- Uğursuzluğa İnanmak

Adsense kodları


Uğursuzluğa İnanmak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
reyyan
Wed 16 November 2011, 09:12 pm GMT +0200
24. Uğursuzluğa İnanmak

 

3910... Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:

Rasûluilah (s.a) üç defa, "Uğursuzluğa inanmak şirktir, uğursuz­luğa inanmak şirktir" buyurdu.

Oysa bizden (kalbinde bu düşünce geçmeyen bir kimse ) yoktur. Fakat Allah bu duyguyu tevekkülle giderir.[153]

 

3911... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a):

“Hastalık bulaşması, uğursuzluk, (karında bulunan yılan gibi bir hayvanın hareketinden doğan bir) karın ağrısı ve (uğursuzluk geti­ren bir) baykuş yoktur" buyurmuş.

Bunun üzerine (orada bulunan) bir bedevi:

(Ey Allah'ın Rasûlü), peki kumda geyik gibi (sıhhatli) oldukları halde (içlerine) karışıp da kendilerini uyuzlaştırdığı uyuz devlerin hali nedir? dedi.

(Hz. Peygamber de ona):

"Ya birinciye kim bulaştırdı?" karşılığını verdi.

Mâmer'in Zührî'den, (Zührî'nin de) bir adamdan rivayet ettiği­ne göre, Ebû Hureyre; Rasûluilah (s.a)'ı:**Deveterı hasta olan kimse­ler (develerini), develeri sağlam alan kimseler(in develerinin yanın)a götürmesinler" derken işittiğini söylemiş. Bunun üzerine (bu sözü Ebû Hureyre'den dinleyen) adam Ebû Hureyre'ye dönüp: Sen bize (daha önce) Peygamber (s.a)'in, "Hastalık bulaşması da yoktur, (karında bulunan bir yılan hareketinden doğan bir) karın ağrısı da yoktur, (uğur­suzluk getiren bir) baykuş da yoktur." dediğini söylememiş miydin? demiş. Ebû Hureyre de: "Bunu size ben söylemedim" karşılığım vermiş.

Zührî dedi ki: Ebû Seleme, "Ebû Hureyre'nin bu hadisi rivayet ettiğini" (söyledi) ve: "Ben Ebû Hureyre' nin bu hadisten başka (ri­vayet ettiği) bir hadisi unuttuğunu duymadım." dedi.[154]

 

3912... Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Rasûluilah (s.a):

"Hastalığın(sebepsiz olarak) bulaşması, (uğursuzluk getiren) bay­kuş, (insanların kaderine hükmeden bir) yıldız batması, (karında bu­lunan bir yılanın hareketlerinden doğan ve başkalarına bulaşan bir) karın ağrısı yoktur" buyurdu.[155]

 

3913... Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Rasûluilah (s.a):

“(Kırlarda çeşitli kılıklara girerek insanların yolunu kaybettire-bilecek güce sahip bir) cin taifesi yoktur" buyurmuştur.[156]

 

3914... Ebû Dâvûd dedi ki: Eşheb (şöyle) dedi: (İmam) Mâlik'e, "lâ safere" sözü(nün manası) soruldu da; "Ca hiliye halkı Safer ayını helâl (aylardan) sayarlardı. (Sonradan) onu bi sene helâl, bir sene de haram saymaya başladılar. Hz. Peygamber (s.a de onların bu âdetini kaldırmak için); "(Böyle bir sene helâl, bir sen< de haram sayılan) bir Safer (ayj) yoktur" buyurdu" cevabını verdi.[157]

 

3915... Bakiyye dedi ki:

Ben Muhammed b. Râşid'e hadisteki "hâm = baykuş" kelimesi­ni sordum da;" Cahiliye dönemi (halkı) 'Ölüp de defnedildikten son­ra bir baykuş olarak mezarından çıkmayan kimse yoktur' derlerdi, (işte hâm budur)" diye cevap verdi.

(Bunun üzerine): "Pekâla Safer nedir?" dedim. (Muhammed b. Râ-şid de): İşittiğime göre cahiliye halkı Safer ayını uğursuz sayarlarmış da Peygamber (s.a):"Safer ayında (bir uğursuzluk) yoktur" buyurmuş" dedi.

(Muhammed b. Râşid sözlerine devam ederek şöyle) dedi: "Biz 'Sa­fer, karında tutan bir ağrıdır' diyeni de işittik. (Bu görüşte olan cahili­ye halkı) 'bu ağrı  (başkasına da) bulaşır' derlerdi. Bunun üzerine (Hz. Peygamber), "Safer (denilen böyle bir ağrı) yoktur" buyurdu."[158]

 

3916... Enes (ra.)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a): "Hastalık bulaşması da yoktur, uğursuzluk da yoktur. Ben ya­rarlı olan hayırlı ve uğurlu saymadan hoşlanırım. Yararlı olan hayırlı ve uğurlu saymak ise, güzel söz(lerle yapılan hayırlı yorumlar)dır" bu­yurmuştur.[159]

 

Açıklama
 

Tıyere:Bir şeyi uğursuzluğa yormak, uğursuz saymak, bir şeyin uğursuzluk getireceğine inanmak demektir. Cahiliyye dönemi halkı, bazı hayvanları ve olayları uğursuz sayar, bu uğursuzluktan kur­tulmak için bazı teşebbüslerden vazgeçerdiler.

