hafiza aise
Tue 29 May 2012, 11:47 am GMT +0200
Türkiye ve İsrail: Yumuşak ve kaba güçlerin bölgesel yarışı
Cüneyt YENİGÜN • 57. Sayı / DİĞER YAZILARDış politika genellikle güç konsepti üzerine kuruludur. Ancak meşruiyet temelli de olması gerekir. Aksi takdirde politikacılar silinip giderler. Tıpkı hiçbir meşruiyet ve hukuk dayanağı olmayan Irak işgalini başlatan George Bush ile Kurşun Dökme işgalini yürüten Ehud Olmert gibi.
Türkiye’nin Ekim ayında Ermenistan, Lobi, ABD, AB, Rusya ve Azerbeycan altıgeninde yürüttüğü başarılı Ermenistan politikası, İsrail ilişkilerindeki tırmanma ile gölgelenmeye çalışıldı. Bazı eski siyasetçilere ve basına göre, ilişkiler Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Gazze’ye girmek için bekletilmesi, Erdoğan’ın kişisel reaksiyonu veya “Ayrılık” dizisindeki İsrail’i öfkelendiren sahnelerden dolayı bozulmuştu. Hâlbuki uluslararası siyaset, bu tip tekil sebep-sonuç ilişkileri üzerine kurulu değil. Politikaları anlık olaylarla açıklamak da, bu eleştirileri yapanların uluslararası ilişkiler teorisine ne derecede vakıf olduklarını gözler önüne seriyor.
Eski ve yeni bölgesel güçlerin rekabeti
Dış politika, uluslararası ekonomi, güç, uzun vadeli planlar, ulusal/bölgesel çıkarlar, prestij, meşruiyet ve uluslararası ortamın uygunluğu gibi unsurların toplamıyla şekilleniyor. 1991 sonrasındaki uluslararası ortam, Soğuk Savaş ortamına göre çoktan değişti. Bölgelerde yeni güçler ortaya çıkıyor ve bu güçler eski bölgesel güçlerle doğal bir rekabet halinde. Esasında İsrail ve Türkiye arasında yaşananlar da bunun bir yansıması. Bazı eski dışişleri bakanları “İsrail lobisine ve İsrail’e karşı politika yürüterek Ortadoğu’da başarılı olunamayacağını” iddia ediyorlar. Dönem ve uluslararası dengeler çoktan değişti; fakat 50 yıl boyunca Soğuk Savaş politikalarıyla yaşayan eski siyasetçi ve “uzmanlarımız” doğal olarak daha yerleşmiş düşünce tarzlarını değiştiremiyorlar.
1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman devlet olarak Türkiye, onyıllardır İsrail ile ilişkilerini hep iyi tuttu. Hatta bu yüzden Arap halklarını ve devletlerini karşısına aldı. Özal’dan sonra ortak tatbikatlara girişti ve Soğuk Savaş döneminde ABD güdümünde olmanın getirdiği mecburiyetle, İsrail ile ilişkilerini tek taraflı bir dengesizlik üzerine kurdu. Ta ki Mart 2004’te Hamas’ın kurucu lideri Şeyh Yasin’in tüm aile fertleriyle beraber öldürülmesinin ardından, Hamas’ın seçimleri kazanması ve Türkiye’nin seçilmiş Hamas ile ilişki kurmasına kadar. Esasında o zaman Türkiye, Filistin’de demokrasiyi, yani halkın tercihini savunmuştu; ama çifte standartlara alışık olan Batı, İsrail ile birlikte işine gelmeyen bu durumu, demokrasiye rağmen kabul etmeme yolunu seçmişti. Ama iki ülke arasındaki gerçek kırılma noktası, nasıl ABD ile 2003 tezkeresi ile olduysa, İsrail ile de 300’ü çocuk 1400’den fazla Filistinli’nin katledildiği “Kurşun Dökme Operasyonu” (27 Aralık 2008-18 Ocak 2009) ile oldu. Dış politika genellikle güç konsepti üzerine kuruludur. Ancak meşruiyet temelli de olması gerekir. Aksi takdirde politikacılar silinip giderler. Hiçbir meşruiyet ve hukuk dayanağı olmayan Irak işgalini başlatan George Bush ve Kurşun Dökme işgalini yürüten Ehud Olmert gibi. O zaman Türkiye nasıl Bush’a karşı koyduysa, Davos’ta da Perez’e aynı tepkiyi göstermişti. Çünkü artık Türkiye, körü körüne ABD veya AB’nin politikalarını uygulayan pasif bir köprü değil, bölgesinde ana aktör olan ve dış ilişkileri yönlendirmeye çalışan proaktif bir aktör. Uzun vadeli dış politikalar gütmek için en önemli dayanak da barışçıl ve ahlakî temellere sahip olmak. Bu sayede hem uluslararası alanda saygı ve destek bulunur, hem bölge halkları ve hatta devletleri kazanılır, hem de zaman doğruyu daima haklı çıkarır. Nitekim Peres, Davos’tan hemen sonra Erdoğan’ı arayarak özür diledi, Erdoğan da BM 64. Genel Kurulu’nda ve Pittsburg’daki G-20 toplantılarından sonra 50 civarındaki ABD Yahudi temsilcisiyle görüşerek Yahudi lobisini yumuşattı. Hatta en büyük Yahudi lobisi Anti- Defamation League (ADL) Direktörü Abraham Foxman “one minute”in tarihe gömüldüğünü söylemişti. Yine Ağustos 2009’da ABD, İsrail ve Türkiye “Güvenilir Denizkızı” tatbikatı yaptılar. Bütün bunlar Türk dış politikasında yakın zamana dek, bir yandan İsrail’in yanlışlarını eleştirirken, diğer yandan ilişkileri iyi tutma gibi zor bir işi başardığını gösteriyordu. Ta ki 2009’un Ekim’ine dek.
