- Uhud savaşındaki fıkhi hükümler

Adsense kodları


Uhud savaşındaki fıkhi hükümler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 7 July 2011, 04:16 pm GMT +0200
11— Bu Savaştan Çıkan Fıkhı Hükümler:

 

1- Cihada başlandığında cihad yapmak gerekir. Hatta zırhını giyen, sa­vaş elbisesine bürünen ve savaşa hazırlanan kişi, düşmanıyla savaşmadıkça savaştan vazgeçemez.

2- Düşmanlar gelip kapıya dayandığında, memleketlerinde bulunan rhüs-lümanlann düşman için ülke (yurt, şehir, kasaba vs.) dışına çıkmaları gerek­mez. Aksine ülkelerinde durup, orada savaşmak Rasûlullah'ın (s.a.) Uhud savaşında müsiümanlara işaret ettiği gibi kendi lehlerine, düşmanın aleyhine ise caizdir.

3- îmam'm (devlet başkanının veya komutanın) mal sahibi razı olmasa da yolu düştüğünde tebaasımn bazı mülklerinden, arazisinden geçmesi caizdir.

4- îmam, bulûğa ermemiş çocuklardan savaşmaya gücü yetmeyenlere izin vermez.. Rasûlullah'm (s.a.) İbn Ömer'i ve yanındakileri geri çevirdiği gibi savaşa çıktıklarında bunları geri döndürür.

5- Kadınların savaşması ve cihadda kadınlardan yardım istenmesi caizdir.

6-  Enes b. Nadr ve başkalarının, daldığı gibi düşman arasına dalmak caizdir.

7-İmam yaralanırsa, Rasûlullah'ın (s.a.) bu savaşta yaptığı gibi,onlara (askerlerine ve tebaasına) oturarak namaz kıldırır. Sünneti vefat edinceye kadar bu hal üzre devam etti.[550]

8- Kişinin, Allah yolunda öldürülmek için dua ve bunu temenni etmesi caizdir. Bu, yasaklanmış ölüm temennisi değildir. Nitekim Abdullah b. Cahş'ın dediği gibi: Allah'ım; beni müşriklerden iyice kâfir ve çok öfkeli bir adamla karşılaştır, onunla çarpışayım, beni Senin uğrunda öldürsün, soysun, sonra bumumu ve kulaklarımı kessin de Sana kavuştuğumda: "Ey Abdullah b. Cahş; ne uğruna kesildin, biçildin?" diyesin, ben de: "Senin uğruna Yâ Rab!" diyeyim.

9- Hz. Peygamber'in (s.a.), Uhud savaşında şiddetli bir belâya uğrayan, yarası ağırlaşınca da kendisini kesen (intihar eden) Kuzman hakkında: "O

cehennemliklerdendir."[551] buyurmasına istinaden, kendisini öldüren müslü-man dehennemliktir.

10- Şehidin yıkanmaması, (cenaze) namazının kıhnmaması[552] elbisesin­den başka şeye kefenlenmemesi, kanıyla ve üzerindeki yaralarla gömülmesi sünnettir. Ancak (düşman tarafından) elbiseleri soyulmuşsa, elbisesinden başka bir şeyle kefenlenebilir.

11- Şehid cünüb ise, meleklerin Hanzale b. Ebî Amir'i guslettirdiği gibi guslettirilir[553]

12-  Şehidlerin öldükleri yere defnedilmesi, başka bir yere taşınmaması sünnettir. Bir grup sahabî şehidlerini Medine'ye taşıdılar. Bunun üzerine Ra-sûlullah'ın (s.a.) tellâlı, şehidlerin, düştükleri yere götürülmesini emir veren bir çağrıda bulundu. Câbir anlatıyor: "Ben gözetlemede iken teyzem,babam ile dayımı şu taşımada kullanılan bir (dolap beygiri) hayvana beraberce yük­lemiş olarak geldi. Onları mezarlığımıza defnetmek için Medine'ye soktu. Bu arada bir adam şöyle bağırarak geldi: "Kendinize gelin, Rasûlullah (s.a.) şe-hidlerinizi geri götürmenizi emrediyor, şehidlerinizi öldürüldükleri yere def­nediniz!'* Câbir anlatmaya devam ediyor: "Onları (babamla dayımı) geri götürdük ve öldürüldükleri yere defnettik. Muâviye b. Ebî Süfyan'ın halife­liği döneminde iken bana bir adam geldi ve: Ey Câbir! Vallahi, Muâviye'nin adamları babanın kabrini kazdılar, ortaya çıkardılar ve bir bölümü ortaya çıktı, dedi. Hemen oraya gittim ve bıraktığım (gömdüğüm) şekilde kendisin­de hiçbir şey değişmemiş olarak buldum ve onu gizledim". İşte şehidlerin öl­dükleri yere defnedilmesi böylece sünnet oldu.[554]