İslâmiyet bu uğursuzluk telakkisinin asılsız olduğunu ilan ederek, asıl­sız telakkiler silsilesinden biri olan bu yanlış inancı da İnsanların kafasından silip atmak suretiyle onların yolunu aydınlatmış, onları cahiliyetin pençesin­den kurtarmıştır.

3910 numaralı hadis-i şerifte açıklandığı üzere, Fahr-i Kâinat Efendi­miz hayvanlarda ve olaylarda bizatihi böyle bir uğursuzluk verme gücü bu­lunduğuna inanmayı şirk saymış, insanın kalbine böyle bir korku geldiği za­man bu korkunun kalpten giderilebilmesi için Allah'a tevekkül etmenin ye­terli olduğunu bildirmiş ve ümmetine bu gibi durumlarda Allah'a tevekkül etmelerini tavsiye etmiştir.

Advâ: Hastalığın bir hastadan diğer bir hastaya bulaşması demektir.

Bu mevzuda merhum Kamil Miras şöyle diyor:

"Cahiliye devrinde sâri hastalıkların ilâhi bir tesire tabi olmadan biza­tihi sirayet ettiği sanılırdı. İslâm akidesine göre her şeyde hakiki müessir Al­lah Teâlâ'dır, Hadiste bu hakikat, "Bulaşıcı hastalıklar bizatihi sirayet etmez" cümlesiyle ifade buyurulmuştur."[160]

Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, "Hastalık bulaşması ko­nusunda üç türlü görüş vardır:

1) Hastalık bulaşır, hastalık bulaşmasının Allah'ın izni ve iradesiyle il­gisi yoktur. Bu görüşün küfür olduğu açıktır.

2) Hastalık Allah'ın dilemesiyle bulaşır. Fakat Allah'ın hastalığın bu­laşmasını dilemesi Allah hakkında zaruridir. Aksini dilemesi mümkün değildir.

Bu görüş de bâtıldır. Çünkü Allah isterse bulaşıcı hastalığa yakalanmış kimseler arasında bulunan bir kulunu o hastalığa yakalanmaktan koruyabilir.

3) Hastalık bulaşması Allah'ın dilemesine bağlı olarak vardır. Allah di­lerse bulaşıcı bir hastalık başkasına geçebilir, dilemezse geçmez."

İşte hadis-i şerifte ifade edilen hastalık bulaşmasından anlaşılan bu üçün­cü görüştür ki ehl-i sünnet ulemasının bu mevzudaki görüşü de budur.

Bazıları kelimelerin zahirine bakarak, 3911 ve 3912 numaralı hadisler-deki, "!â adve" kelimesini "hastalık bulaşması yoktur" şeklinde anlamışlar ve 3912 numaralı hadisin sonundaki "Develeri sağlıklı olan kimseler devele­rini, develeri hasta olan kimselerin develerinin yanma götürüp de onlarla karıştırmasınlar" mealindeki cümlelerle, "Cüzzamlıdan aslandan kaçar gi­bi kaçın"[161] hadisini de seddü'z-zerâyi' kabilinden bir yasaklama olarak te'-vil etmişler. Yani develerin birbirine karışıp da birbirlerine benzerlikleri sebebiyle hangi devenin kime ait olduğunun bilinmemesi durumuna düşül­mesini önlemek için getirilmiş bir yasak olarak yorumlanmıştır.

Ancak ulemanın büyük bir kısmı; bu mevzuda aslolan hastalıklı hay­vanları karıştırmayı yasaklayan ve cüzzamlıdan kaçmayı emreden hadis-i şe­riflerdir. Çünkü yüce Allah, dünyadaki bütün hâdiseleri bir sebebe bağladığı gibi hastalığın bulaşmasını da hastalık mikrobu taşayan kimselerle veya eş­ya ile temas etmeye bağlamıştır. Bu temas sağlandığı zaman Allah'ın izni ile hastalık bulaşabilir, demişlerdir. Hadisi bu şekilde anlayan mezkûr İslâm âlimleri, hadis-i şerifte geçen "hastalık bulaşması yoktur" sözünü ise, has­talık bulaşması için Allah'ın bir kanun olarak koyduğu hastaya dokunmak gibi bir sebep bulunmaksızın hastalık bulaşması olamaz, şeklinde anlamış­lardır ki umumun tasvibine mazhar olan görüş de budur. Esasen Fahr-i Kâi­nat Efendimiz, bedevinin "bizim geyik gibi sihhath develerimiz uyuz develerin yanına varınca niye hastalanıyorlar?" sorusuna "Ya birinciye bu hastalığı kim bulaştırdı?" karşılığını vermekle, bu bulaşmanın Allah'ın iznine bağlı olduğunu çok veciz bir şekilde açıklamıştır. Çünkü bedevi, "birinci deveye falan deveden bulaştı" cevabını verdiği takdirde kendisine aynı sual sorul­maya devam edilecek ve nihayet bu hastalığın kendisinde ilk görülen deveye hastalığı Allah'ın verdiği anlaşılacaktır.

