hafiza aise
Fri 8 November 2013, 03:16 pm GMT +0200
9. ÜNİTE HÂKİM (HÜKÜM KOYAN) MAHKUM ALEYH (MÜKELLEF) MAHKUM FİH
(HÜKME KONU FİİL)
(HÜKME KONU FİİL)
s-1) HÂKİM KİMDİR?
c-1) Hâkim: gerek vücûp (vacip), hürmet (haram) gibi teklifî hükümlerin ve gerekse sebeb, şart ve rükün gibi vad‟i hükümlerin bir hâkimi (vâ-zı‟ı: hüküm
koyucusu) şâri‟ Te‟âlâ‟dır.
s-2) PEKİ BU HANGİ DELİLLERLE ANLAŞILIR?
c-2) a. Kur ân dan Delillerle(“Allah hâkimler hâkimi değil midir?” ve “Hüküm ancak Allah‟ındır” âyetleri)
b. İcmâ Delili ile
c. Aklî Delil ile
S-3) HÜSÜN VE KUBUH UN ANLAMI NEDİR?
c-3) Esas itibariyle hüsün (güzellik) ve kubuh (kötülük) dört manada kullanılır:
1-Bir kemâl sıfatı olan ve insanın değerini yükselten vasıf ve özellikler hüsün, böyle olmayanlar yani bir noksanlık sıfatı olan ve insan değerini alçaltan vasıf ve
özellikler ise kubuhtur. Mesela; bilgi (ilim) güzel, bilgisizlik (cehl) ise kötüdür.
2- İnsanın maksat ve gayesine uygun olan şeyler güzel (hasen), aykırı ve uygun olmayanlar ise kubuhdur. Mesela; adalet güzel, zulüm ise kötüdür.
3-İnsan tabiatına uygun olan ve hoşuna giden şeyler hüsün, insanın tabiatına aykırı olan ve hoşuna gitmeyenler ise kubuhtur. Mesela; tatlı güzel, acı ise kötüdür.
Tatlıyı sevilir, acı istenmez.
Bu üç mana itibariyle hüsün ve kubuh aklîdir. Şâri’ tarafından bir bilgi gelmemiş olsa bile, insanlar akıllarıyla bu konularda iyi ve kötüyü bulabilir.
4-Dünyada methe (övmeye ve takdir etmeye), ahirette sevaba vesile olan şeyler hüsün, dünyada zemme (kınamaya), ahirette ikâba (cezaya) sebebiyet veren
şeyler ise kubuhtur. Bu mana itibariyle, Allah’a iman, adalet, ibâdetlerden her biri güzeldir. Küfür, düşmanlık, günahlardan her biri ise kötüdür.
Fıkıh usulünde “hüsün-kubuh” tabirlerinden kastedilen mana, işte bu son dar manadır. Bu manaya göre “hüsün ve kubuh” lafızlarının güzellik ve çirkinlik olarak
değil, “iyilik ve kötülük” şeklinde tercüme edilmesi daha uygun olur.
s-4) HÜSÜN VE KUBUH HAKKINDA MEZHEP GÖRÜŞLERİ nasıldır?
c-4) Bütün mezheplerin ortak görüşü: Cenâb-ı Hakk’ın yapılmasını istediği her şey hasen (iyi), yapılmasını yasakladığı (nehyettiği) her şey de kabîh (kötü)dir.
s-5) HÜSÜN VE KUBUH AKLÎ MİDİR, ŞER‟Î MİDİR? Bu konuda üç mezhebin görüşleri nedir?
c-5) Mutezile’ye göre eşya bizatihi güzel ve çirkindir. Allah, güzeli güzel olduğu için emretmiş, çirkini de kötü olduğu için nehyetmiştir. Aklın güzel dediği şey,
Allah katında da güzeldir. İnsanların çirkin gördüğü şey, Allah katında da kötüdür. Mutezile’ye göre hüsün ve kubuh aklîdir, şer’î değildir.
