- Umut tüneli

Adsense kodları


Umut tüneli

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Thu 28 October 2010, 11:30 am GMT +0200
Umut tüneli



Önce tüm tüneli çevreleyen tahtaların titreyerek çatırdayışını duyduk. Sonra yüreğimize uzanan ateşten eli; o elin saçtığı yaylım ateşini... Ardından bir asker ‘Sırplar’ diye bağırarak gözden kayboldu. Boşnak Kardeşlerimize Adanmıştır...
Hem barınağımız hem cephaneliğimiz hem de yuvamız olan tünelden içeri koşarken ‘Sırplar!’ diye duyurdum.  Hemen sonra kendimi onlarca askerin arasından sıyrılmaya çalışırken buldum.  Bu esnada az ötedeki bir askerin başı öne eğik, yavaş adımlarla bana doğru yürüdüğünü fark ettim. Bunca asker teşkilatlanmak üzere koştururken o neden yürüyordu? Tüneli aydınlatan meşalelerin ateşinden çok, patlamanın etkisiyle içeri yansıyan kızıllıkta karşımdakinin parlayan yüzünü seçmekte güçlük çektim. İyice yaklaştığında başını kaldırdı ve ‘Ağabey!’ diye inledim, ‘Sen gidemezsin!’


Yine aylarca sürecek bir savaşın eşiğindeydik kuşkusuz ve bu sefer yurdumuzu savunacak oldukça deneyimli dedelerimiz,  amcalarımız, dayılarımız, hatta babalarımız yoktu. Geriye kalan yalnızca ergen erkek nüfustu.  Ağabeyimin ilk sivilcesi bundan önce karşılaştığımız savaş esnasında patlak vermişti, peki şimdi patlayacak olan neyiydi? Benden iki yaş kadar büyük ağabeyime ağlayarak sarıldım ve onu tüm çaresizliğe rağmen durdurmaya çalıştım. Beni omuzlarımdan tutup geri iterken ‘Anaya söyle, hakkını helal etsin!’ dedi ve şimdiden ıssızlaşmış tünelde beni tek başıma bırakıp gitti. Anamız, daha doğrusu tüm bu Boşnak evlatların anası, şimdi tünelin epeyce ilerisindeki bir bölmede hırpani bir döşeğe kıvrılmış, tüm bu olanlardan habersiz öylece boşluğa bakmaktaydı. Savaştan sağ çıkan büyüklerimizin çoğunun hâli de anadan farksızdı. Kimi bir taramalı tüfeğe hedef olan evladını elinden tutup çekemeden yavrusunun kafasının uçtuğuna, kimi esir düştüğü sırada kocasının halatlarla bağlı ayaklarından çekilerek sonu görülemeyen bir karanlığa sürüklendiğine şahitti! Anaysa bu tünel yapıldı yapılalı burayı yuvası bellemiş, askerlere en kıtlık zamanında bile esir kamyonlarından düşen erzakları kullanıp makarna haşlamış, mercimeğin hem yemeğini hem de çorbasını yapmıştı. Dahası savaş zamanı vurulma tehlikesini gözden çıkararak koca bir su bidonu kucağında, susuz kalmış askerlerin susuzluğunu gidermiş, hatta ve hatta entarilerinden sargı bezleri yapıp bu yaralı evlatlarının hemşireliğini de üstlenmişti. Ancak kendi babası gibi eşinin ve beraberinde yüzlerce Boşnak evladının da gözü önünde şehit düştüğünü görmeye bir yerden sonra yüreği dayanmamıştı... Çoğu benden bir iki yaş küçük Boşnak askerlerine ben de analık yapacaktım!
Belime kadar gelen bidonu kucaklayıp sabırla tünelin kapısına ulaştım. Titremekten karton bardaklara suyu bir türlü isabetli dökemesem de uğraşımdan vazgeçmedim. İçten içe ağabeyimin de bardağına su dökeceğim anı kollarken onu o gün son kez görmüş olabileceğimi aklıma bile getirmedim.


Karanlık basmaya başladıysa da havadaki kızıllık duman gibi her yeri sarmaya devam etti. Gittikçe su içmeye gelen asker de azalmaya başladı ama ben, dizlerim titremekten birbirine çarpsa da kollarımı artık hissetmiyor olsam da bidonu kucağımdan bırakmamaya kesin kararlıydım.


Sonunda bir askerin sık soluyan nefesini duymuş olmamın heyecanıyla arkama döndüm ve bidon o anda kollarımın arasından kayıp yuvarlandı. Sol koluma isabet eden mermi, donduğunu düşündüğüm kanımı o dakikada kaynatmaya yetmişti. Elimi omzuma bastırırken bayılacak gibi oldum, ama direndim. Çünkü bana ateş eden asker de vurulmuş, arkasında tanıdık bir sima belirmişti. Bu sima da ağabeyim vardı. Boşnak askerinin ağabeyliği vardı; suyu kana kana içen askerlerimizin beni kardeş bilmişliği vardı.
Elimi omzuma daha kuvvetlice bastırırken geri dönüp tünele doğru koşmaya başladım; umutlarıma doğru koşmaya... Onlar da koştular, zamandan hızlı aktılar,  ebediyete vardılar.


Omzumdaki yaranın izi kaybolmaya başlayınca savaşın da sona ereceğine inandım.  Yara izi kaybolduysa da heyecanla pencerenin karşısına geçip yolunu gözleyebileceğim bir babamın, ağabeyimin artık olmayışı o görünmez yarayı sızlatmaya devam etti epeyce. Gün geldi,  pencereyi aralayan rüzgârla bir dua üflendi yaramın üstüne... Acının izi kayboldu ve yolumu izlemeye devam ettim ben de. Bir bidon dolusu su kucağımdaydı şimdi. Topraktı susayan! Yolun sonu hiç gelmedi. Sık sık bidonu doldurmam gerekti. Bir an hissetmedim kollarımın ağrısını, kucakladığım su bidonu değil Boşnak kardeşlerimdi çünkü.

         
Beyza EREN