13- Bir veya üç şehidin bir mezara defnedilmesi caizdir. Çünkü Rasûlul­lah (s.a.) iki veya üç şehidi bir mezara defnediyordu. "Hangisi Kur'an'dan daha çok (âyet) ezberlemişti?" diye soruyor, birini işaret ediyorlardı. Kabre önce onu koyduruyordu.[555]

Abdullah b. Amr b. Haram ve Amr b. Cemûh, aralarındaki muhabbet sebebiyle bir kabre (birlikte) defnedildiler. Rasûlullah (s.a.): "Dünyada birbirine muhabbet eden bu iki muhibbi bir mezara defnedin."[556] buyurdu.

Uzun bir süre sonra ikisine birer mezar kazıldı. Abdullah b. Amr b. Ha-râm'ın eli, yaralandığında koyduğu şekilde yarasının üzerinde duruyordu. Eli yarasından çekildiğinde kan fışkırdı. Yerine konulduğunda kan durdu.

Câbir şöyle anlatıyor: Mezarı kazıldığında babamı mezarında gördüm. Uyur gibi idi ve halinde az ya da çok bir değişiklik olmamıştı. Kendisine: Ke­fenlerini gördün mü? diye sorduklarında dedi ki: Yüzünü örten alaca çizgili bir kumaşla ve ayaklarım örten bir pelerinle[557] defnediimişti. Bu çizgili ku­maşı ve pelerini olduğu gibi bulduk. Halbuki aradan 46 sene geçmişti.[558]

Fakîhler; Hz. Peygamber'in (s.a.) Uhud şehidlerini elbiseleriyle defnet­mesi, bunun müstehab ve evlâ oluşundan mıdır, yoksa vâcib oluşundan mı­dır diye ihtilâf ettiler. Bu konuda iki görüş vardır:

Bunların ikincisi; bu görüşlerin en zahir olanı Ebu Hanîfe'nin görüşü­dür, îlki ise; Şafiî ve Ahmed (b. Hanbel)'in görüşleridir. Şayet; "Yakub b. Şeybe'den ve başkasından ceyyid senedle rivayet olunduğuna göre Hz. Safiy-ye, Hz. Peygamber'e (s.a.) Hz. Hamza'yı kefenlemesi için iki elbise yollamış ve O da (s.a.) onlardan birisine onu (Hz. Hamza'yı) kefenlemiş, diğerine de bir başka şehidi kefenlemiştir."[559] denilirse, şöyle cevap verilir: Hz. Ham­za'yı kâfirler soymuşlar, kendisine müsle yapmışlar, karnını yarmışlar ve cigerini çıkarmışlardı. Bunun için başka bir kefenle kefenlendi. Bu görüş (şe­hidin başka bir şeyle kefelenmesi görüşü) zayıflıkta, "Şehid guslettirilir" di­yenin görüşüne benzer. Halbuki Allah Rasûlü'nün sünneti, tâbi olmaya (meleklerin sünnetinden) daha evlâdır, lâyıktır.

14-  Çarpışmada can veren şehidin cenaze namazı kılınmaz. Zira Rasû­îullah (s.a.) Uhud şehidleri üzerine cenaze namazını kılmamıştır ve O'nun (s.a.) gazalarında yanında bulunup da şehid düşenlerden hiçbirinin cenaze nama­zım kıldığı bilinmemektedir. Râşid halifeleri de, onların nâibleri de böyle yap­mışlardır.

