- Türkiye Selçuklularında ticari ve ekonomik hayat

Adsense kodları


Türkiye Selçuklularında ticari ve ekonomik hayat

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 22 May 2012, 10:44 am GMT +0200
TÜRKİYE SELÇUKLULARI’NDA TİCARÎ VE EKONOMİK HAYAT

Önder KAYA • 46. Sayı / DOSYA YAZILARI


Anadolu, coğrafî konumu itibariyle çok eski devirlerden beri ticarî açıdan önemli bir merkez olagelmiştir. Günümüzden yaklaşık 4000 yıl kadar önce Mezopotamyalı Asurlular, orta ve güney Anadolu’da ticaret kolonileri kurmuşlardı. Yine yarımadanın Ege sahilleri 3000 yıl kadar önce İyon Şehir Devletleri’ne ve onların muazzam ticaret ağına ev sahipliği yapmaktaydı. Anadolu kıyıları, zengin hinterlandı sayesinde pek çok ticarî ürünün başka bölgelere pazarlandığı önemli merkezlere sahipti. Yine bölge, doğu-batı ve kuzey-güney ekseninde kervan yollarının geçiş güzergâhında yer alıyordu.

Romalılar zamanında da özellikle “Pax Romanum” ya da “Roma barışı” denilen devirde Anadolu’da pek çok zengin kente tesadüf olunmaktadır. Ancak imparatorluğun son dönemlerinde bilhassa Sasanilerle yapılan mücadeleler, Anadolu ticaretini olumsuz etkileyecektir. Ticaret açısından tek sorun bu da olmayacaktır. Bilhassa Hıristiyanlık’ın 4. yy’da devlet dini olarak kabul edilmesi ile birlikte yaşanan mezhep kavgaları, 7. yy’dan itibaren bölgeyi etkisi altına alan İslam yayılması ve bunun bir sonucu olarak yaşanan çatışmalar da Anadolu’nun ekonomik yapısını olumsuz etkileyecektir. İlerleyen yıllarda Doğu Roma ya da meşhur adıyla Bizans’ın Anadolu’daki merkezî otoritesini yitirmesi, bölgenin güvenliği meselesini gündeme getirecek, Anadolu, 1048’den sonra başlayan Türk akınları ve 1071’de gerçekleşen Malazgirt Savaşı sonrasında bambaşka bir çehreye bürünecektir.

Türkiye Selçuklu Devleti hükümdarları, daha devletin temellerinin atıldığı ilk yıllardan itibaren Anadolu’nun coğrafî konumu ile de bağlantılı olarak bazı önemli merkezleri kontrol altına alma politikası takip etmiştir. Nitekim devletin kurucusu olan Kutalmışoğlu Süleymanşah, Antakya’yı aldıktan sonra Kuzey Suriye’nin gerek ticarî gerekse de siyasî açıdan en önemli şehri olan Halep üzerine yürümüş, fakat bu şehir önlerinde Suriye Selçuklu Hükümdarı Tutuş’la yaptığı mücadelede hem savaşı hem de hayatını kaybetmiştir.

Türkiye Selçukluları sonraki yıllarda bir takım sıkıntılarla boğuşmak zorunda kaldıkları için ticarete gereken önemi verememişlerdir. Bu sorunların en önemlileri, hanedan içinde yaşanan taht kavgaları, Batı’dan gelen ve Anadolu topraklarından geçerek Kutsal Topraklar’a varmaya çalışan Haçlılar ile diğer Anadolu Beylikleri’yle yapılan mücadelelerdir. Bunlara Bizans’ın Anadolu’da kaybettiği toprakları geri almak amacıyla zaman zaman yaptığı seferleri de ilave etmek gerekir. Haçlılar, I. ve II. Haçlı Seferleri sırasında Anadolu’dan geçmenin bedelini ağır ödemişler ve III. Haçlı Seferi’nden başlayarak Kutsal Topraklar’a ulaşmak için daha çok deniz yolunu tercih etmişlerdir. Bizans İmparatorluğu 1176’daki Miryokefalon Savaşı’nda ağır bir yenilgiye uğratıldığı gibi Anadolu Beylikleri’nin bir kısmı da bu tarihten itibaren kontrol altına alınmaya başlanmıştır. Dolayısıyla II. Kılıçaslan devri, Türkiye Selçukluları’nın, Anadolu’da siyasî birliği sağlamaya başlamak suretiyle gerçek anlamda ekonomi alanında atılım yaptıkları bir dönem olarak kabul edilebilir.

