sumeyye
Wed 30 March 2011, 12:41 pm GMT +0200
Umra Ve Rukba
Umrâ caizdir. Bu; kendisine hibe edilen şahsın hibe edilen malı ömrü boyunca kullanmasıdır. Ölümünden sonra da mirasçılarına intikal eder. Umrâ; bir kimsenin evini bir başkasına yaşadığı müddetçe kullanması, ölünce de tekrar kendisine geri vermesi şartı
ile vermesidir: Geçen hadîs-i şeriflerde anlatılan sebeplerden dolayı bu şart geçersizdir. Aynca rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) umrâyı caiz görmüş ama umrâcmın şartını geçersiz saymıştır.
Bir kimse bir başkasına; 'evimde ömrün boyunca otur' veya; evimde ikametin sana bağış olsun' veya; 'evimde ikametin sana sadaka olsun' veya; 'iğreti bir sadaka olsun' veya; 'hibe bir iğreti olsun' veya; 'bu evde ikametin sana hibe olsun' veya; 'burada hibe şeklinde otur' derse; bu iğreti vermek olur. Çünkü burada menfaatin, yani evdeki ikametin söylenmesi gerçekten iğreti verme akdi olur. Çünkü iğreti vermek, başkasını, iğreti verilecek eşyanın sağlayacağı menfaate mâlik kılmaktır. Bunun hakiki mânası budur. Hibe etme mânasına da yorumlanabilir. Ama hakiki mânasına hamletmek daha iyi olur.
Ama bir kimse bir başkasına; 'evim sana hibedir; içinde oturursun' derse, evini ona hibe etmiş olur. Çünkü 'içinde oturursun' sözü açıklama mahiyetinde değil de, maksat hususunda uyarıp danışmak için söylenmiş
bir sözdür. Ama; 'oturmak üzere' veya; 'oturman için hibedir' sözünde hüküm bunun hilâfınadır.
Rukbâ ise, bâtıldır (Ebû Yûsuf). Bu; evim sana rukbâ olsun, demesidîr ki, bu sözün mânası da şudur; 'ölürsen, bu ev bana kalsın. Ben ölürsem, senin olsun denilerek yapılan bir hibedir: Burada taraflardan her biri sanki diğerinin ölmesini bekleyip gözetlemektedir. Şüreyh'den şöyle rivayet edilmiştir; "Hz. Peygamber (sas) umrâyı caiz görmüş, rukbâyı ise reddetmiştir." [14] Rukbâ; gözetlemek mânasmdadır.
İrkab mânasında kullanılırsa bu; 'evimin mülkiyeti senindir' demektir ki bu caizdir. Câbir (ra) in rivayet ettiği hadîs-i şerîf de bu mânada yorumlanmıştır: "Hz. Peygamber (sas) umrâyı ve rukbâyı caiz görmüştür.[15]" " Ancak bu ihtimalidir. Hibe, şüpheyle birlikde sabit olmaz.
Böyle bir şey âriye olur. Ebû Yûsuf dedi ki;'Câbir (ra) in rivayet ettiği hadîs-i şerîfden dolayı rukbâ caizdir. Rukbâ yapanın; 'evim sanadır' sözü, bir mülk etmedir. 'Rukbâdır' sözü ise, fasid bir şarttır, hibeyi iptal etmez. İmameyn'e göre bu mes'eledeki dayanakları, Şüreyh'in rivayet ettiği hadîs-i şerîfdir. Çünkü rukbâ; mülkü risk altına alıcı bir şarta bağlamaktır ki, bu hibe sahih olmaz. Sahih olmayınca da İmameyn'e göre bu bir iğreti akdi olur. Çünkü bu lehdârm o evden mutlak surette faydalanmasını gerektirmektedir.
Bir kimse; 'bütün malım...' veya; 'sahip olduğum her şey...' veya; 'mülkümün tamamı falan adamındır1 derse, bu bir hibe olur. Çünkü onun mülkü kendisi mülketmeksizin başkasının mülkü haline gelemez. Bir kimse; 'benimle bilinen veya bana nisbet edilen şeylerin tamamı falan adamındır' derse, bu bir ikrar olur. Çünkü bu şeyler ikrar edenin elinde bulunduğu halde gerçekten kendisi için ikrarda bulunulan kimsenin malı olabilirler.
