hafiza aise
Sat 23 April 2011, 02:19 pm GMT +0200
Umuma Sesleniş
Bu sırada insanlar, Kabe'nin avlusunda halkalanmış, merakla gelişmeleri takip ediyorlardı; Allah Resülü'nün haklarında vereceği hükmü merak ediyorlardı! İşte şimdi sıra, bu insanlara seslenmeye gelmişti ve Efendiler Efendisi, onlara hitap etmek için Rabe'nin kapısına çıktı. İlk cümleleri Allah'a hamd ile başlıyordu:
- Vaadini yerine getiren Allah' a hamd olsun, diyordu. O Allah ki, Tek'tir ve hiçbir ortağı yoktur; tek başına Ahzab ordularını hezimetle baş başa bırakmış ve kuluna yardım sözünü yerine getirmiştir!' Sonra da:
- Ey Kureyş, diye seslendi. Bugün Benden, hakkınızda nasıl bir hüküm vermemi bekliyorsunuz?
Bir anda Kabe, derin bir sessizliğe bürünüverecekti; zira bugüne kadar yapmadıklarını bırakmamışlardı! Yolun sonuna geldiklerini düşünüyorlardı! Zira defalarca yoluna çıkmış, akla hayale gelmedik işkencelere müracaat etmiş ve her köşe başında O'na ve ashabının hayatına tuzak kurmuşlardı! M ücrimlerdi ve şayet hükmü kendileri verecek olsalardı, böyle bir cürümün cezasının ne olduğunu çok iyi biliyorlardı! Ağızlarını bıçak açmıyordu; başlarını önlerine eğmiş, haklarında verilecek hükmü intizar ediyorlardı.
3ı8 Fethin yaşanmaya başlanmasıyla birlikte pişmanhkla kıvranmaya başlayan Hz.
Ömer'de şok tesir icra eden sözlerdi bunlar ve o günden sonra o, Hudeybiye günü yaptığı çıkışlarından dolayı kendi kendisine, ömür boyu nafile namaz kılacağı, oruç tutacağı, zekat ve sadaka dağıtıp tevbe ve istiğfar edeceğinin sözünü verecekti. Bkz. Vakıdi, Megazi, 1/607; İbn Seyyid, Uyünu'l-Eser, 2/120; İbn Kesir, Sire, 3/320, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 4/192
Bu derin sessizlik devam ederken en arkalardan, hiç beklemedikleri bir ses yükselivermişti:
- Hayır murad ediyor ve Sen'den hayır bekliyoruz. Zira Sen, kerim oğlu kerim bir kardeş ve kerim bir kardeşin oğlu bir kerem sahibisin ve buna da bugün muktedirsin, diyordu. Bir anda gözler, arkadan gelen sesin sahibine yöneldi. Bu sesin sahibi, Kureyş'in kudretli şairi Süheyl İbn Amr'dan başkası değildi! Oğlu Abdullah'ın getirdiği haberle gizlendiği yerden çıkmış ve yeni bir hayata adım atmak için huzura gelmişti. Kader onu, yine çok kritik bir noktada istihdam ediyordu; yine dilindeki gücü kullanmış ve tükendiklerini düşündükleri noktada Kureyş'in affına ferman getirecek bir adım atmıştı!
Söz Sultanı Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern), Süheyl'in bu cümlesiyle kastettiği manayı elbette anlamıştı. Hz. Yüsuf'u hatırlatıyor ve onca meşakkate maruz bırakıldıktan sonra onun, yine de kardeşlerini affettiği gibi bugün Resülullah'ın kendilerini affetmesini diliyordu! Zaten Resülullah da farklı düşünmüyordu; sesin sahibini de tanımış, maksadını da anlamıştı! Zaten O, yaşatmak için vardı! Bir anda mübarek yüzlerinde kucaklayıcı bir tebessüm beliriverdi ve yüreklerine işleyen bir ses tonuyla, olgun başaklar gibi sararıp solan simalara şunları söyledi:
- Ben bugün size, kardeşim Yüsuf'un, "Bugün sizin için kınama yoktur; umulur ki Allah da hatalarınızı affeder; çünkü O, merhametlilerin en merhametlisidirl'v'? dediği gibi derim. Haydi gidin; hepiniz hürsünüz!