Eş’ari mezhebine göre´: güzel, Allah emrettiği için güzel; kötü de Allah nehyettiği için kötüdür. Eşyadaki güzellik ve çirkinlik zatî değildir. Şâri’in takdiriyle
meydana gelen geçici bir vasıftır. Akıl ise, bir âlettir, bir vasıtadır. Eş’ari mezhebine göre, hüsün ve kubuh şer’îdir, aklî değildir
Maturidi mezhebine göre ise Güzellik ve çirkinlik bu fiillerde mevcuttur ancak bu konuda karar verici olan (hâkim) akıl değil, şeriattır. Akıl hüsün ve kubuhu
anlar, ancak mükâfat veya ceza hükmünde bulunamaz” Mâturidî mezhebine göre, hüsün ve kubuh aklî, hüküm ise şer’îdir .
s-6) KENDİSİNE ŞERİAT VE DİN GELMEYEN BİR İNSAN AKLIYLA İYİ VE KÖTÜYÜ BULUP ONA UYMAK MECBURİYETİNDE MİDİR? FİİLLERİNDEN ÖTÜRÜ AHİRETTE
SORUMLU TUTULACAK MIDIR? MEZHEPLERİN BU KONUDAKİ GÖRÜŞLERİ nedir?
c-6) Mutezile mezhebine göre: insan, aklıyla Allah’ın hükümlerini bulabilir. Bunların bilinmesi zarurî bir şeydir. Peygamber gönderilmeyen devreler (fetret devri)
ile dünyanın meçhul bölgelerinde yaşayıp kendilerine dinin tebliği ulaşmayan insanlar bizatihi güzel olan şeyleri yapmakla, bizatihi kötü olan şeylerden
uzaklaşmakla mükelleftirler; ahirette zulümlerinden ötürü ceza, adaletli davranışlarından dolayı mükâfat göreceklerdir
Eş’ari mezhebine göre: Hüsün ve kubuh akılla biline-meyip ancak Allah’ın bildirmesiyle bilinebileceğinden, fetret devrinde yaşayan insanlar ile kendilerine şerîat
ulaşmayan kimseler ahirette mes’ul tutulmazlar; iyi fiillerinden dolayı mükâfatlandırılmaz ve kötü fiillerinden dolayı da cezalandırılmazlar
Mâturîdî Mezhebine göre ise: İnsan aklıyla kötüyü ve iyiyi bulabilir. Ancak aklın bunu kavramış olması insanın sorumlu tutulmasını gerektirmez; şeriat
gelmedikçe insan mes’ul tutulamaz. “Peygambersiz azap olmaz”. Ancak “Allah’a iman” konusu istisnadır. Fetret devrinde yaşayan insanlar da akıllarıyla Allah’ın
varlığına inanmak mecburiyetindedirler. Ahirette bu konuda sorumlu tutulacaklardır. Fakat Namaz ve oruç gibi ibadetler insan aklıyla bulunamaz. Fetret ehli
bunlardan sorumlu değildir.
s-7) AKIL HÜKÜM KAYNAĞI OLABİLİR Mİ?
c-7) Eş‟ârî ve Mâturidî mezheplerine göre akıl hükümlerin kaynağı olamaz. Hüküm koyma yetkisi sadece Allah‟a aittir. İnsan nasslar ışığı altında istidlal yapıp o
konuda Allah‟ın hükmünün ne olduğunu keşfedebilir.
Mutezile mezhebine göre ise, hüküm koyan Allah olmakla birlikte, akıl da hüküm kaynağı olabilir. Yani nasslarda hüküm bulunmayan meselelerin hükmü akıl
tarafından verilir
s-8) EL-MAHKÛM ALEYH (HÜKMÜN MUHATABI/MÜKELLEF) TANIMI NEDİR?
c-8) Tanımları şöyledir:
a-Şâri’in fiil veya terk talebi yahut muhayyer bırakması kendi fiili ile ilgili olan kişidir.
b-Şari’in muhatap aldığı ve hükümleri uygulamakla sorumlu tuttuğu kişidir.
s-9) EHLİYET NEDİR?
c-9) Mükellefiyetin temel şartıdır. İnsanın akil, baliğ olması, uyku, unutma, baygınlık ve sarhoşluk gibi hallerin bulunmaması gerekir.
s-10) EHLİYET KAÇ KISIMDIR?
c-10) 2 kısımdır. Vücup ve Eda ehliyeti
s-11) VÜCUP EHLİYETİ NEDİR?
