- Türkiye’de Yapıcı Muhalefet Sorunu

Adsense kodları


Türkiye’de Yapıcı Muhalefet Sorunu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 5 June 2012, 10:44 am GMT +0200
Türkiye’de Yapıcı Muhalefet Sorunu
Ömer ÇAHA • 56. Sayı / GÜNDEM


Türkiye’de muhalefetin, olgun demokrasilerin muhalefetinden beklenen “yapıcı” ve “alternatif” programlar geliştirici bir tavır içinde olmadığını söylemek yanlış olmaz. Muhalefet hükümete karşı alternatif programlar geliştirerek iktidara talip olmak yerine, hükümeti yıpratarak onun enkazı üzerinde varlık alanı açmaya çalışıyor.

Siyaset söz konusu olduğunda yazıp çizen herkesin üzerinde anlaştığı konulardan biri de Türkiye’de ciddi bir muhalefet sorununun olduğu gerçeği. Türkiye’de muhalefet sorununa işaret edenlerin bir kısmı, muhalefetteki siyasi partilerin hükümet politikalarına karşı yeterince muhalefet edemediklerinin altını çiziyorlar. Dolayısıyla muhalefetin daha sert olmasını, daha sert bir söylem geliştirmesini ve hükümeti frenleyici adımlar atmasını bekliyorlar. Bu beklentinin muhalefetteki bazı liderlerin söylemlerinde etkili olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal’ın sert ve hırçın söyleminin bu tür beklentilerle bağlantılı olduğunu söylemek mümkün.

Türkiye’deki muhalefet sorununun bununla bağlantılı olduğunu düşünmek çok doğru değil. Muhalefetin sert, hırçın, yıpratıcı bir duruş ve söylemden çok başka yerlerde sorunlu olduğu görülüyor. Demokratik rejimlerde muhalefet her şeyden önce hükümetler üzerinde bir denetim işlevi görür. Hükümetlerin yanlışlarını gösterir, ancak doğrularını teşvik edici ve bu anlamda yapıcı pozisyon takınarak hükümeti cesaretlendirir. Muhalefet bununla birlikte hükümetin daha ilerisinde yer alan plan ve programlar hazırlayarak bir dahaki dönemde iktidara gelme hazırlığı yapar.

Aslında demokratik sistemlerde muhalefet pozisyonu, muhalefette yer alan partiler için dinlenme, yenilenme, hazırlık yapma ve kendini geliştirme bakımından bir fırsat. Muhalefet pozisyonu, muhalefetteki partilere kendilerini hükümete taşıyacak program ve hedefleri geliştirme şansı sunuyor. Hükümet etmek nereden bakılırsa bakılsın bir siyasi parti ve kadroları için yıpratıcı ve yorucu. Hele Türkiye gibi iktidar çatışmalarının yoğun biçimde yaşandığı, siyasi iradenin bürokratik iradeyle ciddi bir debelenme içinde bulunduğu, yolsuzlukların ve istismarların yaygın olduğu, ciddi ekonomik ve toplumsal sorunların bunaltıcı biçimde hissedildiği ülkelerde yönetme işi çok daha yıpratıcı. Hükümetler bir yandan ülkenin müzminleşmiş devasa sorunlarıyla uğraşırken, bir yandan da başta muhalefet ve medya olmak üzere tüm muhalif unsurların yoğun eleştirilerini göğüslemek zorundalar. Oysa muhalefetin bu tür bir sorumluluğu yok. Ülkenin müzmin sorunlarından sorumlu tutulan muhalefet değil, hükümetlerdir. Muhalefet pozisyonu bu bakımdan hükümet pozisyonuna göre daha az yıpratıcı. Muhalefetteki partiler, hükümetlerin yanlışlarından ve eksiklerinden dersler çıkarıp alternatif program ve hedefler geliştirmek ve bunları seçmene sunarak buradan iktidara uzanmak için büyük bir imkâna sahipler.

Muhalefetteki partilerin iktidara karşı alternatif olabilmeleri için iktidar partisini aşan nitelikte programlar geliştirmeleri gerekiyor. Hükümetteki partiden daha fazla demokrasiye vurgu yapmaları, daha başarılı ekonomik politikalar geliştirmeleri, insan haklarına daha fazla gönderme yapmaları, şeffaf ve katılımcı siyaseti daha fazla talep etmeleri, toplumsal beklentilerin sisteme aktarılması konusunda daha aktif davranmaları; kısaca daha fazla değişimci, yenilikçi ve ileriye dönük adımları programlaştırmaları gerekiyor.

Demokrasilerde iktidar mücadelesi aslında bir piyasa ekonomisindeki ekonomik aktörlerin kazanç elde etme mücadelesinden farklı değil. Nasıl ki ekonomik aktörler ellerindeki malı piyasaya sürerek satmaya çalışıyorsa, siyasi partiler de bir bakıma hedef ve programlarını halka sunarak onların desteğini almaya çalışıyorlar. Şayet ekonomik aktörler teknolojilerini yenilemek ve kaliteli malı ucuz fiyata üretmek yerine rakiplerini hırpalamaya dönük bir strateji takip ederlerse, hiç kuşkusuz piyasa şartlarında kaybedeceklerdir. Gerek ekonomik alanda yer alan tüketicilerin, gerekse siyaset sahnesinde yer alan seçmenlerin “rasyonel” aktörler olduklarını unutmamak gerekiyor. Tüketici nasıl ki kaliteli malı ucuz fiyata alma yeteneği ve becerisine sahipse, aynı şekilde seçmen de siyasi partilerin ürettikleri programları ve hedefleri rasyonel olarak seçme kapasitesine ve becerisine sahip. Kuru kalabalık, kavga ve gürültü ne tüketiciyi, ne de seçmen kitlesini cezbediyor. Belli düzeyde demokratik tecrübeye ve olgunluğa erişmiş olan seçmen kitlesini bu tür stratejilerle kazanmanın imkânı yok.

