- Toplumsal İfrat Ve Adaletsizlikler

Adsense kodları


Toplumsal İfrat Ve Adaletsizlikler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sat 25 August 2012, 11:07 am GMT +0200
6- Toplumsal İfrat Ve Adaletsizlikler

Toplumsal ifrat ve aşırılıklar da bir diğer adaletsizlik çeşididir ve sıklıkla bir grup insa­nın diğerleri üzerinde ekonomik ve siyasi ha­kimiyet kurmasının sonucunda ortaya çıkar.

Bu durum ciddi neticeler doğurur. Kur'ân, di­ğer İnsanlara zulüm ve baskıyı reva gören ve bunun sonucunda helak olan önceki topluluk­ların hikayelerini anlatarak bu korkunç ve yok edici suçlara işaret etmektedir.

Nuh peygamber halkına zulüm ve adaletsiz­liğe götüren kötü yollardan kaçmalarını ve Allah'ın doğru ve âdil yolunu takip etmelerini tavsiye etmiştir. Onlar çok çarpık yollan be­nimsemişlerdi ve zayıf kimseler oralarında ezilmekte idi, ancak Hz. Nuh'un davetini red­dettiler ve onu alaya aldılar, Allah da ona yar­dım etti ve bu insanları helak etti: "Âyetle­rimizi yalanlayan kavme karşı ona yardımda bulunduk. Doğrusu onlar kötü insanlardı. Biz de onların hepsini suda boğduk." (21: 77). Zariyat sûresinde yer alan âyet de aynı konu­ya temas etmektedir: "Daha önce de Nuh kavmini helak ettik; onlar yoldan çıkmış bir topluluktu." (51:46).

Nuh peygamber onlara Allah'ın tebliğini yıl­larca vazetti ama onlar dinlemediler. Kur'ân onun mîlleti ile olan mücadelesini şu sözlerle tasvir etmektedir: "Nuh: 'Ey Rabbim!' dedi. 'Doğrusu ben, gece gündüz kavmimi davet ettim; ama davetim kaçmalarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Ve günahlarını bağış­laman için, ne zaman onları davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiseleriy­le başlarını örttüler, ayak dirediler ve kibir-lendikçe kibirlendiler." ... "Nuh dedi ki: 'Ey Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden yuva kuran bir kimse bırakma! Çünkü sen onları bırakır­san, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve nankör kişiler doğurur (yetiştirirler)." (71: 5-7. 26-27).

Onların torunları Âd kavmi de onlardan daha iyi değildi. Kur'ân-i Kerîm onların durumunu Şöyle tasvir etmektedir: "İşte bu, Rablerinin ayetlerini bile bile İnkâr eden, peygamberleri-ne isyan eden ve her inatçı zorbanın emrine Sıkı sıkıya uyan Âd kavmidir." (11: 59).

Sûresinde  şöyle  buyurulmaktadır; doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim... İster öğüt ver, ister öğüt verenler­den olma, bizce birdir. Bu durumumuz Önce­kilerin geleneğidir. Biz azaba uğratılacak da değiliz, dediler. Böylece onu (Hûd'u) yalanla­dılar. Biz de kendilerini yok ettik. Bunda şüp­hesiz ki ders vardır; ama çoğu inanmamıştır." (26: 130, 136-139).

Daha sonra Semûd kavmi geldi ve onlar da ataları Âd kavminin yolunu taklit ettiler. Pey­gamberleri Salih, onları şu sözlerle uyardı: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemi­yorum. Benim ecrim ancak âlemlerin Rabbi-ne aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar ara­sında güven içinde bırakılacağınızı mı sanı­yorsunuz? Dağlarda da ustalıkla evler oyu­yorsunuz. Bunun için Allah'tan sakının. Bana itaat edin. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarıp kötülükleri kaldırmak için gerekeni yapma­yanlara ve kendini israfa kaptırmış olanların yaptıklarına uymayın!' dediği vakit, onlar: 'Sen gerçekten büyülenenlerden birisin...' dediler ... "Bunun üzerine onları azâb yakala­dı. Gerçekte bunda bir ibret vardır, ama onla­rın çoğu inanmış değillerdir. Senin Rabbin ise, gerçekten güçlü ve merhametlidir." (26: 143-153, 158-159).

Şuayb Peygamber, Medyen kavmini şu söz­lerle uyarmıştır: "Ey kavmimi! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur. Rabbiniz-den size bir belge geldi. Ölçü ve tartıyı tam yapın, İnsanların eşyasını eksik vermeyin, dü­zelttikten sonra yeryüzünde bozgunculuk et­meyin; İnanıyorsanız bilin ki, bunlar sizin için hayırlıdır. Allah'a inananları yolundan alıkoyup ve o yolun eğriliğini dileyerek tehdit edip her yolda pusu kurup oturmayın..." (7: 85-86).

