- Türkiye’de en mağdur kitle dindarlar

Adsense kodları


Türkiye’de en mağdur kitle dindarlar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ehlidunya
Thu 6 October 2011, 04:06 pm GMT +0200
Türkiye’de en mağdur kitle dindarlar
   
Türkiye’de İslâmî görünürlülüğün artması ve Müslümanların zenginleşmesi tartışmalara sebep oluyor. Bir taraftan din bizi geri bıraktı diyenler bir taraftan da dindarların zenginleşmesini eleştiriyorlar. Zengin olup adil bir düzen kurmak mümkün mü? Türkiye eskisine göre daha kötü bir yere mi gidiyor? Kürt sorunu nasıl çözülebilir? Bu soruları siyaseti yakından takip eden Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu’na sorduk.
 

Türkiye’nin genel gidişini demokratik açıdan nasıl buluyorsunuz?

Genel olarak ülkenin demokrasisinin, ekonomisinin ve toplum olma halinin giderek iyileştiği kanaatindeyim. Türkiye toplum olamamış bir toplum. Kemal Karpat “Evlâdım bizim ülke öbek öbek çiçeklerden oluşan bir tarla” demişti. Bu tarlanın insanları birbirleriyle temas etmiyorlar veya çok zayıf temasları var. Halbuki kendilerini aynı hissetmeleri “Biz” demeleri gerekir. Şunu da söylemek lâzım ki son dönemlerde toplum olma hali gelişiyor.

Toplum olma durumunu geciktiren şey nedir?

Osmanlı İmparatorluğu milliyetçilik anlayışından uzak farklı etnik ve inançlardan oluşan millet yapısına sahipti. Ulus devlet anlayışının icadıyla Osmanlı yıkılıyor. Cumhuriyeti kuran kadro bu yıkılışta Anadolu’yu ve Müslüman temelinde bir araya gelmiş insanları kurtarmayı düşündüler. Fakat öngördükleri yapı homojen bir ulustu. Ve farklılıkların yok edilmesine yönelik Türk milliyetçiliği gelişti. Ekonomik olarak ise 1929’dan sonra devlet kontrolünde bir sisteme geçildi. Bu zaman içinde yabancı sermaye ülkeden uzaklaşmak durumda kaldı. Bunun yerine İş Bankası çerçevesinde gelişen bir ekonomi oluştu. Tek parti yönetiminde Osmanlı bakiyesi topluma bir gömlek giydirilmeye çalışıldı. Demin söylediğim gibi bu Türk Milliyetçiliğiydi. Toplumu zaptu rapt altına almak gerektiğini düşünen  anlayış hakimdi.

Daha özgürlükçü bir yapı oluşturmak mümkün değil miydi?

Birinci Meclis yapısı daha özgürlükçü daha az devletçi daha fazla piyasacı bir yapıya sahipti. M. Kemal böyle bir yapının uzun süreli ve güçlü olmayacağını düşünüyordu. Bir de Müslüman kimliğin siyaset içindeki muhtemel rolünden rahatsız olunuyordu. Bir siyasî kimlik olarak Müslümanlar iktidara gelip Batılı bir yönetim biçiminden çok şeriat devleti örgütlenmesi kurma ihtimali bazı insanları rahatsız ediyordu.

Osmanlı’nın İran gibi bir devlet olmadığı ortada. Şeriat geliyor demek biraz oryantalist bir bakış değil mi?

O zamanlar da  bugünkü gibi Müslüman kesimin iktidara gelmesinden rahatsız olanlar var. Siyasal ve ekonomik olarak alınan model ise Batıydı. Batılı sistemi aldığınızda Batılı olmuyorsunuz sadece Batılı sistemleri almış bir toplum oluyorsunuz. Zaten Türkiye’nin serüvenine  baktığınızda bu süreç ağır aksak giden, ilerleyen bir süreç. Bir sistem alıyoruz kendimize uyduruyoruz. Sistemin Batıdaki çalışma tarzında ürettiği verimliliği burada yakalayamıyoruz. Şöyle bir sonuca geldim. Gelişmişlikle geri kalmışlık arasındaki açık herhangi bir zamanda herhangi bir açık değil. Bu  tamamen zihniyetle ilgili bir mesele.