Hâme: Baykuş demektir. Cahiliye dönemi halkı evlerinin üzerine bir bay­kuş konduğu zaman onun o ev halkından birinin öleceğini haber vermek için geldiğine inanırlardı.

Hadis-i şerifteki "Baykuş yoktur" sözüyle bu inancın batıl olduğu an­latılmak istenmektedir. İmam Mâlik'in görüşü budur.

İkinci bir tefsire göre, cahiliye dönemi arapları baykuşların, ölen kim­selerin dünyaya dönen ruhları olduklarına inanırlardı. Hadisteki "Baykuş yoktur" sözüyle yıkılmak istenen inanç budur. İslâm ulemasının büyük ço­ğunluğunun tasvibine mazhar olan görüş budur.

Guvl: Eski arapların inancına göre çeşitli renk ve kılıklara girerek in­sanlara görünen ve onları yollarından sapıtıp helak eden bir nevi şeytandır. Kırlarda yaşar. Peygamber (s.a) bunu da iptal etmiştir. Cumhur ulemanın kavli budur. Ulemanın bazılarına göre ise hadisin manası, guvlü inkâr et­mek değil sadece arapların itikadını iptaldir. Binaenaleyh "guvl yoktur" cüm­lesinden murad, guvl hiç kimseyi yolundan saptırmaz, demektir.[162]

Nev': Hattâbî'ye göre "yıldız" demektir. Ebû İshak ez-Zeccâc, garbta batan yıldızlara enva', şarkta doğanlara bevârih denildiğini söylüyor. Bu hu­susta Tecrid Tercümesi'nde şu malumat verilmektedir:

"Nev'in cemi enva' gelir. Enva' ayın menzilleri (burçlar) manasına ge­lir, yirmisekiz adettir. Ay her gece bunlardan bir menzilde bulunur. Bu men­zillerden herbiri o sema sahasında bulunan yıldızlardan birinin ismiyle anılır.

Araplar bu yıldızlardan birinin fecir zamanında batmasıyla birlikte onun devamlı olarak ters istikametinde bulunan yıldızın o saatte doğmasına nev' derler. Onun için lügat alimlerinin kimi yıldızın batmasına kimi de doğması­na kimisi de her ikisine birden nev' denildiğini söylerler. Bu nev'ler birbiri arkasından onüçer gün fasıla ile battığında ve aksi istikametindeki yıldız da doğduğunda, o müddet zarfında yağmur, rüzgâr, soğuk, sıcak, bereket her ne olursa batan yıldıza izafe edilir ve filan şey filan yıldızın nev'inde (bat­masında) vaki oldu derlerdi."[163]

Rasûl-i Zîşan Efendimiz, "Nev' yoktur" sözüyle bu bâtıl İnancı kökün­den yıkmıştır.

Safer: Hicrî tarihin ikinci ayının adıdır. Cahiliye devrinde araplar nesîe usulüne göre Muharrem ayının haramlığını Safer'e naklederlerdi ve bu su­retle Safer ayını haram sayarlardı. Nitekim yüce Allah müşriklerin bu çirkin hallerini Tevbe sûresinin 37. âyet-i kerimesinde bize açıklamaktadır. Rasûl-i Ekrem Efendimiz bunu da menedip "Artık Safer ayı için hürmet yoktur" buyurmuştur. Asrı saadetten zamanımıza kadar devam edip gelen halk te­lakkisine göre bu ayda kıyılan nikâhı devamsız sayarlar. Hatta halk arasın­da bu aya boş ay derler. "Sa ferde uğursuzluk yoktur" buyurulmakla bu te­lakki men olunmuştur. Buharî'nin bir rivayetine göre Hz. Âİşe "Benim ni­kâhım da zifafım da safer ayında idi" buyurduklarına göre, Rasûl-i Ekrem bu hurafe fikrinin izalesine fiilen de çalışmıştır.[164]

İkinci bir te'vile göre bu hadis-i şerifteki Safer kelimesinden maksat, cahiliye araplarmın insanın karnında yaşadıklarına inandıkları yılan gibi bir hayvandır. İnsan acıktığı zaman o hayvan çoğu zaman heyecanlanıp sahibini öldürür. Hatta buna uyuz hastalığından daha bulaşıcı sayarlardı. Neve-vî'nin açıklamasına göre Safer kelimesinin sahih tefsiri budur. Mutarrif, İbn Vehb, İbn Habib, Ebû Ubeyd ve diğer birçok ulemanın kavilleri de budur. Nevevî'nin beyanına göre, burada her iki tarafın da kast edilmiş olabileceği, her iki anlamdaki Saferin de bâtıl ve asılsız olduğu bildirilmektedir.[165]