Bu hükümdar zamanında, güneyde Selahaddin Eyyubi’nin sağladığı kısmî düzenin de eklenmesiyle Anadolu ticareti önemli atılımlar sağladı. Gerek doğu-batı ve gerekse de kuzey-güney istikametinde uzanan ticarî güzergâh gelişim gösterdi. Selçuklu topraklarından geçen ve doğu-batı istikametinde uzanan ticaret yolu Türkistan’dan gelerek İran üzerinden Anadolu’ya giriyor, Sivas ve Ankara istikametini takip ederek İstanbul’a ulaşıyordu. Selçukluların teşkil etmiş olduğu güven ortamı neticesinde, bu yol Sivas’tan ikiye ayrılarak Kayseri, Aksaray ile Konya üzerinden Antalya ve Alanya gibi Akdeniz Limanları’na değin uzanıyordu. İkinci önemli güzergâh olan kuzey-güney yönünde uzanan yol ise Avrupa ile bağlantılı olarak Mısır ve Suriye’den başlıyor, buradan Akdeniz Limanları vasıtasıyla birinci yolla birleşerek Kayseri ve Sivas’a ulaşıyordu. Sonrasındaysa Karadeniz’in önemli limanları olan Sinop ve Samsun’a uzanıyordu. Yol buradan Kırım’ın Suğdak Limanı’na geçerek daha kuzeydeki Kürk Yolu ile birleşmekteydi.

Dolayısıyla bu ticaret ağından hareketle esasen Türkiye Selçukluları’nın ilerleyen yıllardaki fetih politikasını tahmin etmek hiç de zor görünmemektedir. Bölgenin en önemli gücü olmanın yolu, bu merkezlere hâkimiyetten geçmekteydi. II. Kılıçaslan’ın oğlu I. Gıyaseddin Keyhüsrev, bu amaçla önce Karadeniz kıyısındaki Samsun’u kontrol altına almıştır. Sonrasında ise Anadolu’ya gelen bazı tüccarların Antalya’da mallarına el konulduğunu öğrenince bu önemli liman kenti üzerine yürümüş ve 1207’de burayı Türkiye Selçuklu topraklarına katmıştır. Keyhüsrev’in 1211’de Alaşehir Savaşı’nda şehit olması planlı fetih politikasını sonlandırmamış, tam tersine tahta geçen büyük oğlu I. İzzeddin Keykavus, 1214’de Sinop’u hâkimiyeti altına almıştır. Yine Keykavus, Hıristiyanlar’la olan ticarî ilişkilerin artarak devamını da arzuladığından buraya Hetum adında bir Ermeniyi vali olarak tayin ettiği gibi, Anadolu’nun farklı bölgelerinden pek çok tüccarı da buraya yerleştirmiştir. Sonrasında ise Selçuklu hâkimiyetinin bir süreliğine dışına çıkan Antalya üzerine yürüyerek şehri yeniden kontrol altına almıştır. Aynı Sultan 1218’de Eyyubilerin elinde bulunan Halep üzerine sefer yapacaktır. Ancak Kuzey Suriye’nin bu en önemli ticarî kentini El-Cezire’deki Eyyubi nüfuzunun temsilcisi Melik Eşref ile giriştiği mücadelede uğradığı başarısızlık sonrasında elde edemeyecektir.

