- Türk-Rus ilişkilerinin yükseldiği zemin

Adsense kodları


Türk-Rus ilişkilerinin yükseldiği zemin

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 27 June 2012, 07:14 pm GMT +0200
Türk-Rus ilişkilerinin yükseldiği zemin
Mesut ÖZCAN • 64. Sayı / DİĞER YAZILAR


Geçtiğimiz ay Rusya Devlet Başkanı Medvedev’in kalabalık bir heyet ile gerçekleştirdiği ziyaret son dönemde iki ülke arasında gelişen ilişkilerin sağlamlaştırılması noktasında önemli kilometre taşlarından biri olmaya aday bir gezi oldu. Kamuoyunda daha çok iki ülke arasında kısa süreli ziyaretlerde vizenin kaldırılması konusu gündeme gelirken, iki ülke arasında özellikle enerji alanında gerçekleştirilen işbirliği yeni anlaşmalar ile daha sağlam zemine oturtulmaya çalışıldı. Enerji alanında Mersin Akkuyu’ya yapılması planlanan nükleer santralle ilgili imzaların atıldığı ziyaret sırasında, Türkiye’nin Rusya’dan aldığı doğalgazın fiyatının yeniden değerlendirilmesi ve doğalgaz nakli ile ilgili anlaşmaların sürelerinin uzatılması konusu gündeme geldi.

İki ülke Soğuk Savaş döneminde ciddi bir düşmanlık algısı sonucunda rakip durumunda iken, Türkiye’nin bu ülkeden doğalgaz almaya başlaması ve SSCB’nin dağılmasının ardından buradaki ticari imkânların Türk yatırımcılar tarafından değerlendirilmesinin oluşturduğu temel üzerine şekillenen ilişkiler neticesinde bugün Türkiye’nin en önemli ticari ortağının Rusya olduğu bir dönemi yaşar hale geldik. Bu dönüşümün yaşanmasında ilişkiler her zaman sorunsuz bir şekilde ilerlemedi. Özellikle Soğuk Savaş’ın hemen sonrasında Kafkaslar’da yaşanan geçiş dönemi içerisinde iki ülke arasındaki ilişkilerin ciddi şekilde gerildiğini biliyoruz. Bu gerginlik döneminin ardından, Rusya Federasyonu’nun toprakları üzerinde denetimini gerektiğinde kuvvet kullanarak sağlaması ile iki ülke arasındaki ilişkilerde ekonomik faktörler daha fazla ön plana çıkmaya başladı. Gerek Türkiye’nin gerekse Rusya’nın karşılıklı siyasi kapasite ve amaçları öngörebilir hale gelmeleri, siyasi gerginliğin yerini ekonomik işbirliğine giden döneme bırakmasına şahit olduk. Her iki taraf da birbirlerinin içişlerine müdahale eder duruma düşmekten sakınır bir siyaset izlemeye başladı.

Siyasi bağlamda Türkiye’nin Boğazlar ve Karadeniz konusundaki tutumuna başlarda muhalif olan Rusya, zaman içerisinde Karadeniz’de Türkiye ile işbirliğinin ne kadar kendi yararına olduğunu fark etti. Benzer şekilde Türkiye de, ABD’nin ve diğer NATO müttefiklerinin taleplerine karşı durarak, mevcut Montrö Sözleşmesi’nin oluşturduğu statükoyu koruma noktasında bir tavır izledi. Bunun farklı örnekleri verilebilecek olmasına rağmen, son Gürcistan krizi sırasında yaşanan gelişmeler bunun en net örneğini gösterdi. Gürcistan’a yardım etmek isteyen ABD gemilerinin boyutları ve özellikleri Montrö şartlarına uymayınca, Türkiye ABD’nin taleplerine hayır dedi. Burada her iki ülkenin Karadeniz’e kıyıdaş bazı ülkelerin taleplerine rağmen mevcut durumu devam ettirme istekleri Türkiye için çeşitli zamanlarda ABD ile sorunlara neden olsa da, bu konuda bir istikrar sağlanmış gözüküyor.