Ancak cahiliye halkının karın ağrısı hakkındaki bu yanlış telakkisini, bugünkü ilmî gerçeklerin ışığında tesbit edilen karındaki solucan, tirişin ve tenyalarla karıştırmamak gerekir. Hadiste reddedilen bunlar değildir. Her ne kadar İslâm'da uğursuzluk inancına yer yoksa da bir şeyi hayırlı veya uğurlu saymak (tefe'ül) makbuldür. Nitekim Hudeybiye'de Kureyşliler müslümanları müşkül bir vaziyete soktuğu sırada, Kureyş tarafından muahede akdine mezun bir heyetin, Süheyl b. Amr'ın riyaseti altında gelmekte olduğu duyu­lunca Rasûl-i Ekrem'in uysallık ve yumuşaklık ifade eden Süheyl adıyla te­fe'ül ederek ashabına, "Artık işiniz kolaylaştı" buyurması[166] buna delâlet ettiği gibi, mevzumuzu teşkil eden 3916 numaralı hadisi şerif de bunun caiz olduğunu ifade etmektedir.[167]

 

3917... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;

Rasûlullah (s.a), hoşuna giden bir söz işitmiş de (bu sözü söyle­yen kimseye):

"Senin uğurunu ağzından aldık" buyurmuş.[168]

 

3918... Atâ (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:

"Halk; Safer, karında tutan bir ağrıdır, diyor." (Bu hadisi Atâ'-dan rivayet eden İbn Cüreyc dedi ki); Ben(de Atâ'ya); "Pekâlâ) bay­kuş nedir? diye sordum. (Atâ şöyle) cevap verdi:

Halk, (evlerin üzerine konup da acı acı) öten baykuş, halk bay­kuşudur, diyor. (Aslında bu baykuş ölünün kemiğinden ya da başın­dan çıkıp da baykuş şekline giren ve sady ismi olan) insan baykuşu değildir. (Senin sorduğun) baykuş, sadece (bildiğimiz) bir hayvandır.[169]

 

3919... Urve b. Amr el-Kureşî dedi ki:

Peygamber (s.a)'in yanında (bir şeyle karşılaşmayı iyiye veya) kö­tüye yorma(nın hükmünden) bahsedildi de Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:

"Bu yorumların en iyisi iyiye yormaktır. (Aslında bir şeyi kötü­ye yorumlamak bile) bir müslümam (yapılması gereken bir işi yapmak­tan) geri eeviremez. (Binaenaleyh) sizden biriniz hoşlanmadığı bir şe­yi görünce;

'Ey Allah'ım, güzellikleri senden başkası veremez. Kötülükleri de senden başkası önleyemez. Binaenaleyh, (kötülüğü önlemek için ge­rekli olan) güç de (güzelliği elde etmek için gerekli olan) kuvvet de an­cak senindir* diye dua ediniz.”[170]

 

3920... Ebû Büreyde(nin) babasından rivayet olunduğuna göre;

Peygamber (s.a) hiç bir şeyi uğursuz saymazmış. (Bir yere) bir tah­sildar göndereceği zaman (önce) ismini sorarmış, eğer (onun) ismini beğenirse bu isimden memnun olurmuş ve bu sevinç yüzünde görülür-müş. Eğer beğenmezse bu hoşnutsuzluk yüzünde görülürmüş, (fakat böyle hoşa gitmeyen bir isimle karşılaşmayı kötüye yormazmış).

Bir köye girdiği zaman da (yine köyün ismini sorarmış, eğer (kö­yün) ismini beğenirse sevinirmiş ve bu sevinç(in belirtileri yüzünde gö­rülürmüş). Eğer (köyün) ismini beğenmezse bu hoşnutsuzluk yüzün­de görülürmüş, (fakat böyle hoşa gitmeyen bir isimle karşılaşmayı kö­tüye yormazmış).[171]

 

3921... Said b. Mâlik'den (rivayet olduğuna göre; Rasûlullah (s.a);

"(Uğursuzluk getiren bir) baykuş da yoktur, (kendiliğinden zu­hur eden bir) hastalık bulaşması da yoktur, uğursuzluk da yoktur. Eğer bir şeyde uğursuzluk olursa (o da sert başlı) atta, (isyankâr) kadında ve (dar) evde olur" buyurmuş.[172]

 

3922... Abdullah b. Ömer'den rivayet olduğuna göre; Rasûlullah (s.a):

"Uğursuzluk (dar) evde, (isyankâr) kadında, (sert başlı) attadır" buyurmuştur.