c-11) İnsan olarak haklara sahip olabilme ve borç altına girebilme demektir. Vücûb ehliyetine, hayatının başlangıç anından sona erme anma kadar her insan
sahiptir. Günümüz hukuk dilinde buna “kanunî kişilik/ hukuki şahsiyet” adı verilir. Vücûb ehliyeti, sağ doğmak şartıyla anne karnındayken eksik olarak başlar,
doğumla tam hale gelir ve ölümle sona erer. Anne karnındaki cenin nâkıs/eksik vücûb ehliyetine sahip olduğundan sadece bazı haklardan istifade edebilir; mesela
lehine vasiyet yapılabilir fakat borç altına sokulamaz. Doğumla birlikte vücûb ehliyeti tam hale geldiğinden artık borç altına girme imkânı da doğar. Ölümle son
bulur.
s-12) EDA EHLİYETİ NEDİR?
c-12) Kişinin, hukuken muteber sayılacak tarzda fiiller ortaya koyabilmesi demektir. Temelini temyiz kudretinin varlığı teşkil eder. Temyiz çağına -ki bu yaklaşık
yedi yaştır- ulaşmamış küçük için edâ ehliyetinden söz edilemez. Temyiz çağı ile birlikte edâ ehliyeti nâkıs/eksik olarak başlar, buluğ ile tam hale gelir. Ölüm edâ
ehliyetini sona erdiren sebepler arasındadır.
s-13) EHLİYET AÇISINDAN İNSAN HAYATININ DEVRELERİ NELERDİR?
c-13) Gerek vücûb gerekse edâ ehliyetinin “tam” ve “nakıs” (eksik) kısımlarına göre insan hayatı dört dönem halinde incelenir:
1. Cenîn dönemi: Nâkıs vücub ehliyeti vardır. Edâ ehliyeti yoktur.
2. Temyiz çağına kadarki küçüklük dönemi (gayr-ı mümeyyiz küçük): Bu dönemde tam vücub ehliyeti vardır, eda ehliyeti yoktur.
3. Temyiz çağı sonrası küçüklük dönemi (mümeyyiz küçük): Tam vücub ehliyetine ve eksik edâ ehliyetine sahiptir.
Tamamen menfaatine olan tasarruflar: Geçerli.
Tamamen zararına olan tasarruflar: Kanunî temsilcisi muvafakat etse bile geçersiz.
Hem menfaate hem zarara ihtimali olan tasarruflar: Kanunî temsilci muvafakat ederse geçerli olur
4. Buluğ çağı sonrası dönem: Bu dönem, ya bilinen buluğ alametlerinin ortaya çıkması ile veya on beş yaşının tamamlanması ile başlar. Bu dönemde kişi için tam
edâ ehliyetine sabit olur. Bütün şer’î mükellefiyetlerden sorumludur. Yaptığı bütün sözleşmeler ve diğer hukukî tasarruflar geçerlidir. Yaptığı hukuka aykırı
fiillerden de tam olarak sorumludur.
s-14) EHLİYET ARIZALARI (EHLİYETİ DARALTAN VEYA ORTADAN KALDIRAN DURUMLAR)NEDİR VE NELERDİR?
c-14) Ehliyet arızaları, tam edâ ehliyetine sahip olduktan sonra kişinin başına gelen ve daraltma veya ortadan kaldırma şeklinde ehliyetini etkilemeksizin ilgili
kişiye nispetle bazı hükümlerin değişmesine yol açan durumlardır. Hanefî usul bilginleri bu arızalan “semavî” ve “müktesebe” olmak üzere iki kısma ayırarak
incelemişlerdir:
Semavî arızalar, meydana gelmesinde kişinin çaba veya seçiminin bulunmadığı, elinde olmayan;akıl hastalığı, bunama gibi,
müktesebe arızalar ise, insanın çaba ve seçimi ile meydana gelen arızalar.sarhoşluk
Önemli bazı ehliyet arızaları şunlardır:
“Cünûn”: kişinin aklını ve temyiz kudretini yok eden akıl hastalığıdır. Bu durumdaki kişiye (mecnun) denir.
Akıl Zayıflığı (Ateh): akıldaki idrak ve anlama noksanlığından doğan zayıflıktır. Bu durumdaki kişiye ma’tuh denir.
“Sefeh” (Harcamalarda Tedbirsizlik): Aklî melekeleri yerinde olmakla beraber, bir tedbirsizlik halidir. Malı saçıp savurma, kontrolsüz harcama…
Sükr” (Sarhoşluk): İçki ve benzerlerinin alınmasıyla, ayıldıktan sonra yaptıklarını hatırlamayacak şekilde aklî dengenin kaybolması durumudur.