Şayet; Sahîhayn'da, Ukbe b. Âmir hadisinde, Hz. Peygamber'in (s,a.) bir gün çıkıp Uhud şehidlerine ölülere kıldığı (cenaze) namazı gibi namaz kıl­dığı sabittir, denilirse;[560] ve İbn Abbas'ın: "Rasûîullah (s.a.) Uhud şehid-lerinin üzerine cenaze namazını kıldı."[561] diye rivayet ettiği ileri sürülürse; şöyle cevap verilir: Rasûluîlah'ın (s.a.) vefatına yakın bir zamanda onlara bu namazı kılması, şehid edilmelerinden sekiz yıl sonra onlara veda edercesine bir namaz kılmadır. Bu, Hz. Peygamber'in vefat etmesinden önce Bakî kab­ristanına gidip ölülere ve dirilere veda edercesine istiğfar etmesine benzer. îş-te bu da Rasûlullah'ın (s.a.) onlara veda etmesidir ve bu namaz ölüler üzerine kıldığı cenaze namazı demek değildir. Öyle olsa bile Rasûîullah (s.a.), özel­likle "Kabir (e konulmuş cenaze) üzerine namaz kılınmaz veya bir aya kadar kıhnabilir." görüşünde olanlara göre bu namazı sekiz yıl geciktirmezdi.

15- Hastalık veya topallıktan dolayı Allah Teâlâ'nın cihada katılmaması­nı mazur gördüğü şahısların, kendilerine vacip olmasa da cihada çıkmaları caizdir. Nitekim Amr b. Cemûh (r.a.) topal olduğu halde cihada çıkmıştır.

16-  Müslümanlar, içlerinden birini kâfir zannederek öldürseler, devlet başkanının, öldürülen müslümamn diyetini Beytülmal'den ödemesi gerekir. Çünkü Rasûîullah (s.a.) Yemân'ın diyetini (oğlu) Ebu Huzeyfe'ye ödemek istemiş, ancak Huzeyfe diyeti almaktan kaçınıp müslümanlara tasadduk et­miştir. [562]


[550] Bu, Üseyd b. Hudayr, Câbir b. Abdillah, Kays b. Kahd ve Ebu Hureyre'nin görüşü olup Evzâî, Ahmed b. Hanbel, Hammâd b. Zeyd, İshâk ve Îbnü'l-Münzir bununla amel et­mişlerdir. İmam Mâlik bir rivayetinde: "Ayakta durmaya gücü yetenin, oturan kimse­nin arkasında kıldığı namaz sahih değildir." demiştir ki bu da, Muhammed b. Hasan'ın kavlidir. Sevrî, Şafiî ve ashâb-ı re'y (Hanefîler): "oturanın arkasında, ayakta durmaya gücü yeten insan ayakta durarak (kıyamda bulunarak) namaz kılar" demişlerdir. Bk. İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/220, 221; el-Muhallâ, 3/59; Neylû'I-Evtâr, 3/159.

[551] îbn Hişâir (2/88), İbn İshak'tan aktarmıştır. Âsim b. Ömer b. Katâde anlatıyor: Ara­mıza kendisine Kuzman

denilen, kimlerden olduğu bilinmeyen bir adam gelmişti. Rasû-lullah (s.a.) kendisine bu adamdan söz edilince: "O cehennemliklerdendir." diyordu. Âsim devam ediyor: "Uhud savaşı olduğunda çok çetin bir biçimde savaştı ve tek başı­na müşriklerden 8 veya 9 kişiyi öldürdü. Cesaret sahibi bir insandı. Sonra yaralandı, Zaferoğulları'nın evine taşındı. Müslümanlardan bazıları ona: Vallahi, bugün çok çalış­tın (güzel savaştın) ey Kuzman, müjdeler olsun!" demeye başladılar. O ise: Neden müj­deler olsun?! Vallahi, sadece kavmimin hesabına (veya kavmimden utandığım için) savaştım. Böyle olmasaydı, savaşmazdım, diyordu. Yarası ağırlaşmca (dayanamadı) sa­dağından bir ok alarak onunla kendini öldürdü." Râvileri sikadır, ancak mürseldir.

Ayrıca Buharı (64/38) ve Müslim (U2), Sehl b. Sa'd es-Saîdî'den rivayet ediyorlar: Sehl anlatıyor: Rasûlullah (s.a.) ve müşrikler karşılaşıp savaştılar. Rasûlullah (s.a.) as­keri karargâhına, diğerleri de kendi karargâhlarına döndüler. İçlerinde Rasûlullah'm (s.a.) ashabı arasında bir adam vardı ki düşman ordusundan ayrılan bir adam gördü mü peşine düşüyor ve kılıcı ile vurmadan bırakmıyordu. Bunun üzerine ashâb-ı kiram:

—Bugün bizden hiçbiri falan kadar yararlılık gösteremedi, dediler. Rasûlullah (s.a.) da:

—Dikkat edin, o adam cehennemliklerdendir, buyurdu.