Ebû DâvOd dedi ki: (Bu hadis) Haris b. Miskîn'e okundu, ben de orada idim. Kendisine: (Bunu) sana İönü '/-Kasım haber verdi mi? diye soruldu. (Haris b. Miskin de şöyle) dedi: Kadındaki ve evdeki uğur­suzluk (İmam) Mâlik 'e soruldu da, "Nice evler var ki onlarda oturan insan/ar helak oldular. Sonra onlara başkaları oturdu, (onlar da) he­lak oldular. Bizim görüşümüze göre bu (durum, bu hadisin) tefsiri­dir. Allah daha iyi bilir" cevabını verdi.

Yine Ebû Davûd dedi ki: Ömer (r.a); evdeki bir hasır çocuk dün­yaya getirmeyen bir kadından daha hayırlıdır" buyurdu.[173]

 

3923... Ferve b. Müseyk'den rivayet olmuştur; dedi ki:

Ben (Peygamber (s.a)'e;

Ey Allah'ın Rasûlü, bizim elimizde "Ebyen" denilen bir arazi var. Bu bizim çiftliğimizin ve ziraat mahsullerimizin arazisidir; ve bu arazide veba hastalığı vardır. -Yahutla buranın vebası çok şiddetlidir.-(Ne yapmamı tavsiye edersiniz)? diye sordum.

"Orayı terket. Çünkü ölüm (böyle bulaşıcı hastalıklara) yakın durmaktan ileri gelir" buyurdu.[174]

 

3924... Enes b. Mâlik (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;

Bir adam Hz. Peygamber'e gelerek);

Ey Allah'ın Rasûlü, biz bir evde yaşıyorduk; orada (iken) sayı­mız ve mallarımız çoktu. Derken başka bir eve göç ettik, orada ise sa­yımız da azaldı mallarımız da, demiş. Rasûlullah (s.a) da:

“Kölü bir yer olduğu için orayı terkediniz" buyurmuş.[175]

 

3925... Câbir (r.a)'den rivayet olunduğuna göre:

Rasûlullah (s.a); bir cüzzamlının elini tutarak onu kendi (eli) ile birlikte (yemek) kab(m)a koymuş ve;

"Allah’a güvenerek (benimle birlikte) ye, ben de Allah'a güveniyorum" buyurmuş.[176]

 

Açıklama
 

3917 ve 3819 nunıaraiı hadis-i şeriflerde "fe'l" (iyiye yormak, tefe'ül) kelimesiyle 3918 ve 3921 numaralı hadis-i şeriflerde geçen "tıyâre" (uğursuzluğa yormak) kelimesi ve 3921 numaralı hadis-i şe­rifte geçen "advâ" (hastalık bulaşması) kelimesini 3910-3916 numaralı hadis-i şeriflerin şerhinde açıklamıştık.

Bu açıklamamızda ise 3921 ve 3922 numaralı hadislerde söz konusu olan ev, kadın ve attaki uğursuzluk ile bir memleketin uğursuzluğu ve veba, cüz-zam gibi bulaşıcı hastalıklardan kaçmanın gerekip gerekmediği konularını ele alacağız.

Bu konuda merhum Ahmed Davudoğlu şöyle diyor:

Ulema bu rivayetlerde belirtilen üç şeyde uğursuzluk olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. İmanı Mâlik ile bir cemaata göre rivayetlerden murad, zahirî manalarıdır. Allah Teâlâ bir evi zarar ve ölüme sebep halk eder. Mu­ayyen bir kadın ve at yahut ev de Allah'ın kaza ve kederiyle bazen helâka sebep olabilir. Hadisin manası; bazen bu üç şeyde uğursuzluk hasıl olur, de­mektir.

Hattâbî ile diğer birçok ulema bu rivayetlerdeki üç şeyin memnu olan teşe'umden (uğursuz saymadan) istisna edildiğine kail olmuşlardır. Bu gö­rüşte olan ulemaya göre bu hadisin manası; "Teşe'üm yasaktır, fakat bir kimsenin içinde oturmaktan hoşlanmadığı bir evi, beraberce yaşamaktan hoş­lanmadığı bir hanımı veya hoşlanmadığı bir atı varsa onlardan ayrılsın" de­mektir.

Bazıları da, "Evin uğursuzluğu darlığı ve komşularının kötülüğünden ibarettir. Kadının uğursuzluğu doğurmaması, gevezeliği ve şüpheli işler yap­masıdır. Atın uğursuzluğu ise üzerinde harp edilmemesi yahut fiyatının pa­halılığı, hizmetçinin uğursuzluğu ise kötü ahlâklı olması, kendisine ısmarla­nan şeylere kulak asmaması gibi şeylerdir" demişlerdir. Aynî diyor ki: "Bu babda sahih olan mana teşe'ümün bütün nevileriyle ibtal edilmesidir. Resü-lullah (s.a)'in "Teşe'üm yoktur; uğursuzluk üç şeydedir" buyurması cahili-ye devrinin itikadını hikâyedir. Çünkü o devirde araplar bu üç şeyde uğur­suzluk olduğuna inanırlardı. Yoksa bu hadis 'Müslümanların itikadınca üç şeyde uğursuzluk vardır' manasını ifade etmez."