1- Haram olmayan yoldan sarhoşluk; Boğazına takılan bir şeyi geçirecek başka bir sıvı bulamayan ve bu sebeple ölme tehlikesiyle karşı
karşıya olan kimsenin içki içmesi durumu, sarhoş edici olduğunu bilmeden alma durumu veya bazı ilâçların alınması ile meydana gelen
sarhoşluk. Bu kimse şer’ân sorumlu olmaz. Kendisine ceza uygulanmaz, boşama ve alım-satım gibi tasarrufları geçerli olmaz.
2- Haram yoldan sarhoşluk; Bilerek ve isteyerek içki ve benzeri sarhoş edici maddeler alınarak meydana gelen sarhoşluk. Bu nevi sarhoşluk,
mükellefiyeti ortadan kaldırmaz. İşlemleri geçerlidir, suç işlerse cezasını çeker.
“İkrâh” , bir kimseyi, tehdit etmek suretiyle hukuken yapmakla mükellef olmadığı bir işi yapmaya zorlamak demektir. Zorlayana mükrih, zorlanana mükreh denir.
“İhtiyâr” (tercih/ seçim), bir şeyi yapıp yapmama hususunda bir tercihte/seçimde bulunmak demektir. ihtiyar (tercih/seçim) her zaman sağlam olmayabilir:
Şayet o işi yapmayı bizzat arzu etmiş ise ihtiyar sağlamdır. Yok, eğer iki zarardan daha hafif olana katlanmak için yapılmış bir tercih ise, ihtiyar fasittir (bozuktur).
“Rıza” ise, bir şeyi arzu etmek ve onu memnuniyetle kabullenmek anlamına gelir.
s-15) İKRÂHIN ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
c-15) Hanefîlere göre ikrâh, kuvveti ve etki derecesi bakımından iki çeşittir:
1- İkrâh-ı mülci’ veya ikrâh-i kâmil: Öldürme, bir organı yok etme yahut işlevsiz bırakma veya toplumda mevki sahibi kişiyi alçaltıcı bir muameleye maruz bırakma
tehdidini ihtiva eden ikrâhtır. Bu çeşit ikrâh “ihtiyâr”ı bozar ve “rıza”yı ortadan kaldırır.
2- İkrâh-ı gayr-ı mülci’ veya ikrâh-ı nâkıs: Öldürme, bir organı yok etme yahut işlevsiz bırakma veya toplumda mevki sahibi kişiyi alçaltıcı bir muameleye maruz
bırakma tehdidinden daha düşük seviyede olan ikrâhtır. Kısa süreli hapis ve dövme tehdidiyle yapılan ikrâh gibi. Bu çeşit ikrâh “ihtiyârı” bozmaz sadece “rıza”yı
ortadan kaldırır.
s-16) İKRÂHIN EDÂ EHLİYETİNE ETKİSİ VAR MIDIR?
c-16) İkrah ister mülci’ ister gayr-ı mülci’ olsun, “ehliyet”e zarar vermez. Çünkü ihtiyâr ortadan kalkmamıştır. Her ne kadar mülci’ ikrâh halinde ihtiyâr bozuk ise
de, yok olmuş değildir.
s-17) İKRÂHIN SÖZ VE FİİLLERE ETKİSİ VAR MIDIR?
c-17) Konunun ikrar, hukuki muamele veya fiil olmasına göre değişmektedir.
a) Şayet hakkında ikrâhta bulunulan hukukî tasarruf ikrâr nev’inden ise, ikrâh ister mülci’ ister gayr-ı mülci olsun, bu ikrâr batıl sayılır. Şu halde bir kimse bir borç,
bir evlenme veya bir boşama ikrârında bulunmaya zorlanmış…
b) Şayet ikrâhın konusu, alım-satım, kira ve rehin vb. gibi sözleşmeler veya hukukî muameleler ise, ikrâh ister mülci’ ister gayrı mülci’ olsun bu, o tasarrufu bâtıl
değil fâsid yapar. Meselâ bir kimse ikrâh altında satım sözleşmesi yapsa…
Fakat Hanefîler, bazı hukukî muameleleri bu kuraldan istisna etmişler, mülci’ bile olsa ikrâh altında bu muamelelerin geçerli olacağına hükmetmişlerdir. Evlenme,
boşama, köle azadı, ric’î talakta kocanın (süresi içinde) karısına dönmesi, nezir ve yemin bu nevi muamelelerdendir. Bu istisnaların gerekçesi hadislerdir.