Ölüm emri bekleyen Mekkeliler, her şeye rağmen kendilerine sonuna kadar hürriyetin yolunu açan bu ifadeler karşısında ayrı bir şok daha yaşıyorlardı. Olacak gibi değildi; Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellern), kin de tutmuyordu! Bu kadar civanmertlik ancak bir peygamberde olabilirdi ve karşılaştıkları bu alicenaplık karşısında küçük dillerini yutacak hale gelmişlerdi. Muktedirken affetmek, ancak ilahi kaynaklı bir sistemin sonucu olabilirdi ve kalplerine doğru işleyen derin bir pişmanlık hissediyorlardı. Belki de esas fetih şimdi yaşanıyordu; nebevi şefkatin kollarında kalpler olabildiğine
yumuşamıştı ve şimdi onlar, kitleler halinde İslam'ı tercih ettiklerini söylüyorlardı!
Yüz seksen altı aileyle çıktığı Mekke'de, şimdi binlerce insan İslam'la şereflenmişti; Nur İnsan, huzur kesilmiş, Rabbine hamd ediyordu! O gün onlara, yeni adım attıkları din hakkında uzun uzadıya bilgi verdi; yeni mü'minlerini geleceğe hazırlıyordu! Bu arada kendisine soru soranlar da oluyordu ve O da, onların bu sorularına cevap veriyordu. Hatta hutbesi bitip de Ebu Şah adındaki birisi, hutbede mevzu ettiği konuları kendisine yazıp da vermesini talep edecek ve Oda:
- Onları Ebu Şah için yazıp veriniz, diyerek onun bu isteğini de yerine getirecekti.
Artık Kabe, cemaat cemaat gelip de Allah Resülü'ne beyat eden Mekkelilerin coşkusuna şahitlik ediyordu. Allah'a iman ettiklerini söylüyor ve kelime-i tevhidi söyleyerek, daha düne kadar karşısında kılıç çektikleri Allah Resülü'ne sadakatlerini beyan ediyorlardı. Faran dağlarından akıp gelen sellerin Kabe'de buluştuğu gibi o gün Mekkeliler, kendilerini imanla buluşturan Allah Resülü'nün bulunduğu yere akın etmiş ve O'nun mübarek elini tutarak emrine inkıyat sözü verebilmek için adeta birbirleriyle yarışmışlardı ve bu yarış, günlerce devam edecekti.
Bugüne kadarki beyatlarda hicret, bir ön şartlı; zira hicret olmadan İslarn'ı yaşama imkanı verilmiyordu. Ancak, şimdi Mekke de İslam'a kapılarını aralamış ve böyle bir endişe kalmamıştı. Ashabdan biri, babasının elini tutarak huzura gelince:
- Ya Resülullah, demişti. Hicret etmek şartıyla babamın beyatım da kabul et!
Bu, o güne kadarki uygulamanın bir neticesiydi ama şimdi şartlar değişmiş ve değişen şartlara göre hükümlerde de farklılık söz konusuydu; onun için Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern):
- Bilakis Ben, onun beyatını cihad üzerine alıyorum; zira artık hicret son buldu, buyuracaktı. Belli ki Mekke'nin fethi, aynı zamanda bir dönüm noktasıydı. Düne kadar Medine'ye hicret etme zorunluluğu kalkacak ve Mekke'de artık İslam'a bayraktarlık yapacaktı. Onun için Efendiler Efendisi ashabına döndü ve:
- Fetihten sonra artık hicret yok; Allah yolunda mücahede
etmek ve niyet vardır; niyetinizi halis tutarak Allah yolunda cihada çağrıldığınız zaman sizler, anında bu davete icabet edin ve Allah yolunda koşmakta acele ediniz, buyurdu.