Alaaddin Keykubad dönemi her açıdan olduğu gibi ekonomik merkezlerin kontrolü bakımından da Türkiye Selçukluları’nın altın çağını teşkil eder. Bu dönemde Alanya kontrol altına alınarak burada bir tersane yapılmış ve Akdeniz ticareti egemenliğinin pekiştirilmesi yoluna gidilmiştir. Ancak asıl önemli gelişme Kırım’daki Suğdak Limanı’nın kontrol altına alınması olmuştur. Bu liman daha öncede belirtildiği gibi kuzeydeki Kürk Yolu ile güneyden gelen Mısır-Suriye ticaret yolunun kesişme noktasını teşkil ediyordu. Türkiye Selçukluları kara ticareti kontrolünü deniz gücü ile birleştirme yoluna giderek, bölgenin en zengin devletlerinden biri olacaktır. Bu dönemde Selçuklular’ın bir diğer avantajı ise bölgede mevcut güç dengelerinin köklü değişime uğramasıdır. İstanbul 1204’te Haçlılar tarafından işgal edilmiş ve bu işgal sırasında onlara yardım eden Venedikliler, şehrin ekonomik açıdan yeni efendileri olmuşlardır. Söz konusu durum Venedik’in en önemli rakibi olan Ceneviz’i harekete geçirmiş ve bu devlet Bizans’tan kaçan hükümdar ailesinden Teodoros Laskaris’in İznik’te kurduğu Rum Devleti ile anlaşma yoluna gitmiştir. Dolayısıyla Cenevizliler, Venedik’in bölgedeki egemenliğine son vermek için fırsat aramaktadırlar. Karadeniz ise Venedik, İznik Rum, Ceneviz ve Trabzon Rum Devletleri’nin amansız mücadele sahasıdır. Bu nedenle Kuzey Anadolu sahilinin en güvenli şehri olan Sinop ve karşı sahildeki Suğdak, parlak bir devir yaşayacaklardır. Suriye sahillerinde ise Eyyubiler ile Haçlılar arasında devam eden mücadele, bilhassa Avrupalı tacirleri olumsuz etkilemektedir. Orta Asya’daki Moğol karmaşasından kurtulup gelebilen tacirler, kendilerini Anadolu topraklarına atmaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla Keykubad devri Anadolusu bölgenin en istikrarlı devletine sahip bir konumdadır.

Türkiye Selçukluları ticareti pekiştirmek amacıyla başka tedbirler alma yoluna da gitmişlerdir. Bunlardan ilki tacirlere güven telkin etme politikasıdır. Bu amaçla I. Gıyaseddin Keyhüsrev Antalya’yı, I. İzzeddin Keykavus Sinop’u, I. Alaaddin Keykubad da Suğdak ve Alanya’yı fethettiklerinde elde ettikleri ganimet gelirlerinden bir kısmını bölgede zarara uğrayan tacirlerin mallarını tazmin etmeye ayırmışlardır. Dönemin güvensiz ortamında sağlanan bu olanak, Selçuklu hükümdarlarının uzak görüşlülüğünün bir yansımasıdır. Batılı denizci devletleri Selçuklu limanlarına çekmek amacıyla bunlara ahidnameler verilmiştir. Bir nevi kapitülasyon olarak da tanımlayabileceğimiz bu belgeler, sultanın ihsan-ı şahanesi olarak verilir ve istenildiği zaman tek taraflı olarak kaldırılırdı. Söz konusu belgelerde düşük bir gümrük geliri karşılığında Venedik, Ceneviz, Pisa gibi İtalyan Devletleri ile Kıbrıs Latin Krallığı gibi tüccar devletlerin ticarî ortamı daha da hareketlendirmesi hedeflenmiştir. Ahidnameler tacirlere karada, denizde mal ve can güvenliği de temin ediyordu. Ölen tacirin malının aynen ülkesine iadesi de bir başka husustu. Bu dönemin Feodal Avrupası’nda ölen bir kişinin malının o bölgenin senyörüne ait kabul edildiği düşünülürse uygulamanın çağının ne denli ilerisinde olduğu daha iyi anlaşılır. Ahidname geleneği Türkiye Selçukluları’nın 1243’te Moğol egemenliği altına girmesinden sonra bu kez Batı Anadolu’da kurulan Türkmen beyliklerince aynen devam ettirilecektir. Bilhassa Aydın ve Menteşeoğulları bu sayede Ayasuluk (Selçuk), Balat ve İzmir gibi limanlarını işlevsel bir hâle getireceklerdir. Ülke, Moğol kontrolü altına girdikten sonra da Venedik ve Cenevizliler ülkenin iç kesimlerinde konsolosluklar kuracaklardır.