c) Şayet ikrâhın konusu, fiil nev’inden ise, meselâ kişi haksız yere birini öldürme veya içki içme yahut başkasının malını telef etme vb. bir fiile zorlanmış ise, bu
durumda hüküm, ikrâhın ve fiilin nev’ine göre değişir:
1- Mükrehin (zorlanan kişi) yapması vâcib olan fiiller: Bu nevi bir fiile zorlandığı halde kişi onu yapmaz ve ölünceye yahut bir organını kaybedinceye kadar
direnirse günahkâr olur. İçki içmeye, murdar et veya domuz eti yemeye
2-Mükrehin yapması mubah olmakla birlikte, tehdit edildiği duruma karşı sabredip istenileni yapmadığında sevap kazanacağı fiiller: Allah’ı inkâr
etmek, dini alaya almak gibi.
3- Mükrehin yapması hiçbir şekilde caiz olmayan fiiller: Haksız yere bir cana kıyma, başkasının bir organını kesme yahut can kaybına yol açacak
şekilde dövme gibi fiiller
s-18) El-MAHKÛM FÎH (HÜKME KONU OLAN FİİLLER) tarifi nedir?
c-18) “Mahkûm Fîh”in Tarifi: Şâri’in talebinin, tahyîrinin veya vad’ının taalluk ettiği fiil veya durumdur.
el-mahkûm fîh denince, teklîfî veya vad’î hükümlerin ilgili bulunduğu fiil veya durumlar kastedilmektedir.
mahkûm fih, hükmün konusudur.
Mesela Şâri’in “namaz kılınız” hitabında bir talep vardır, öyleyse bu teklifi bir hükümdür; işte bu hükmün taalluk ettiği fiil olan namaz, mahkûm fihtir.
s-19)MAHKÛM FÎHİN ŞARTLARI NELERDİR?
c-19) 1.Şart:Fiilin mükellef tarafından tam olarak bilinebilmesi gerekir.
“bilmek”ten maksat, mükellefin, yükümlü olduğu işi bilfiil bilmesi değil, bunu bilme imkânına sahip olması, o bilgiyi elde edebilir
durumda bulunmasıdır. Bu ise, dâr-ı İslâm’da (İslam ülkesi) bulunmakla gerçekleşmiş sayılır.
2. şart: Fiilin mükellefin gücü dâhilinde olması, yani hem yapmaya hem de yapmamaya muktedir olması gerekir.
Mükellefin güç yetiremeyeceği bir fiil ile teklif şer’an caiz değildir. Bu şarttan şu sonuçlar çıkar:
1- İster bizatihi ister başkalarına nazaran imkânsız (müstahîl) bir iş teklife konu olamaz. Meselâ, insanın âlet olmaksızın uçması,
ayakları olmayan kimsenin yürümesi
2- İnsan iradesinin dışında kalan tabiî durumlar teklife konu olamaz. Meselâ yeme veya içme arzusu, kızma, hoşnut olma, üzüntü, sevinç
s-20) MEŞAKKATLİ İŞLERİN NEVİLERİ NELERDİR?
c-20) 1. nevi :Katlandığında hiç bir işine zarar getirmeyecek olan meşakkat. Bu meşakkat “teklîfe engel değildir. Çünkü hayatta meşakkatsiz hiçbir iş yoktur.
Hatta herkesin zarurî ihtiyaçlarından olan yeme, içme ve giyinme gibi işlerin bile bir ölçüde meşakkati vardır. Namaz, oruç….
2. nevi: İnsanın tahammül edemeyeceği ve sürekli katlandığında birçok faydalı işin kesintiye uğramasına yol açacak olan meşakkat. Peş peşe uzun süre oruç
tutmanın, geceleri devamlı ibadetle geçirmenin ve yürüyerek hacca gitmenin verdiği meşakkat gibi. Şâri’, insana bu nevi meşakkate katlanma sorumluluğu
yüklememiştir.
S-21) MAHKUM FİH’İN KISIMLARI NELERDİR?
c-21 4’lü bir ayrıma tutulmuş:Sırf Allah hakkı olan hükümler.