Şimdi bu çizilen çerçeveden hareketle Türkiye’deki muhalefet partilerini kısaca analiz edelim. Sağın merkezinde yer alan ANAP ile DYP’nin bugün için bir muhalefet konumunda bile bulunduklarını söylemek zor. Siyaset ne yazık ki bugün için bu iki partiden neredeyse yoksun biçimde yürüyor. Diğer küçük partileri hesaba katmazsak analiz etmeye değer üç parti olarak geriye CHP, MHP ve DTP kalıyor. Konuya CHP açısında bakıldığında gerçekten çok karamsar bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. 12 Eylül sonrasındaki son yirmi beş yılın CHP’sine bakıldığında hem dünyayı, hem de Türkiye’yi anlamaktan uzak, çelişkilerle dolu, çatışmacı, kavgacı, statükocu, gelgitlerle ve zikzaklarla dolu bir parti profiliyle karşılaşıyoruz. CHP’nin sözünü ettiğimiz yirmi beş yıllık süre içinde Türkiye’nin gündemine sokmayı başardığı, ülkenin ufkuna katkıda bulunan, Türkiye’nin geleceğine olumlu destek sağlayan tek bir açılımının olduğunu söylemek oldukça zor. Uzun süre laiklik ve rejim üzerinden gergin ve çatışmacı bir siyaset güden bu parti, AK Parti hükümetleri döneminde konumunu AK Parti ne yaparsa onun karşısında yer almak şeklinde belirledi. Dolayısıyla CHP, siyasette belirleyen, başka bir deyimle pro-aktif bir pozisyon değil, aksine atılan adımları engellemeye dönük reaktif bir pozisyon geliştirdi ve bu yönüyle siyasetin önünü tıkayan bir konumda bulunuyor.

Benzer bir tutumun MHP açısından da geçerli olduğu görülüyor. MHP, Türkiye’nin köklü iç ve dış sorunları konusunda reaksiyoner bir tutumun ötesinde herhangi bir politika geliştirmiyor. Kıbrıs, Ermenistan, Avrupa Birliği gibi dış konulardaki olumsuz tutumunu Kürt sorunu gibi iç politika alanında da gösteriyor. Bu konuların hiçbirinde ülkenin genel çıkarlarını dikkate alarak yapıcı bir tavır sergilemiyor ve olumlu bir katkı yapmıyor. Muhalefet konumundaki MHP üstelik bazı konularda hükümette iken attığı adımların tersi adımlar atıyor. Bunun tipik örneklerinden birini Kürt açılımı konusundaki tutumunda görüyoruz. Kürt açılımına karşı “ülkenin bölüneceği” gibi bir varsayımla veryansın eden MHP, hükümette bulunduğu 2002 yılında birinci ve ikinci uyum paketlerinin Meclis’ten geçmesine yeşil ışık yakmıştı. Oysa bu paketler Kürtçe’nin öğrenilmesi ve öğretilmesi ile Kürtçe dilinde yayın yapılmasını serbest bırakmaktaydı. O tarihlerde bu tür düzenlemelere geçit veren MHP, bugün bu konuda atılacak iyileştirme adımlarına ülkeyi böleceği gerekçesiyle şiddetle muhalefet ediyor. Bu muhalefetinin CHP’ninki gibi hükümete karşı reaksiyoner bir tutumdan kaynaklandığını söylemek yanlış olmaz.

Bugün özellikle Doğu ve Güneydoğu’da kilit parti konumuna gelmiş bulunan DTP’nin bu iki partiden farklı olmayan bir muhalefet tarzı sergilediğini söyleyebiliriz. DTP, Kürt sorunu konusundaki açılımı, kendisinin var olma zeminini zayıflatacağı endişesiyle kösteklemeye çalışıyor. Parti liderinin açılımın yanında kerhen de olsa yer alma tavrı partinin bazı milletvekilleri ve yöneticileri tarafından sabote ediliyor. DTP, Kürt sorunu konusundaki açılımda Abdullah Öcalan’ı adres göstererek açılıma karşı ayak diriyor ve bu politikaya köstek oluyor. DTP de diğer iki parti gibi hükümette bulunan AK Parti’yi yıpratarak, hükümetin bölgeye yönelik çözüm adımlarını sekteye uğratarak Doğu ve Güneydoğu’daki varlığını sürdürmeye çalışıyor.

Kısaca, Türkiye’de muhalefetin, olgun demokrasilerin muhalefetinden beklenen “yapıcı” ve “alternatif” programlar geliştirici bir tavır içinde olmadığını, aksine hükümeti hırpalamak üzere konumlandığını söylemek yanlış olmaz. Muhalefette yer alan partiler hükümete karşı alternatif programlar geliştirerek iktidara talip olmak yerine, hükümeti yıpratarak onun enkazı üzerinde varlık alanı açmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken ülkenin genel geçer çıkarlarını göz ardı edebildikleri gibi geçmiş politikalarıyla da rahatlıkla çelişiyorlar. Bu tarz bir politikanın, muhalefeti rasyonel davranan bir seçmen kitlesi nezdinde yıpratacağı gibi siyasetin de genel geçer güvenirliğine ve meşruiyetine gölge düşüreceğini unutmamak gerekiyor.