Bu rivayetlerin bazısında Rasûlullah (s.a)'ın; "Eğer uğursuzluk namı­na bir şey varsa (bu) atta, kadında, evdedir" buyurmuş olması bizce bu bab-daki ihtilâfa meydan vermeyecek kadar açıktır. Çünkü hadisin manası şu­dur: "Eğer uğursuzluk namına bir şey sabit olsaydı şu üç şeyde sabit olur­du, lâkin uğursuzluk namına bir şey sabit olmamıştır. Binaenaleyh bunlar­da da uğursuzuk yoktur."

Hz. Âişe'nin bu hadisi işittiği vakit kızdığı ve üzerinden bir elbise par­çasının havaya uçtuğu diğer bir parçasının da yere düştüğü rivayet olunur. Âişe (r.anha) bu hadisi işittiği zaman yemin ederek şunları söylemiştir: "Kur'an-ı Kerim'i Muhammed (s.a)'e indiren Allah'a yemin ederim ki, Ra­sûlullah {s.a) bu sözleri asla söylememiştir. O ancak cahiliye devri insanları­nın bunlardan teşe'üm ettiklerini söylemiştir.”[177]

Kadı Iyaz'ın beyanına göre ulemadan bazıları bu babda şunları söyle­mişlerdir:

"Hadislerde geçen bu kısımlar bir araya getirilirse insanın karşılaştığı bu tür tehlikelerin üç adet olduğu ortaya çıkar:

Birincisi; zarar kendisiyle hasıl olmayan, ammenin ve hassanın da âde­tini teşkil etmeyen ki buna iltifat edilmez. Şeriat da buna kıymet vermeyi yasak etmiştir. Bu tıyâre yani teşe'ümdür. İkincisi; nadiren vuku bulan ve umumi zarara sebep olan kısımdır, taun gibi. Onun bulunduğu yere gidil­mez ve o yerden çıkılmaz. Üçüncüsü; hususidir. Ev, at ve kadın gibi ki boy-İçlerinden kaçmak mubahtır."[178]

Her ne kadar atta, kadında ve evde uğursuzluk olmayacağını ifade eder

3921  numaralı hadiste bu üç yaratıkta uğursuzluk bulunabileceğini ifade eder

3922  numaralı hadis arasında zahiren bir çelişki göze çarpmakta ise de, as hnda bu iki hadis arasında hiçbir çelişki yoktur. Çünkü Bezlü'l-Mechûd ya zarının da açıkladığı gibi uğursuzluk iki çeşittir:

1) Gerçekten, zahirde mevcut olan uğursuzluk.

2) Zahirde vücudu olmadığı halde var olduğu vehmedilen uğursuzluk. Bazı kimseler kendilerine ait olan bazı şeylerde uğursuzluk bulunduğuna ina­narak bu türden bir vehim hastalığı içine düşerler. Kafalarına yerleşen bu varsayım kendilerine öyle hükmetmeye başlar ki zamanla hastalık haline dönüşür.

Onları bu hastalıktan kurtarmanın en kestirme yolu bu kimselerin o şey­lerle ilgisini kesmektir. İşte 3921 numaralı hadiste nefyedilmek istenen ve ta­mamen soruyu yönelten kişinin şahsıyla ilgili olan ikinci türden bir uğur­suzluktur. 3922 numaralı hadis-i şerifle varlığından bahsedilen uğursuzluk ise üçüncü türden uğursuzluk olabilir. Günümüzde bazı şeylerin kendisine uğur­suzluk getirdiği vehmine kapılan kimseleri tedavi için "telkin ile tedavi" de­nilen bir tedavi yöntemi uygulanmaktadır. Kendilerini terketmek ev ve at kadar kolay olmayan şeylerin kendisine uğursuzluk getirdiğine inanan kimseler için bu tedavi usulünden başka bir yöntem yoksa da, ev ve at gibi terkedilmesi kolay olan şeylerden vehme kapılan hastaların en kısa yoldan tedavisi onu terketmeleridir.

Evlerdeki uğursuzluk bazen evin darlığı, havasının bozukluğu ve cinle­rin karargâhı haline gelmesiyle de ilgili olabilir. Bu durumda orada gerçek­ten bir uğursuzluk var demektir.

3925 numaralı hadis-i şerifte ise, Hz. Peygamber'in cüzzamhnın elin­den tutup onunla yemek yediği ifade edilmektedir.