Sırf kul hakkı olan hükümler
Kendisinde iki türlü hak birleşmekle beraber Allah hakkının galip olduğu hükümler.
Kendisinde iki türlü hak birleşmekle beraber kul hakkının galip olduğu hükümler.
s-22) SIRF ALLAH HAKKI OLAN HÜKÜMLER NELERDİR?
c-22) Sırf Allah hakkı olan hükümler:Bu haklar toplumun bütününe aittir. Kimse hükmün yerine getirilmesinde gevşeklik gösteremez. bir kısmı ibadet, diğer
kısmı da “kamu düzeni” kapsamındadır .
1. Sırf ibâdet niteliği taşıyan fiillerin hükümleri. Namaz, oruç, zekât hac, cihad...
2. Vergi (meûne) niteliği de taşıyan ibadet hükümleri. Meselâ fıtır sadakası .
3. İbâdet niteliği de taşıyan vergi (meûne) hükümleri. Toprak ürünlerinden verilmesi gereken vergi bu neviye girer.
4. Ceza (ukûbe) niteliği de taşıyan vergi (meûne) hükümleri. Harâc vergisi gibi.
5. Tam ceza hükümleri. Zina suçunun cezası, içki içme suçunun cezası, hırsızlık suçunun cezası…
6. Sınırlı ceza hükmleri (el-ukûbât el-kâsıra). Bunun örneği, murisini öldüren kişinin, kısas veya diyet cezası dışında ayrıca mirastan mahrumiyeti hükmüdür.
7. İbadet niteliği de taşıyan ceza hükümleri. Bunlar keffâretlerdir
8. Allah’a karşı “kulluk” borcu olarak ifa edilen ibadetler gibi insanın zimmetini ilgilendirmeyen fakat bizzat Allah hakkı olarak kişiye vacip olan, nevi şahsına
münhasır haklar. Ganimetlerin beşte biri ve madenlerden alınan vergiler bu nevi için örnek teşkil eder.
s-23) SIRF KUL HAKKI OLAN HÜKÜMLER NELERDİR?
c-23) Bunlar gayesi, ferde has bir menfaatin korunması olan hükümlerdir. Hükümlerin ortak özelliği şudur: Hak sahibi dilerse hakkının yerine getirilmesini talep
eder, dilerse bir bedel karşılığında veya karşılıksız olarak hakkından vazgeçer. Bu kısma, fertlerin mal üzerindeki hakları ve malî sonuçları bulunan hakları girer.
Meselâ, alacağın ifasını isteme hakkı, rehin alınan mal üzerindeki hapis hakkı, haksız fiil neticesi doğan zararın tazmin edilmesini isteme hakkı
s-24) KENDİSİNDE İKİ TÜRLÜ HAK BİRLEŞMEKLE BERABER ALLAH HAKKININ GALİP OLDUĞU HÜKÜMLER ÖRNEKLER?
c-24) Meselâ “kazif” yani iffetli kadına zina iftirasında bulunma suçunun cezası böyledir. Bu suçun cezalandırılmasında iftiraya uğrayan mağdur tarafın şahsi (kul)
hakkı vardır. Diğer taraftan kazif suçu namusa dokunan, itibarı sarsan, anneleri ve çocukları kirleyen, toplumda konuşulması bile kötü olan bir suç olduğundan
ötürü Allah hakkı olarak cezalandırılmış ve bu hak mağdurun hakkından daha üstün tutulmuştur.
s-25)KENDİSİNDE İKİ TÜRLÜ HAK BİRLEŞMEKLE BERABER KUL HAKKININ GALİP OLDUĞU HÜKÜMLERE ÖRNEKLER NELERDİR?
c-25)Meselâ kasten adam öldürme fiiline karşılık kısas cezasının uygulanması böyledir.Kamu menfaati ile yani yaşama hakkının korunması, güvenliğin sağlanması
ve suçların azaltılması ile ilgili olarak Allah hakkı olmaktadır . Diğer taraftan işlenen cinayetle maktul ve velileri zarar görmüştür. Öldürme fiili, mağdurun şahsı ve
velileri ile sıkı sıkıya alakalı olduğu ve toplumun düzeni ve güvenliğinden çok onları etkilediği için, kısas hükmünde kul hakkı galip sayılmıştır.