Ülkenin çoğunluğunun Müslüman olduğu düşünüldüğünde kendine uymayan bir gömleği zorla giydirmek doğru muydu?

Laik kesimdeki “Gelişmemizin nedeni Müslümanlıktır, dindarlıktır, çünkü din toplumu kaderci yapıyor” şeklindeki anlayışa katılmıyorum. Kadercilikle suçlanan insanların ülkenin kaderini değiştiriyor olması kaderin bir cilvesi olsa gerek. Devlet kurulduğunda Müslümanlar Diyanet İşleri aracılığıyla temas edilmesi gereken kesimler olarak algılandı. Müslümanlar Diyanetle zaptu rapt altına alındı. Dindarlar ekonomiden de uzaklaştırıldı. Daha çok devlete yakın kesimler desteklendiler, ödüllendirildiler. 29’dan 60’a kadar ithal ikamesi modelle kendine uygun bir özel sektör yaratıldı. Bir yandan ucuz krediler, ucuz iş gücü sağlanıyor, yüksek gümrük duvarlarıyla rekabetin gelişmesi önleniyor ve iç pazar belli bir kesime hazırlanıyordu. Dindarlar esnaf ve zanaatkâr olarak kaldılar. 80’lere gelindiğinde ise Özal, gümrük duvarlarını indirerek dışa açılma politikası uyguladı. Kotalar kaldırıldı, tarifeler değiştirildi. Dolayısıyla rekabet arttı, ihracata büyük teşvikler verildi. Bu sistemi uyanık üç kâğıtçılar kullanmış olabilir, ama esas itibariyle ihracat yapmayı özendiren bir sistem getirildi. Organize sanayi sistemi geliştirilerek orta ve küçük ölçekli Anadolu işletmelerinin önü açıldı. Artık dindar insanlara aktör olma hakkı tanınıyordu. Bundan önce devletin koruması altındaki sermaye ülke için yatırım yapılması gereken tasarruflarını kendi bankalarında toplayarak bunları kendi şirketlerine düşük faizlerle borç verebiliyorlardı. Böylelikle kârlarını ve egemenliklerini katlıyorlardı. Bugün gelinen noktada Anadolu sermayesi bu yapıyı değiştirmiştir. AK Parti’de bu yeni sermaye grubunun üstünde yükselmiştir. Bu birebir bir ilişki değildir.

Dindarların zenginleşmelerini eleştiren bir laik kesim var. Siz dindarların zenginleşmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Ben şuna inanıyorum; insanlar dünyaya bir kere geldikleri için mutlu yaşamak istiyor. Bu mutluluğu yakalamak içinse toplumların kaderlerine kendilerinin karar vermesi gerekir. Ancak bunun piyasayla olmayacağı açık. Kapitalizmin en ciddî sıkıntısı az sayıda insanın çok sayıda insanın hayatıyla ilgili kararlar almasıdır. Bu da hata yapılması yüksek bir mekanizma doğuruyor. Kapitalizm ekonomik olarak etkin bir ekonomi olabilir, ama sosyal olarak etkin bir ekonomi değildir. Ekonomik kararlar toplumun geneli tarafından alınmalıdır. İslâm’ın buna uygun olduğunu düşünüyorum, çünkü istişare, meclise açık bir yapısı var. Anladığım kadarıyla Kur’ân’ın eşitlikçi bir anlayışı var. Hz. Muhammed’in içine doğduğu ve Müslümanlığı yaydığı toplumsal yapı komünal, aşiretlerin olduğu toplumsal yapı. İbni Haldun toplumların insanlar gibi doğup büyüyüp öldüğünü söyler. Toplumlar büyüme aşamasında sınıflaşırlar. Bu da yalanın, para ve silâhın icadı demektir. Hz. Muhammed’in (asm) içine doğduğu toplumsal yapı batmakta olan bir toplumsal yapıydı. Ve zulme uğrayanların, zayıf olanların güçlenmesine yönelik bir düşünce önermiştir. Dolayısıyla esasında dindarlığın refah düzeyi yüksek bir toplum olmanın birbiriyle çeliştiği kanaatinde değilim. Kendi düşünce yapım itibariyle sosyalist düzene uygun bir yapı olduğunu da düşünüyorum.

