- Türkiye’nin zorlu Suriye sınavı

Adsense kodları


Türkiye’nin zorlu Suriye sınavı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 24 July 2012, 02:13 pm GMT +0200
Türkiye’nin zorlu Suriye sınavı
Hayri YILDIZ • 79. Sayı / DÜNYA


Suriye’de beş aydan uzun bir süre önce başlayan muhalif gösteriler ülkeyi yaklaşık kırk yıldır yönetmekte olan Baas rejimi tarafından bir ölüm kalım mücadelesi şeklinde yorumlandı. Bu tutum dolayısıyla da siyasi ve hukuki bazı taleplere karşı askeri yöntemlerle cevap verilmeye çalışıldı. Böylesi bir yaklaşım ise, Baas yönetiminin zayıf olan toplumsal temellerinin daha fazla sorgulanmasına neden oldu. Değişim taleplerine silahla karşılık verilmesi pek çok ülke ve uluslararası kuruluş tarafından eleştirilmesine rağmen, Suriye yönetime karşı ciddi bir yaptırım uygulanması noktasında ortak bir tutum oluşturulamadı. Batı ülkeleri büyük ölçüde Esad rejimine karşı eleştirel bir tutum içerisinde olsa da, Rusya ve Çin gibi diğer büyük güçlerin tavırları, BM nezdinde bağlayıcı sonuçları olacak bir kararın önündeki en önemli engeli oluşturuyor. Ayrıca Arap dünyasının tutumu yekpare bir özellik göstermedi. Son yıllarda Suriye’yi İran’ın etkisinden uzaklaştırmak için ciddi bir çaba harcayan ve Şam yönetimi ile yakınlaşma siyaseti izleyen Suudi Arabistan elçisini Riyad’a görüşmeler için çağırarak bir mesaj verirken, büyük ölçüde İran’ın etkisi altında hareket ettiği izlenimini veren Irak Başbakanı Maliki ise, rejimin tutumunu onaylar bir politika içerisindeydi.

Yaşanan ölümler ve insani dram sonrasında pek çok kişinin gözü Türkiye’nin üzerindeydi. Son on yıl içerisinde Suriye ile ilişkilerini ciddi bir şekilde dönüştüren ve önemli bir yakınlaşma sağlayan Türkiye’nin Suriye yönetiminin tavrından açıkça rahatsız olduğu çeşitli kademelerde yapılan açıklamalarla ortaya konuldu. Suriye’de ortaya çıkan talepler ve Şam yönetiminin bunlara verdiği tepki Ankara için çeşitli zor kararları beraberinde getirdi. Bir yandan çeşitli baskılara rağmen inşa edilen ve her iki taraf için de olumlu sonuçları açık olan ilişkilerin bozulması durumu, öte yandan halkın meşru taleplerine cevap vermek yerine bunları silahla bastırmaya çalışan bir yönetimle ilişkisini sürdürmenin zorluğu. Bu noktada Türkiye, politikasını büyük ölçüde “düzenli değişim” şeklinde tanımlanabilecek bir çerçeve içerisinde yürütmeye çalıştı. Başlarda Esad yönetiminin adım atabileceği ve sistemi aşamalı bir biçimde dönüştürebileceğini düşünen Ankara’nın umutları yavaş yavaş kayboldu ve Şam yönetimine karşı kullanılan dil sertleşti. Bu sert tutum dolayısıyla Türkiye’ye karşı Şam’dan gelen sinyaller de sertleşmeye başladı. İki ülke arasında gergin bir ortam oluştu. Yönetim bu noktada Türkiye’nin kendisine reform ve “halkın taleplerine cevap ver” çağrıları nedeniyle rahatsızken, rejim muhalifleri de Esad yönetimi ile iplerin neden hâlâ koparılmadığı eleştirisi yaparak Türkiye’ye Şam yönetiminden tamamen uzaklaşma çağrıları yapıyordu. Türkiye ise, diğer önemli komşusu Irak’ın işgali sonrasında kendisi ve bölge için ortaya çıkan sorunları dikkate alarak, halen devam etmekte olan Libya örneğinde hızla ve çok da düşünmeden karar alan ülkelerin daha sonra karşı karşıya kaldıkları problemlerin bilincinde olarak, daha dikkatli bir politika izledi. Her iki taraftan gelen tazyiklere rağmen, Ankara baştan belirlediği prensipler etrafında, Suriye halkının çıkarlarını da dikkate alan bir politika izlediğini çeşitli defalar dile getirdi.