İsrail’e tepkinin haklı gerekçeleri
Bir hafta gibi kısa bir sürede, Konya’daki “Anadolu Kartalı” tatbikatından İsrail’in çıkarılması, Bakan Davutoğlu’nun Gazze’ye alınmaması ve son olarak İsrail kablolu yayınında da olan TRT-1’deki “Ayrılık”taki sahnelerin ardından İsrail Geçici Maslahatgüzarı Ceylan Özden’in İsrail Dışişleri Bakanlığı’na çağırılması gibi olaylar gerçekleşti. Gerçekte bunlar birbirinden ayrı olmakla beraber dünya medyasında etkin olan İsrail’in sebep sonuç ilişkisi gibi göstermeye çalıştığı hadiseler. Tatbikatın iptalinin sebebi tamamen farklı: 2004’te ihaleyi kazanan İsrail, insansız hava aracı olan Heron’ları Türkiye’ye teslim etmedi. 2005’te ihale yenilendi ama bir yıldan fazla süre geçmesine rağmen Heron’lar yine teslim edilmedi, geçici olarak İsrail’den alınan 2 Heron’dan biri tatbikatta düştü. Ek süre verilmesine rağmen İsrail son tarih olan Mayıs 2009’da bunları teslim etmedi. Yeni verilen son tarih olan Ekim 2009’da da, –tatbikatla aynı günlere rastlayan tarih– Heronları teslim etmeyince Türk Hükümeti TSK ile görüş birliğine vardı ve bir tepki olarak İsrail’i tatbikattan çıkardı. Yakın yıllara dek, uluslararası ekonomi ve uluslararası politikanın biribirinden kopuk olarak götürüldüğü Türkiye’de, bu ikisinin eşgüdümlenmesi, buna alışık olmayan hem iç, hem de dış arenadaki aktörleri şaşkınlığa düşürüyor ve tepki gösteriyorlar. Esasında Türkiye iddia edildiği gibi İsrail ile ilişkilerini hiç de kesmiyor. Özellikle askeri sanayide milyar dolarları bulan işbirliği ve ticaret devam ediyor. 650 milyon dolarlık M60 tanklarının modernizasyonu, 186 milyon dolarlık Heronlar, 140 milyon dolarlık F4 uçaklarının radar ve SAR sistemi, 120 milyon dolarlık F4 ve F16’ların Datalink sistemi hep İsrail’e verilmiş olan ve devam eden ihaleler.
“Ayrılık” dizisindeki sahneler ve Yedioth Ahranot gazetesinin sitesinde de iddia edildiği gibi “çocukların üzerine ateş eden, Gazzelileri idam mangası önüne diken, sivillere ateş eden, kana susamış askerler” olarak gösterilmesinin İsrail tarafından kabul edilemez olduğunu ileri sürülmesine rağmen unutulan bir şey var: Bunu ilk defa Türkiye’nin söylemediği… Temmuz 2009’da operasyona katılan 26 İsrailli asker, “askerî amaçlar dışında evleri yıktıklarını, sivilleri öldürdüklerini, fosfor bombaları kullandıklarını ve Filistinlileri canlı kalkan olarak kullandıklarını” itiraf etmişlerdi. Ayrıca Gazze’deki savaş suçlarını araştırmak için kurulan misyonun başkanı Richard Goldstone’un raporu ile zaten BM Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) 500 sayfalık bir metinle Gazze katliamı ince ince anlatılmıştı ve İsrail bu raporun BMGK’ye sunulmasını engelleyememişti. Yine diziye itiraz eden Dışişleri Bakanı Avigdor Libermann’ın yakın zamanda “tüm Arapları İsrail’den sürmeyi” teklif ettiğini de uluslararası kamuoyu unutmadı. Dizinin Türkiye’deki anti-semitizmden kaynaklandığını söylemek de iki sebepten dolayı çok zayıf kalıyor: Birincisi 1400 sivilin tanklar altında öldürülmesine karşı çıkmanın Yahudi karşıtlığından kaynaklandığını söylemek çok abes. İkincisi bu iddia Yahudileri İsrail’e süren Avrupa’ya söylenebilir ama herhalde söylenmeyecek tek ülke, 500 yıl boyunca Yahudiler için tek güvenli kale olan Türkiye.
