızgınlıktan çok bir ılımayla.
- İyi çocukmuşsun, seni sevdik. İçimiz ısındı sana, dedi.
Peki ben bu ekmeği tuzu n’apacaktım?
- Yersin yersin, dediler hep beraber.
Gülüşerek sınıflara doğru gittik. Bu yıllarca sürecek arkadaşlığımızın ve şakalarımızın ilk günüydü…
Akşam eve gelince odama çıktım. Masanın üzerine cebimdeki ekmek ve tuzu boşalttım. İçimde tuhaf bir sevinçle saflığımın ve salaklığımın delillerine baktım. İçimde kabaran duygularla alt