Bu hadis-i şerif zahiren, "Cüzzamlılara devamlı bakılmamasını" ifade eden hadis[179] ile cüzzamlıdan arslandan kaçildığı gibi kaçılmasını emreden hadise[180] ve Hz. Peygamber'in bir cüzzamlı ile beyattan çekindiğini ifade eden hadise[181] ters düşmekte ise de aslında burada böyle bir çelişki yoktur. Bu hususta Sayın A. Osman Koçkuzu şunları kaydetmekledir:

"...Peygamberimizden menkul bu iki durum üzerinde fikirler beyan edil­mekte; meselâ Hz. Ömer nesha kail bulunmaktadır. Yani kişiden ictinab ve kaçınma neshedilmiştir. Fakat kaynakların belirttiğine göre burada nesh mev­cut değildir. Bilâkis hadislerin arası cem' edilebilir. Yerine göre çekingen dav­ranma ve ihtiyat, yerine göre temas emredilmektedir. Tıb yönünden de du­rum aynıdır. Daha önceleri uzaktan hastalıkları teşhis ve tedavi edilen cüz-zamlılar bugün kendilerine daha yakın muamele görmektedirler. Neshi ka­bul etmeyenlerin, etmeyiş sebepleri beyan edilmemiştir. Belki de mesele bir şer'î hüküm olaralk mütaala edilmemektedir."[182]

Aslında cüzzamlı ile temasta korkuya kapılması gereken biri varsa o da cüzzamlı değil cüzzamlıya temas eden kimsedir. Böyleyken Hz. Peygamber'in elinden tuttuğu cüzzamlıya, "Korkma, Allah'a güvenerek benimle ye" di­yerek ona cesaret vermeye çalışması açıklığa kavuşturulması gereken bir hu­sustur. Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, burada cüzzamhnın kor­kusu kendi şahsı ile ilgili değildir. Onun korkusu hastalığının Hz. Peygam-ber'e geçmesiyle ilgilidir. Fahr-i Kâinat Efendimiz onun bu korkusunu bil­diği için ona cesaret vermek gayesiyle bu sözü söylemiştir.

Şafiî ulemasının ekserisine göre; Hz. Peygamber cüzzamlıdan kaçılma­sını emrederken hastalıkların bir kimseden diğer bir kimseye geçmesinde bir takım sebeplerin bulunduğuna ve bu sebeplerden kaçınmak gerektiğine, has­taya yakın durmanın da bu sebeplerden biri olduğuna işaret ettiği gibi; cüz-zamlının elini tutarken de bu sebeplerin hakiki bir sebep olmayıp ancak Al­lah'ın izni ve İradesiyle bir tesir İcar edebileceklerine, Allah'ın izni ve iradesi olmadıkça, hiçbir tesir icra edemiyeceklerine işaret buyurmuştur.

Kadı Ebû Bekir el-Bâkillânfye göre; Hz. Peygamber bir hadisinde, "Has­talık bulaşması yoktur"[183] derken diğer bir hadisinde de "Cüzzamlıdan, as­landan kaçar gibi kaçınız" buyurmakla, her hastalık bulaşıcı değildir, an­cak cüzzam gibi bazı hastalıklar bulaşabilir demek istemiştir.

Bazılarına göre, "Hastalık bulaşması yoktur" sözü, hastalıklar öyle ken­diliklerinden bulaşivermezler, hastalıkların bulaşmasını sağlayan hastayla bir arada bulunmak, onun teneffüs ettiği havayı tenefüs etmek gibi bir takım âmiller vardır anlamında söylenmiştir.

İbn Kuteybe'ye göre; cüzzamın bulaşmasını sağlayan âmil onun vücu­duna dokunmak değil, onun vücudundan çıkan pis kokuları teneffüs etmektir.

Bazılarına göre de cüzzamlıdan kaçmayı emreden hadis-i şerif tamamen cüzzamhnın psikolojisiyle ilgilidir. Şöyle ki, bir cüzzamlı sağlıklı bir kimseyi gördüğü zaman, rahatsızlığına daha çok üzülür, sıkıntısı iyice fazlalaşır.[184]

 

[153] Tirmizî siyer 46; İbn Mâce, tıb 43; Ahmed b. Hanbel, I, 389, 438, 440.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/548.

[154] Buharı, tıb 9, 43-45, 54; Müslim, selâm 102, 107, 110, 114, 116; İbn Mâce, tıb 43, mukaddime 10.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/548-549.

[155] Buharî, tıb 19, 43-45, 54; Müslim, selâm 102, 107, 110, 114, 116; İbn Mâce, mukaddi­me 10, tıb 43; Ahmed b. Hanbel, I, 174, 180, 269, 328, II, 25, 153, 222, 266, 267, 406,420,434,453,487,507,524, III, il8, 130, 154, 173, 178,251,276,278,293,312.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/550.

[156] Müslim, selâm 107, 108, 109; Ahmed b. Hanbel, III, 293, 312, 382.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/550.