Türkiye’nin çeşitli eleştirilere rağmen Esad yönetimi ile ipleri hemen atmamasında Irak deneyiminin büyük etkisi var. Özellikle işgal sonrasında ortaya çıkan mezhep çatışması ve iç savaş görüntüsünün tekrarlanma ihtimali, aslında Türkiye kadar diğer pek çok devleti de endişeye sevk ediyor. Bu bağlamda Suriye’deki halk ayaklanmalarına karşı askerî güç kullanan Şam yönetimin İran’dan ciddi şekilde destek alması sonrasında, bölgede bir Sünni-Şii ayrışması görüntüsü oluşmaması bakımından Türkiye’nin politikasını çok daha dikkatli bir şekilde oluşturması gerekiyordu. Bu noktada Dışişleri Bakanı Davutoğlu, İran’a yaptığı ziyarette yaşanan gelişmeleri gayet açık bir şekilde İranlı muhatapları ile ele aldıklarını söylüyordu. Suriye’nin karmaşık mezhepsel yapısı, ülkede ortaya çıkabilecek bir kaosun sadece Suriye ile sınırlı kalmayabileceği, bölgesel yansımalarının da olabileceği ihtimalini ortaya çıkarıyor, bu ihtimal de Türkiye gibi aktörleri daha dikkatli bir tavra itiyordu. Bir anlamda sırtında yumurta küfesi olmayan diğer bazı ülkeler ve aktörler ise, Esad yönetimine karşı daha sert bir tutumu savunuyorlardı.

Türkiye’nin bölgesel politikalar bağlamındaki kaygılarının yanı sıra, kendi ulusal çıkarları da onu yaşanan ölümlere rağmen dikkatli bir tavra itiyordu. Her şeyden önce uluslararası hukuk bakımından egemen bir devlet olan Suriye’ye karşı herhangi bir hukuki zemini olmayan bir adımın komşu bir ülke tarafından atılması pek mümkün değil. Ayrıca, Türkiye’nin ekonomik ve askerî çıkarlarının da, Suriye yönetiminin hemen devrilmesinden yana olmayacağı ortada. Yerine nasıl bir yönetimin hangi süreçte gelebileceği noktasında öngörülebilir bir alternatif söz konusu değilse, Türkiye’nin Mısır’daki kadar hızlı bir tavır geliştirmesini beklemek doğru değil. Tüm bu unsurlara rağmen Türkiye, insani kayıplar noktasında sessiz kalmayarak Esad yönetimini çeşitli yollardan uyardı ve halkın taleplerine cevap veren bir tavra davet etti. Askerî bir müdahaleye ise, Irak örneğine vurgu yaparak karşı olduğunu dile getirdi. Bu noktada, Türkiye’yi Şam yönetimine karşı daha sert bir tutum izlemeye davet edenlerin, böylesi bir müdahale durumunda onu imparatorluk özlemleri içinde olmakla eleştirmeyeceklerini kimse iddia edemez. Bu tehlikenin farkında olarak ve uluslararası hukukun kendisine çizdiği sınırların bilincinde hareket ederek, Türkiye komşusu Suriye’deki değişim taleplerinin barışçı yollarla sonuca ulaşması için çaba harcamaya devam ediyor. Bu çabaları takip ederken, yaşanan gelişmelerin Ankara için çok ciddi siyasi zorluklar ürettiğini, siyasi ve ekonomik olarak ciddi sonuçları olacak kararlar almaya ittiğini de unutmamak gerekiyor.