Bunun üzerine bir sahabî "Ben devamlı onun yanında olacağım" dedi. Onunla bir­likte çıktı, o durdukça duruyor, hızlandıkça hızlanıyordu. Derken adam ağır bir şekilde yaralandı. Çabuk ölmek İstedi; kılıcının kabzasını yere, sivri ucunu da iki memesi arası­na dayadı ve kılıcının üzerine yüklenerek kendisini öldürdü. Onu takip eden sahabî Ra-sûlullah'ın (s.a.) huzuruna çıkarak: "Senin Allah'ın Rasûlü olduğuna şehâdet ederim." deyince, Rasûlullah (s.a.): "Ne oldu ki?" buyurdu. O da: "Az önce cehennemlik oldu­ğunu söylediğin adam yok mu, cemaat onun meselesini büyüttü. Ben de, ben sizin için onu izlerim, diyerek onu aramaya çıktım. Sonunda ağır bir biçimde yaralandı. Çabuk ölmek istedi, kılıcının kabzasını yere, sivri ucunu iki memesi arasına dayadı, sonra üze­rine yüklenerek kendisini öldürdü." dedi. O zaman Allah Rasûlü (s.a.): "Adam bazan cehennemlik olduğu

halde, görünürde cennet ehlinin amelini işler. Bazan da adam cen­netlik olduğu halde insanların gözü Önünde cehennemliklerin amelini İşler" buyurdu.

Ebu Ya'Iâ el-Mavsılî, Müsned adlı eserinde buradakinin benzeri bir hadis rivayet etmiştir. Ancak başlangıcı şöyledir: Rasûlullah'a (s.a.) Uhud savaşında: "Falanın gös­terdiği kadar yararlıkta bulunanı görmedik, insanlar kaçtı ama o kaçmadı..." denildi. RâvİIer arasındaki Saîd b. Abdirrahman el-Kâdî'den her ne kadar Müslim rivayette bu­lunmuşsa da, Hafız İbn Hacer, et-Takrib'de bu şahıs için "Sadûktur, fakat hakkında vehmedilmiştir" demektedir. Bununla birlikte Heysemî de Mecmau'z Zevâid'de (6/116) "Râvileri Sahih râvileridir" diye kaydetmektedir. Aynca Bk. Buharî, 56/185; Müslim, 112; Ebu Hureyre'den şöyle rivayet etmişlerdir: Rasûlullah'la (s.a.) beraber Hayber sa­vaşına katıldık. Rasûlullah (s.a.) yanında bulunanlardan müslüman olduğunu iddia eden bir adam hakkında: "O, cehennemliktir." buyurdu... Yİne bu hadiste, Rasûlullah'm (s.a.) BilâPe, insanlar arasında, "Cennete ancak müslüman olan kişi girer ve Allah Teâlâ bu dini fâcir kimse ile de te'yid eder, destekler." diye seslenmesini emrettiği de kaydedil­mektedir.

[552] Bu konuda Hz. Peygamber'den (s.a.), onun Uhud'da ve başka gazvelerde şehid düşen­ler üzerine namaz kıldığı vâriddir. Nesâî (4/60), Tahâvî (Şerhu Meâni'l-Âsâr, 1/291), Beyhakî (4/15, 16), Şeddâd b. el-Hâd'dan şöyle rivayet etmişlerdir: Çöl bedevilerinden bir adam Hz. Peygamber'e (s.a.) geldi, kendisine iman edip tâbi oldu, sonra da: "Se­ninle birlikte (yurdumdan, vatanımdan) hicret ediyorum (ayrılıyorum)" dedi. Hz. Pey­gamber (s.a.) onu ashabından bazılarına emanet etti. Hayber gazvesi vuku bulduğunda Rasûlullah (s.a.) bir miktar ganimet ele geçirdi; ganimeti taksim etti ve o şahsın payını da ayırdı. Kendileri için ayırdığı paylan da arkadaşlarına verdi. O şahıs ordunun arkası­nı koruyan ardçılardandı. Gelince, payını kendisine verdiler. "Bu nedir?" dedi. "Rasû­lullah'm (s.a.) sana ayırdığı pay" dediler. Payım alıp Hz. Peygamber'in (s.a.) yanma geldi. Aralarında şu konuşma geçti:

—Bu nedir?

—Sana ayırdığım paydır.