Konuşmanın başında toplum olabilmekten bahsetmiştik. Aslında toplumda farklı görüşteki insanların ortak değerlerini ortaya çıkarmak gerekir galiba?

Ben sosyalizmi adil olmayan bir düzene ‘Hayır’ demek olarak algılıyorum. Marks kapitalizm kendi içindeki zafiyetlerine işaret etmiştir. O çağın bir ürünü olarak insanlar pozitivizm nedeniyle her şeyi açıklama gücüne sahip hale gelmiştir. Halbuki böyle bir şey yok. 68 kuşağı insanı olarak hayat çok kısa zamanda bize öğretti ki Marksizm her şeyi açıklama gücüne sahip değil. Bu yaşanmışlıklardan sonra geriye ne kaldı derseniz sosyalizmin önerdiği değerlerin doğru olduğunu düşünüyorum; “eşitlik, özgürlük, adalet”. Ancak bunlar Müslümanlıkta da olan erdemler. Müslümanlarla geçmişteki kavgalarımızın nedeni bizim biraz isyankâr olmamızdan kaynaklanan bir durumdu. Ancak Müslüman bir bilim adamı olan arkadaşım soldan devletin ne olduğunu öğrendik demiştir.

Seküler düşüncedeki insanların Müslümanlıkla ilgili yanlış bilgileri olduğunu düşünüyor musunuz?

Laik kesim ataerkillikle İslâm’ı birbirine karıştırıyor. İslâm ataerkilliği ve terörizmi onaylamıyor. Nihayetinde modern bir insan da ataerkil tavırlar içine girebilir. Bu konuda Müslümanlara haksızlık yapıldığını düşünüyorum.
 
KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ, DAHA FAZLA DEMOKRASİ

Kürtlerini temsil ettiğin söyleyen hareketin meclise gelmemesini sorunlu buluyor musunuz?
Kürt siyasetinin problemli olmasının nedeni şiddet içeren bir siyaset olması. Bir diğer nedeni ise devletin uzun yıllar uyguladığı baskı, şiddet ve belki de savaş ortamı. Şahsen prensip olarak Kürt siyasetinin hata yapma hakkı olduğunu düşünüyorum.
Meclis dışında çözüm aramak Ergenekon yapılanması karşısında özgürlükçü ve barışçı insanların projesini zora sokmuyor mu?
Gayet tabi. Siyaset bilimi ulus devlet içinde azınlıkta olanların nasıl bir siyaset izleyeceğinin çoğunluğun demokrasi anlayışına bağlı olduğunu söyler. Özgürlükçü bir demokrasi de azınlıkta olanlar da çoğulculaşıp demokratikleşmek durumunda kalıyor. Ama çoğunluk ne kadar baskıcı ise azınlıkta olanlar da o kadar içene kapanıyor ve kol kırılır yen içinde kalır mantığını geliştirmeye başlıyor. Kürtlerden demokratik bir tavır bekliyorsak demokrasimizi daha da geliştirmemiz lâzım.
Her demokratik gelişmeyle birlikte ülkenin bölüneceği fikirleri ve korkuları artıyor?
Liberal demokrasilerde her an ayrılabilir gibi duran bir azınlık meydana getirirsiniz. Sağlıklı olan da budur. Çünkü gönüllü bir birlikteliği sağlar. Çekler ve Slovaklar ayrıldılar, ancak şu an birleşmeye çalışıyorlar.
Yeni anayasa sürecinde meclis dışı kalmak siyaseten mantıklı görünüyor mu?
Yeni anayasa tartışmalarının Kürt meselesi etrafında döneceğini düşünürsek vekillerin meclis dışında kalması saçma sapan bir siyasetin ürünüdür. Hatip Dicle konusunda haklı olduklarını da eklemek isterim. Ben Kürt özgürlük hareketinin kendi başına yapılabileceğinin sınırlı olduğunu düşünüyorum. Kendi kimlikleriyle çok ilgililer diğer kimliklerle bağlantı kurmuyorlar. Türkiye’de en geniş mağdur kitle dindarlar, ikinci mağdur kitle ise Kürtler. Kendilerini mağdur eden güce karşı ortak hareket etmelerinin daha isabetli olduğunu düşünüyorum. Kürt siyasetçiler bunu yapmaktansa saçma sapan bir yola girdi. Ak Parti’yi tamamen karşısına aldı. Bunu doğru ve üretken bulmuyorum. Bu siyasetten bir şey çıkmaz.
İki siyaset arasında bir güvensizlik olduğunu düşünüyor musunuz?
PKK’nın silâhsızlanması lâzım. Ak Parti’nin attığı her adımı kendilerinin tasfiyesi olarak görüyorlar. Zaten silâhlı yapılanmanın da tasfiye olması gerekiyor. KCK operasyonu ve Habur’da yaşananlar iki tarafın güvensizliğini pekiştirdi. Ancak hükümetin jest yapması gerektiğini düşünüyorum. Bu sorunun yumuşaması ve problemin çözümü konusunda irade göstermesi gerekir. Erdoğan’ın "Kürt sorunu yoktur" diyerek duygusal davrandığını düşünüyorum. Öbür taraftan ise Öcalan’ın Mandela olmadığını bilmek ve Kürt siyasetinin çok fazla silâha bulaştığını da görmek lâzım.
Son dönemde özerlik ilân edilmesini nasıl yorumluyorsunuz? Bengi Yıldız’ın vergi verilmemesi gibi açıklamaları oldu…
Emine Ayna demokratik özerkliğin tartışılamaz olduğunu söyledi. Dalga mı geçiyorlar? Bunlar amacını aşan sözler. Bu insanların haklı istekleri var, ancak bunu haklı araçlarla ortaya koyamıyorlar. Türkiye uzun zamandır savaşın içinden geçerek geliyor. Bunun yanında temsili demokrasinin meşrûiyet alanı daraldı. Artık özerklikle ifade edilebilecek bölgesel bazda yapılanmaya ihtiyaç var. Bu ihtiyaç Türkiye’nin her bölgesi için geçerli. Ancak mağdur olan bölgelere pozitif ayrıcalıklar tanınabilir. Aslında bunun yolu Ak Parti’nin kadük kalan kamu yasası reformunda var. Artık tekçi ulus devlet anlayışından çıkıp katılımcı demokrasiye geçmek gerekir.
Kendini özgürlük hareketi olarak tanıtan Kürt siyasetçilerin PKK’nın bölgedeki  farklı kesimlere baskısını eleştirmemesini nasıl yorumluyorsunuz?
Bunların panzehiri daha fazla demokrasi. Daha fazla demokrasi Kürtleri de farklılaştıracaktır. Bölge de herkesin PKK gibi düşünmesi düşünülemez. Bölge de solcu, liberal, dindar bir çok Kürt var. Biz solcular işçilerle işverenler arasında bir tartışma olduğunu söyleriz. Peki Kürt işverenler ve işçiler arasında böyle bir tartışmayı duydunuz mu? Kendilerine yapılan baskı karşısında birleşiyor. Demokrasi geliştikçe bu tür konularda tartışmaya açılacak.
Önümüzdeki dönem öngörünüz ne?
Tüm bu tartışmalara rağmen karamsar olmayı gerektiren bir şey olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’nin sorunlarının çözümünde AB standartlarının kriter olduğunu düşünüyorum. Türkiye sorunlarını öncelikli olarak konuşmaya başlayarak çözebilir. Konuşmaya başladıkça çözüm kendi kendini gerçekleştirecektir.
 
H.Hüseyin Kemal