[157] Buharî, tıb 19, 25, 45, 53; Müslim, selâm 101-103, 106, 108, 109; Tirmizî, kader 9; İbn Mâce, tıb 43; Muvatta, ayn 18; Ahmed b. Hanbel, I, 269, 338, 400, II, 268, 327, 397, III, 382, 450.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/550-551.

[158] Ahmed b. Hanbel, 1, 269, III, 382.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/551.

[159] Buharı, tıb 44, 54; Müslim selâm 111,112; Tirmizî, siyer 47; İbn Mâce, tıb 43; Ahmed b. Hanbel, II, 507, III, 118, 130, 154, 173, 178, 251, 276, 278.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/551-552.

[160] Tecridi Sarih Terceme ve Şerhi, XII, 91, 1927 nolu hadis.

[161] Buharı, merzâ 19; Ahmed b. Hanbel, II, 443; Tecrid-i Sarih, 1927 nolu hadis.

[162] Davudoğlu, A, Sahih-i Müslim Terecine ve Şerhi, IX, 668.

[163] Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, U, 741, 743.

[164] Kamil Miras, Tecrid-i Sarih Tercenıe ve Serin, XII, 93, had. no: 1827.

[165] Davudoglu A, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 667.

[166] Kâmil miras, Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, VIII, 187, had. no; 1165.

[167] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/552-555.

[168] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/555.

[169] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/555-556.

[170] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/556.

[171] Ahıned b. Hanbel, I, 257, 304, 319, V, 347.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/557.

[172] Ahmed b. Hanbel, II, 289, VI, 150, 240, 246.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/557-558.

[173] Buharî, cihad 47, nikâh 17, tıb 43, 54; Müslim, selâm 115-120; Tirmizi, edeb 58; Nesâî, hayl 5; İbn Mâce, nikâh 5; Muvatta, isti'zan 22; Ahmed b. Hanbel, II, X, 36, 115, 126.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/558.

[174] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/559.

[175] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/559.

[176] Tirmizî, et'ime 19; İbn Mâce, tıb 44.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/560.

[177] Bu hadis için bk. İbn Kuleybe, Hadis Müdafaası, 145.

[178] Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 675-676.

[179] İbn Mâce, tıb 44; Ahmed b. Hanbel, I, 78, 233.

[180] Buharı, tıb 19; Ahmed b. Hanbel, II, 443.

[181] Müslim, selâm 126; İbn Mâce, tıb 44.

[182] Hadisde Nâsih Mensuh, 297.

[183] bkz. 3911 numaralı hadis.

[184] eş-Şerkavî Abdullah b. Hicazı, Fethu'l-Mübdî bi şerhi Muhtasarı’z-Zehîdî, 111, 292.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/560-563.

ceren
Sat 9 July 2016, 02:29 pm GMT +0200
Esselamu aleykum.Ne ugursuzluk nede bulasma gibi batil inanclar dinde yoktur.Rabbim bizleri bu batil dusuncelerden uzak eylesin inşallah...

damla6d
Sat 9 July 2016, 04:02 pm GMT +0200
#Esselamu alehkjm..Ugursuzluk gibi bir sey yokur.Bu bir batil inanctir..Ne llursa olsun,ne gerceklesirse gercekleşsin hepsi Allah a.c. nkn izninde olan seylerdir..Rabbimbizi boyle inanclardan uzak eylesin insallah..Rabbim razi olsun..#

Bilal2009
Sat 9 July 2016, 04:45 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam ve rahmetüllah. Rabbim bizleri her şeyi hayra yoran ve uğursuzluğa inanmayan kimselerden eylesin. Rabbim paylaşım için razı olsun.

HALACAHAN
Sat 9 July 2016, 07:50 pm GMT +0200
Selamun aleykum ..Ugursuzluga inanmak sirktir.Allah muhafaz eylesin ..Zaten boyle bir seye tamah etmemek gerekir..Insanın psikolojisinde hiç iyi durumda olmuyor..Biz duamizi yapariz ve Rabbimize göndeririz..Sonrası için herşey mükemmel olur..

yagmur_7-c
Sat 9 July 2016, 10:59 pm GMT +0200
Ve aleykum selam
Uğursuzluğa inanmak bir tur şirketi....Her insanin başına.mutlaka bir uğursuzluk. sezgisi gelmiştir....Ama insan.bunu tevekkule çevirebilir ,hurafeler de ....Rabbim tevekkule cevirenlerden etsin inşallah....

halim
Tue 19 July 2016, 06:07 pm GMT +0200
Allah razı olsun

Rüveyha
Tue 19 July 2016, 07:12 pm GMT +0200
Ve aleykumusselam..Müslüman kişi uğursuzluğa inanmamalı,böyle bir şeyi de Efendimiz yasaklamıştır..Rabbim İslâmî hakkıyla yaşamayı nasip eylesin İnşaAllah

HALACAHAN
Fri 22 July 2016, 05:47 pm GMT +0200
Dinimizde ugursuzluga  inanmak sirktir..Allah bu duygulara dusmekten korusun hepimizi ..