—Ben sana bunun için tâbi olmadım. Ben sana, şurama -boynunu işaret etti- bir ok atılsın da öleyim ve cennete gireyim diye tâbi oldum.

—Allah'ı tasdik edersen, O da senin isteğini gerçekleştirir.

Kısa bir süre eğleştiler ve sonra düşmanla çarpışmak için kalktılar. Bir müddet son­ra bu şahıs taşınarak Hz. Peygamber'e (s.a.) getirildi. İşaret ettiği yerden bir ok isabet etmişti. Hz. Peygamber (s.a.) "Bu, o mu?" buyurdu.

"Evet" dediler. "O, Allah'ı das-dik etti, Allah da onun isteğini gerçekleştirdi." dedi. Sonra Hz. Peygamber (s.a.)

onu kendi cübbesine kefenledi, öne koyup cenaze namazını kıldı. Cenaze namazını kıldırır­ken Hz. Peygamber (s.a.) şu duayı okudu: "Allah'ım; bu Senin kulundur. Senin yolun­da hicret ederek çıktı, şehit olarak öldürüldü, ben de buna şahidim." Hadisin senedi sahih olup Hâkim (3/595, 596) bu hadisi sahih kabul etmiş, Zehebî de onu tasdik etmiş­tir.

Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsâr adlı eserinde (1/290) Abdullah b. Zübeyr'den nakledi­yor: "Uhud savaşında Hz. Hamza (nın cesedi) Rasûlullah'a (s.a.) getirildi, bir bürdeye sarıp namazını kıldı, dokuz tekbir aldı. Sonra diğer şehidler getirildi ve sıralandı. Bun­ların cenaze namazlarını kılarken, onlarla birlikte Hz. Hamza'nın da namazını (yeni­den, tekrar tekrar) kılıyordu." Senedi ceyyiddir. Hadisin şahİdleri için bk. Ahmed b. Hanbel, 1/463: ibn Mes'ûd'dan, kavî senedle; Dârakutnî, s. 474: İbn Abbas'tan; Hâ­kim, 3/198; İbn Mâce, İ513; Nasbu'r-Râye, 2/309, 314.

Ebu Davud (3137), Dârakutm (s. 474) ve Hâkim (l/365)'de Enes b. Mâlik'ten şöy­le rivayet edilmiştir: "Hz. Peygamber (s.a.) Hz. Hamza'nın yanına vardı, Hz. Hamza'-ya müsle yapılmıştı. Hz. Hamza dışında hiç kimsenin (yani Uhud şehitlerinden hiç kimsenin) cenaze namazım kılmadı." Senedi hasendir. Râvinin demek istediği -Allah bilir ama- Hz. Hamza dışında hiç kimsenin namazını tek kılmadı. (Yani Hz. Hamza'nın namazını tek başına kıldı. Diğerlerininkini topluca kıldı.) Bu rivayet, Hz. Hamza hari­cindekiler üzerine, Hz. Hamza'yla birlikte namaz kılması şeklinde daha önce geçen Ab­dullah b. Zübeyr hadisiyle çelişmez.

Bütün bu hadisler göstermektedir ki, şehidler üzerine cenaze namazı kılmak meşru­dur; ancak vacip değildir. Çünkü sahâbe-i kiramdan çoğu Bedir savaşında ve diğer sa­vaşlarda şehid düşmüşler, ancak Hz. Peygamber'in (s.a.) onlar üzerine cenaze namazı kıldığı rivayet edilmemiştir. Kılmış olsaydı, rivayet edilirdi. Müellif İbn Kayyim (rh.a.)

de buna dayanarak: "İşin doğrusu, Allah Rasûlü (s.a.), her iki durumda da kendisine gelen vahye göre cenaze namazlarını kılmak veya kılmamak hususunda muhayyer bıra­kılmıştı. Nitekim bu, İmam Ahmed (b. Hanbel)'den nakledilen rivayetlerden biri olup, usûlüne ve mezhebine en uygun olan görüştür." demektedir. Tehzîbu's-Sünen, A/295.

[553] Yukarıda geçti. Bk. dipnot: 12, 13.

[554] Ahmed, Müsned, 3/308, 398: Câbir'den, sahih senedle; özet olarak: Nesâî, 4/79; İbn Mâce, 1516; Ebu Davud 3165; Tirmizî, 1717; rivayet etmişler ve Tirmizî; Hasen -sahihtir demiştir. İbni Hibbân da (196) sahih görmüştür.