İsrail sıkıştıkça hırçınlaşıyor
Gerçekte İsrail-Türkiye ilişkilerinin negatife doğru gitmesi, anlık olayların değil, Ortadoğu’da bölgesel liderliğin yavaşça el değiştirmesinin bir sonucu. Uluslararası arenada güç konseptindeki değişimler ve devletler arasındaki yer değiştirmeler, o devletler arasında doğal bir rekabet ve negatif sonuçlar doğurur. 2000’li yıllara dek, İngiltere ve ABD’yi arkasına alan ve nükleer güç olan İsrail bölgede en güçlü ülkeydi. Ama iç politikada olduğu gibi dış politikada da sadece kaba-güç (rude-power) yeterli değil; meşruiyet de gerekli. İşte 2009’da yaşanan İsrail-Türkiye arasındaki sürtüşmelerin gerçek nedeni, bugüne dek sadece kaba-güç ile dış politikasını yürüten İsrail’in, yumuşak güç ve meşruiyet temelli dış politika yürüten Türkiye’ye bölgesel liderliği kaptırması gerçeğinde yatmakta. Türkiye bu konumunu kullanarak bugün İsrail’i Filistin ile meşru ve adil bir barışa çağırıyor. Bazılarının iddia ettiği gibi, Türkiye İsrail’le ilişikleri tırmandırmakla “sıfır problem” politikasında başarısız olmadı; tam tersine “sıfır problem ve çevresindeki havzalarda barışı sağlama” politikasının bir sonucu olarak İsrail’i sıkıştırıyor. Bölgede sıkıştırılmaya hiç de alışık olmayan ve bu defa Euro-Atlantik hattından da destek bulamayan İsrail daha da hırçınlaşıyor. Çünkü hem Avrupa, hem de ABD belki de tarihte ilk defa, İsrail’i değil de, bölgedeki bir diğer yükselen ülkeyi, Türkiye’yi destekliyor ve İsrail’i barışa zorluyor.
İsrail yanlışlarından dönmeli
Türkiye’nin yürüttüğü ince siyasetle AB ve ABD’yi arkasına alarak İsrail’e barış baskısı yapmasına dayanamayan İsrail Dışişleri Bakanlığı, tatbikattan çıkarılmasının ardından “bu adımın NATO, AB ve ABD’nin de çıkarlarının etkileneceği”ni açıkladı. Bölgedeki bu genel resmi okuyamayan Türkiye’deki bazı “uzmanlar” tatbikat ile NATO’nun ve AB’nin hiçbir alakası olmadığını, İsrail’in böyle bir açıklama yapmasının anlamsız olduğunu iddia ediyorlar. Yine aynı “uzmanlar”, “Yahudi lobisine ve İsrail’e karşı bir politika ile Ortadoğu’da politika yapılamayacağını” iddia ederken, hem bölgesel güç olarak kabul edilen Türkiye’nin dünyanın en güçlü ikinci lobisi olan Ermeni lobisini de nasıl ikincil duruma düşürdüğünü ve Türkiye’nin yükselen konumunu farketmek istemiyor, hem de ABD’deki Yahudi lobisi hakkında değişen dengeleri bilmiyorlar. Çünkü 4-6 milyon Yahudi’nin yaşadığı ABD’de de, İsrail’in Filistinlilerle barış yapmasını isteyen ve sert politikalara karşı duran büyük bir kesim var. Hem Türkiye hem de ABD hükümetleri bu kesimle iyi ilişkiler içinde. Artık Ortadoğu’da dengeler Türkiye lehine değişiyor ve Obama yönetimindeki ABD ve bölgede etkin olmaya çalışan AB’nin dış politikaları Türkiye’nin barışçıl dış politakası ile örtüşüyor. Bölge halkları da desteğini kazanan Türkiye ile beraber hareket ediyorlar.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin tırmanmasından Türkiye büyük bir zarar görmeyecek. Bir bölgede güç yarışmaları ve görüşmeler sırasında yumuşama ve tırmanma dönemlerinin yaşanması doğal bir süreç. Çünkü ne Türkiye, ne de İsrail iki ülke ilişkilerinin düşmanlık boyutuna varmasını istemiyor. Ama daha önemlisi, İsrail’in bölgesel güç olan Türkiye’ye, Soğuk Savaş’taki pasif Türkiye’den çok daha fazla ihtiyacı var. Financial Times’ın yazdığı gibi İsrail Türkiye ile bozuşursa “bölgedeki en sağlam dostunu kaybedecek”. Bugüne dek sadece kaba-güç ve düşman arayan güdülerle hareket eden İsrail, ABD, AB, Türkiye ve komşu ülkelerle ilişkilerini yeniden doğru bir zemine oturtmak istiyorsa, Filistin ile masaya oturmak ve kalıcı bir barış üzerinde anlaşma yapmak zorunda olduğunu anlamalı.