Teberru olması sebebiyle bütün hükümleri bakımından sadaka da hibe gibidir. Ancak sadakadan geri dönmek olmaz: Çünkü sadaka vermekten maksat sevap kazanmaktır ki, bu maksat elde edilmiştir. Fakire bir şey hibe etmek de böyledir. Çünkü bunda da maksat sevap kazanmaktır. Zengine de sadaka vermek böyledir. Çünkü bunu yapan kişi ailesi kalabalık olduğu için zanginin nafaka hususunda kendisine yardımcı olmasını ve böylece sadakasının karşılığını vermesini talep edebilir. Bunun sadaka kelimesiyle ifade edilmiş olması da bunu teyid etmektedir.
Malından sadaka vereceğim adayan kimsenin bu adağını zekât mallarının cinsinden yerine getirmesi gerekir (İmam Züfer): Çünkü kulun vâcib kılması, Allah (cc) in vâcib kılması ile olur. Allah (cc) in mala izafe edilen sadakayı vâcib kılması zekât mallarını kapsamına alır. Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:
"Onların mallarından sadaka al ki, bununla onları (günahlarından) temizlemiş olasın."(Tevbe: 103).
Kulun vâcib kılması da böyledir. Böyle bir adakda bulunan bir kimse sadaka olarak altını, gümüşü, ticaret eşyasını, sâime hayvanları, gelirleri, öşre tâbi ürünleri ve Öşür arazisini verir. Ancak İmam Muhammed bu görüşe muhaliftir. Çünkü öşürde ağır basan ibadet mânâsıdır. Öyle ki, kâfirin öşür vermesi gerekmiyor ve bu zekât mânasındadır. Sadaka vereceğini adayan kimse yukarıda sayılan mallardan başkasını veremez. Çünkü bunlardan başkası zekât mallan değildir.
İmam Züfer dedi ki; 'böyle bir adakda bulunan kimsenin -kıyas gereği olarak lâfzın umumî manasıyla amel ederek malının her çeşidinden sadaka verebilir.1 Bunun cevabı daha evvel geçti.
Mülkü ile sadaka vereceğini adayan kimsenin bütün mallarını sadaka olarak vermesi gerekir. Hâkim eş- Şehîd, bununla evvelkinin istihsan bakımından aynı olduğunu söylemiştir. Zira mülk ile mal aynıdır.
Nesefî, Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'in bu görüşde olduklarını, Ebû Yûsufunsa, mal ile mülkü birbirinden ayırdığını; mülk kelimesinin örfe göre daha genel olduğunu ifade ettiğini bildirmiştir. Ama birinci görüş esahhdır. Çünkü Şeriat sadakayı mülke değil de, mala izafe etmiştir. Bu da sadaka için malın tahsis edilmesini gerektiren bir sebeptir. Böyle olunca mülk kelimesi kendi genel mânası üzere kalmış olmaktadır. Malını sadaka olarak vereceğini adayan bir kimsenin zekât malından başka malı yoksa, malının tamamını sadaka olarak vermesi gerekir. Bu hususda icmâ vardır.
Bu kimse nafaka olarak vereceği malını kazanç sağlayınca} a kadar elinde tutar, sonra elinde tuttuğu kadarını sadaka verir:
Çünkü o malının tamamını sadaka olarak verirse; ya dilenmeye mecbur kalır, ya da açlıktan ölür ki, bu da fahiş bir zarardır. Şu halde zararı kendisinden savmak için, ihtiyaç duyduğu kadar malı elinde tutar. Biz bunun için bir miktar belirlemedik. Çünkü insanlar nafakalanndaki hallerinin farklı oluşu sebebiyle, bu hususda farklılık arzederler. Hülâsa; bu kimse nafakasına yetecek miktarda malı, mislini ödemeye muktedir olacağı zamana kadar elinde tutar.
Bir kimse; 'evim düşkünlere sadakadır1 derse, o evini sadaka olarak vermesi gerekir. Evin kıymetini sadaka olarak vermesi de kâfi olur.
Bir kimse bir başkasına; 'senin malından bana ulaşan her şeyi sadaka olarak vermek üzerime adak olsun' der ve o adama bir şey hibe ederse, hibe ettiği o şeyi de (onu teslim etmeyip fakirlere) sadaka olarak vermesi gerekir. Ona yemeğinden vermesine izin verirse, o yemeği yer ve sadaka olarak başkasına vermez. Çünkü ibahe; yani yemeği yemesine izin vermek durumunda o yemeğe ancak yiyerek sahip olunabilir. Yenilmesinden sonra ise, o yemeği başkalarına sadaka olarak verme imkânı kalmaz. [16]
[14] Bu hadîsi Neseî tahric etmiştir
[15] Bu hadîsi Ebû Dâvud ve Tirmizî tahric etmiştir
[16] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/422-425.