[555] Buharı, 64/26; Tirmizî, 1036; Ebu Davud, 3138; Nesâî, 4/62; îbn Mâce, 1514: Câbir'den. Hadisten, bir mezara birden fazla ölünün defnedilmesinin- müellif İbn Kayyim'in (rh.a.) ifadesinin vehmettirdiğinin aksine- MuğnPıie (2/563) geçtiği gibi, zaruret haliyle mukayyed olduğu anlaşılmaktadır. Üstelik İmam Şafiî de (rh.a.) el-Ümm adlı eserinde (1/245) şöy­le demektedir: "Darlık (yer sıkıntısı) ve acele gibi zaruret ânında iki veya üç ölü bir kab­re defnedilebilir. En faziletlileri ve en iyileri kıble tarafına konulur. Her ne halde olursa olsun kadınların erkeklerle defnedilmesini uygun görmüyorum. Zaruret olur ve başka çıkar yol bulunamazsa, erkek kadının önüne kadın da erkeğin arkasına konulur ve er­kekle kadın arasına kabirde topraktan bir engel oluşturulur."

[556] İbn Hişâm (2/98) İbn İshak'tan nakleder. İbn İshak der ki: Bize Ebu Ishak b. Yesâr, Selemeoğullanndan bazı şeyhlerden rivayet etti: Rasûlullah (s.a.), o gün ölülerin defne­dilmesini emrettiğinde şöyle buyurdu: Amr b. Cemûh ile Abdullah b. Amr b. Harâm'a bakın... Zira onlar dünyada iki samimi dosttular, ikisini birlikte bir kabre koyun!" Ha­disi Ahmed b. Hanbel de (5/299) hasen senedle İbn Hacer'in Fethu'l-Bârfde (3/173) Ebu Katâde'den rivayet ettiği gibi rivayet etmiştir. Geniş bilgi için bk: 33 nolu dipnot. Yalnız, hadiste geçen "O, kardeşinin oğlu ve köleleri" sözü için İbn Abdilber, Temhîd adlı ese­rinde, "O, kardeşinin oğlu değil, amcasının oğlu idi" demektedir ki, doğrusu da budur. Ancak kendisinden daha yaşlı olabilir. Aynca Ahmed b. Hanbel (5/4I3)'de Câbir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Babam ve amcam o gün bir mezara defnedildiler." Senedi sa­hihtir. Kasdolunan şahıs, daha önceki rivayette açıklandığı gibi Amr b. Cemûh'tur; say­gısından ötürü onu amca diye anmıştır.

[557] Lisânu'l-Arab'da; Harmel; yaprağı söğüt yaprağına, çiçeği de yasemen çiçeğine benze­yen bir bitki şeklinde tarif edilmektedir.

[558] îbn Sa'd, 3/562; Evzâî'den, Zührî-Câbir tarikıyla rivayet etmiştir. Râvİlerİ sikadır, sene­di sahihtir. Mâlik, Muvatta'da (2/470), Abdurrahman b. Sa'sa'a'dan; İbn İshak, Afeğâ-zPsinde: "Babam Ensardan birinden bana rivayet etti..." diyerek nakletmiştir.

[559] Ahmed b. Hanbel, (1/165), sahih senedle; Beyhakî (3/401), bir başka tarikle, kavî bir senedle Zübeyr b. Awâm, Yakub b. Şeybe yoluyla nakletmiştir. Yakub b. Şeybe, hadis âlimlerinin büyüklerinden; hafız, imam ve allâme bir zâttır. Zehebî'nin, "Ondan daha güzel bir müsned yazılmadı" dediği el-Müsnedü'l-Kebîr adlı bir eseri vardır; fakat bu eseri tamamlayamamıştır. Yahya b. Maîn'in arkadaşlarından ve onların çağdaşlarından hadis yazmış; Ali b. Âsim, Yezid b. Harun, Ravh b. Ubâde ve başkalarından hadis din­lemiştir. Hicrî 262'de vefat etmiştir. Bk. Tezkiretü'l-Huffâz, 577.

[560] Buharı, 64/17; Müslim, 2296; Ebu Davud, 3223, 3224; Nesâî, 4/61,62; Ahmed b. Han-bel, 4/149, 154, 157.

[561] Daha önce geçti. Bk. Dipnot: 39.

[562] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 3/254-260.