Bir de müjdesi vardı Allah Resülü'nün; ashabına dönmüş şunları söylüyordu:
- Bugünden sonra burası, kıyamete kadar bir daha küfür adına istila görmeyecek!
Erkeklerin beyatından sonra sıra kadınlara gelmişti. Allah Resülii (sallallahu aleyhi ve sellern), Safa tepesinde durmuş şimdi de kadınların beyatını alıyordu! Ebu Süfyan'ın hanımı ve Bedir'de öldürülen Utbe İbn Ebi Rebia'nın kızı Hind de, Sultanlar Sultanı'na beyat etmek için o gün gelen kadınlar arasındaydı. Daha birkaç gün önce, Ebtah'ta bulunduğu sırada Efendimiz'in yanına gelmiş ve:
- Getirdiğin rahmetten benim de istifade edebilmem için kendisi için seçtiği dini üstün kılan Allah'a hamd olsun, ya Muhammed! Ben, Allah'a iınan eden ve O'nu tasdik eden bir kadınım, demişti. Hala yüzü kapalıydı ve bunları söyleyenin kim olduğunu henüz Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) bilmiyordu. Derkenyüzündeki nikabı kaldırdı ve:
- Ben, Utbe'nin kızı Hind'im, dedi. Bunun üzerine Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellern), iltifat dolu bir ses tonuyla:
- Sen de hoş geldin, buyurdu. Endişe ettiği gibi ne kendisine kızmış, ne de eski günlerini hatırlatarak başına kakma yolunu seçmişti. İlk intiba itibariyle kendisinde hasıl ettiği enginlik karşısında cesaretini daha da toplayan Hind:
- Ya Resülullah, diye seslendi. Allah'a yemin olsun ki, daha düne kadar yeryüzünde bana en sevimli gelen çadır sahipleri, Senin aleyhinde oturup da kalkanlardı; ancak benim için bugün en sevimli olan şey, senin çadırında bulunanların izzet ve cemale düçar olmasından başkası değildir!
İşte o gün Hind Binti Utbe, gelip Efendimiz'in huzurunda Müslüman olduğunu ilan etmiş, bugün de Efendimiz'e beyat etmek için Safa tepesine gelmişti. Hz. Ömer (radıyallahu anh) yine Resülullah'ın yanında durmuş, uzaktan işaretle Allah Resülü'ne beyat eden kadınların sözlerini Efendiler Efendisi'ne intikal ettiriyordu. Ancak Hind, yine de endişeliydi; onun da kalbi yumuşamış ve o da İslam'la
şereflenmişti ama Uhud günü Hz. Hamza'ya yaptıklarını hatırlatır da kendisini sigaya çeker diye Allah Resülü'nün huzuruna girmekten ödü kopuyordu! Ancak bunların hepsi de, Efendimiz'in olduğu yerde gereksiz endişelerdi. Efendimiz, onunla da perdeyi yırtmayacak ve onun da beyatını kabul edecekti.
Mekke müşrikleri gelip de teslim-i silah eylediklerine göre artık Mekke'de:
- Allah'a ve ahiret gününe inanan herkes, evinde put adına hiçbir şey bırakmasın ve onları hemen kırsın, diye bir ses yükseliyordu. Zira Sultan-ı Rusül Efendimiz, dört bir yana münadiler göndermiş ve ulaştıkları herkese bu emri tebliğ etmelerini emir buyurmuştu.
Daha sonra da Sultan-ı Rusül Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern), ashabından bazılarını göndererek belli başlı putları kırmalarını emredecekti; bunun için Halid İbn Velid Uzza'yı ve Sa'd İbn Zeyd de Merıat'ı kırmak için tavzif edilirken, Halid İbn Sa'd Urane ve Hişam İbn As da, benzeri bir iş için Yelemlem tarafına gönderilmişti.