Türkiye Selçukluları’nın ticarî amaçlı olarak inşâ ettirdikleri kervansaraylar aslında dönemin Anadolusu’nun ticaret güzergâhlarının da bir nevi haritasını çizer. Aksaray, Konya, Sivas, Malatya, Kırşehir, Erzurum, Diyarbakır, Denizli gibi önemli ticarî merkezlerin yolları üzerinde kurulan kervansaraylar, ekonomik hayatın can damarını teşkil etmekteydi. Etrafında sağlam surlar ve bu surların üzerinde de gözetleme kuleleri bulunan söz konusu yapılar, kervanların haydutlar tarafından yağma edilmesinin önlenmesini, kervan sahiplerinin her türlü ihtiyacının karşılanmasını ve gerek insanların gerekse de hayvanlarının dinlenmesini amaç edinen yapı kompleksleriydi. Nitekim kervansarayların içinde aşhane, mescit, berber, çarık tamircisi, nalbant, eczahane, erzak ve ticarî mal depoları, yatakhane, ahır, samanlık gibi birimlerin bulunması bu görüşü doğrular niteliktedir. Selçuklu Hükümdarları kadar devlet adamları da devletin bekâsı için ticaretin önemini kavramış ve bizzat kendileri kervansaraylar inşâ ettirmişlerdir. Mesela Vezir Sahip Ata İshaklı kervansarayını, Vezir Muineddin Pervane Durak Han’ı, Kırşehir emiri Cacaoğlu Nureddin de Kesikköprü Han’ı yaptırmışlardı. Tıpkı 2-3 asır sonra Fatih ve Osmanlı Devlet Adamları’nın İstanbul’u bir kültür merkezi hâline getirmeleri misali Selçuklu Sultan ve devlet adamları da Anadolu’nun kalkınmasında elbirliği etmişlerdir. Tokat, Kırşehir, Erzurum, Konya, Sivas gibi Anadolu şehirleri en görkemli çağlarını yine Türkiye Selçukluları zamanında yaşamışlardır. 

Selçuklular’da ayrıca zaman zaman bölgesel panayır ve pazarların kurulduğunu, ticaret yolları üzerinde seyreden kervanların farklı bölgelerden getirdikleri bu malları gerek yerli halka, gerekse de yabancı tüccarlara buralarda sattıklarını da hemen belirtelim. Bu pazarların en önemlisi Faruk Sümer’in bir kitabına konu olan Kayseri’nin doğusundaki Yabanlu Pazarı’ydı. Her yıl, bahar mevsiminde başlayan bu pazar yaklaşık 40 gün sürerdi. Kuzeyden getirilen kürkler, köleler, doğudan gelen ipekli kumaşlar, güneyden gelen baharat ve Şam işi kılıçların yanı sıra tüm dünyada rağbet gören Türkmen atları burada satılırdı. Yine bu dönemde Anadolu’da başlangıçta küçük bir köy iken yakınlarında kurulan pazar sayesinde zamanla büyüyerek önemli bir merkez hâline gelen Mardin’in güneyindeki Duneysir ya da bugünkü adıyla Kızıltepe gibi merkezler de bulunmaktaydı. Şehir meydanlarında kurulan pazarlara ilave olarak yine şehir yakınlarında göçebelerle yerleşikler arasındaki ticarete dayalı Türkmen pazarlarına tesadüf olunmaktaydı. Bu gelişmiş ekonomik sistem şehirlerdeki Ahi Teşkilatı vasıtasıyla da sosyal hayata eklemlenmişti. Siyasî, ekonomik, dinî açıdan da ayrıca incelenmesi gereken bu teşkilat, Osmanlılar’daki Lonca Teşkilatı’nın temellerini atacaktır. I. İzzeddin Keykavus örneğinde olduğu gibi bizzat Türkiye Selçuklu Hükümdarları da bu teşkilata fahri olarak üye olacaklardır.

Türkiye Selçukluları’nın Moğol hâkimiyeti altına girmesi ile birlikte ticaret ve ekonomi de bir gerileme devresine girer. Ticaretin merkezi Anadolu’dan, İlhanlılar’ın kontrolündeki İran’a ve bilhassa Tebriz’e doğru kayar. Ancak Selçuklular’ın temellerini attıkları pek çok kurum ve politikayı miras olarak devralan Osmanlılar, ilerleyen yıllarda Anadolu’ya olan rağbeti yeniden arttıracaklardır.