Rusya’nın siyasi anlamda Türkiye’ye yakınlaşmasının bir diğer göstergesi de Irak’ın 2003’te işgali öncesinde Türkiye’nin aldığı tutum sayesinde oldu. 1 Mart 2003’te tezkerenin reddedilmesi sonrasında, Rusya’nın Türkiye’ye bakışı ciddi şekilde değişti. Bu tarihe kadar tamamen ABD’nin çıkarları doğrultusunda siyaset izlediği düşünülen Türkiye’nin bağımsız bir siyaset izlemeye başlaması olarak değerlendirildi. Buna göre Rusya, Türkiye ile siyasi konuda yakınlaşmanın iki ülke arasında kalıcı işbirliği fırsatları oluşturabileceğini, Türkiye’nin izlediği siyaseti ABD istediği için değil, kendi çıkarları çerçevesinde oluşturduğunu gördü. Zaten günümüzde Türkiye ile Rusya arasında İran’ın nükleer programı, Filistin-İsrail sorununun çözümü gibi çeşitli konularda amaç ve yaklaşım benzerlikleri bulunuyor. Bu yakınlaşmanın bir neticesi olarak Rusya, İKÖ ile ilişkilerini geliştirmek için ciddi bir çaba içerisine girdi, İslam dünyası ile yakın bir diyalogun çıkarlarına hizmet ettiğinin bilincinde bir siyaset izlemeye başladı.

Bu türden siyasi faktörlerin yanında, iki ülke arasında ilişkilerin gelişmesi daha çok ekonomi ve özellikle de enerji alanındaki işbirliği etrafında şekillendi. Rusya’nın yeniden eski gücüne erişme noktasında enerjiyi bir dış politika aracı olarak kullandığı bu dönemin öncesinde iki ülke arasında imzalanan Mavi Akım boru hattı, Türkiye’nin artan enerji ihtiyaçlarına cevap vermenin yanında, Rusya’nın Türkiye’nin dış politika tercihlerini ciddi biçimde etkileme şansını ortaya çıkardı. Doğalgazın kışın ısınma ihtiyacının karşılanmasında kullanımı yanında, elektrik üretiminde de kullanılması sonrasında günümüzde Türkiye, tükettiği gazda neredeyse yüzde 70 oranında Rusya’ya bağımlı hale geldi. Bunu dengelemek için çeşitli adımlar atılsa da, kısa vadede bu noktada ciddi değişikliklerin olması beklenmemeli. Doğalgaz yanında petrol kaynaklarının da hem Türkiye’ye hem de diğer pazarlara nakli iki ülke arasında yeni bir işbirliği alanı olarak dikkatleri çekiyor.

Bunların yanında son dönemde eklenen yeni bir enerji unsuru ise, bir anlamda yılan hikâyesine dönen Türkiye’nin nükleer enerji elde etme hedefi. 2008 yılında yapılan ve tek teklifin Rusya’dan geldiği ihalenin iptal edilmesinin ardından bu gezi ile nükleer santralin ihalesiz bir şekilde Ruslar tarafından yapılması gündeme geldi. Bu gelişmenin bir yandan doğalgaz yanında nükleer enerjide de Rusya’ya bağımlılık ihtimalini gündeme getirmekle beraber, diğer yandan Rusya’nın teknoloji transferi konusunda daha esnek olmasına ve diğer aktörlerin piyasaya girmesiyle doğalgaz talebinin düşmesini dengelemek adına daha uygun bir fiyattan elektrik satmayı taahhüt etmesine neden olduğu iddia ediliyor. Nükleer konusunun geleceğinin daha önceki ihalelere benzeyip benzemeyeceğini söylemek için henüz erken. Ama şurası bir gerçek ki, enerji alanında atılan imzaların yanında iki ülke arasında vizelerin de kaldırılması ile Rus turistlerin son yıllarda ülkemizi tercih etmesi nedeniyle artan insan hareketliliği daha da artacak. Bu şekilde enerji alanında temellenen yakın ilişkiler, diğer alanlara da yayılarak karşılıklı ekonomik bağımlılık temelinde gelişmeye devam edecek. Bunun sonucunda ise her iki ülkenin de ihtiyaçlarına hizmet eden daha istikrarlı bir ilişki ufukta gözüküyor.