Hûd sûresinde de şöyle buyurulmaktadır: "(Şuayb Medyen kavmine) Ölçüyü tartıyı ek­sik tutmayın. Doğrusu ben sizi bolluk içinde görüyorum ve hakkınızda kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum. Ey kavmimi! Ölçüyü ve tartıyı tamamı tamamına yapın; insanlara. eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde boz­gunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın... Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını bırakmamızı emreden veya mallarımızı istediğimiz gibi kullanmamızı men' eden senin namzın mıdır? Sen doğrusu aklı başında yumuşak huylu biri­sin dediler." (11: 84-85, 87).

Hz. Musa , kibirli ve küstah kimseler olan Fi­ravun ve adamlarını şunun için uyardı: "Fira­vun memleketin başına geçti ve halkını fırka­lara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadın­larını sağ bırakıyordu, çünkü o bozguncunun biriydi." (28: 4).

Kur'ân-ı Kerîm, bütün insanlık tarihini şu âyetlerde özetlemektedir: "Ad ile Semud ka­vimlerini de yok ettik; evlerinin harabelerin­den bunu açıkça görmüşsünüz; şeytan onlara amellerini güzel göstermiş ve onları doğru yoldan alıkoymuştu. Oysa kendileri bunu anlayacak durumda idiler. Karun, Firavun ve Hamân'ı da yok ettik. Musa onlara açık delil­lerle gelmişti; onlar yeryüzünde büyüklük tasladılar; ama cezamızdan yakayı kurtarama­dılar. Her birini günahı sebebiyle yakaladık; kimine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, ki­mini bir çığlık yok etti, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara hiçbir haksızlık yapmadı; onlara kendi kendi­lerine zulmettiler." (29: 38-40).

Kur'ân insanlık tarihi ile ilgili olan açık ger­çekleri gözler Önüne sermektedir; şurası doğ­rudur ki tarih boyunca insanlar ve toplumlar diğer toplumlara ve hatta kendi halklarına karşı bile zulüm ve saldırganlık tavırları sergileyegelmişlerdir ve bu adaletsizlikleri işle­melerine engel olmaya çalışan veya onları uyaran kimselerin sayısı çok az olmuştur: "Sizden önceki nesillerden, yeryüzünde dü­zensizliği yasaklamaya çalışan faziletli kim­seler olsaydı... onlardan kurtardığımız ancak pek az kimseler var. Zulmedenler de bulun­dukları refahın peşine takılıp gittiler ve hepsi suçlu oldular. Rabbin, hiçbir zaman, ahâlisi iyi olan memleketleri haksız yere yok et­mez!" (U: 116-117).

Bu âyetler, daha önce sözü edilen toplumların çöküşlerİndeki gerçek sebebe gayet öğretici bir tarzda işaret etmektedir:

1- Bu toplulukların yok edilmeleri, kendi iş­ledikleri fiiller sebebiyledir; işledikleri kötü fiil ve ameller onların sonunu getir­miştir. Yani, gerçekte, kendi menfaatleri­ne zarar veren ve kendi toplumlarının yok oluşuna sebep olanlar kendileridir. Bu nedenle de kendilerini suçlamahdırlar. Zira Allah yalnızca iyiliğe razıdır.

2- Bu yokediliş tek bir yanlış hareket sonu­cu olmuş, onlar işledikleri tek bir hata ve günahtan dolayı helak edilmiş de değil­dirler. Hayır, o toplumun dayanışma ve bütünlüğünü tahrip eden yanlış hareket, adaletsizlik ve aşırılıkları alışkanlık hali­ne getirdiklerinden dolayı onların başla­rına gelmiştir. Bu davranışlar, fakirler ve zayıflara aşırı acı, ızdırap ve eza verip haddi tecavüz ettiğinde Allah'ın bu top­lum hakkındaki kelimesi gerçekleşir. Ve o toplum helak olur.

3- İnsanların pişman ve ıslah olacaklarına dair en ufak bir ümit olduğu zaman bile Allah'ın Rahmetiyle onların günahları ve aşırılıkları affolur; Yunus peygamberin ve Ninova halkının durumu buna misal­dir. Ancak insanlar isyanlarına devam ederler ve toplum içinde baskı, eşitsizlik ve zulüm devam ederse, bu kötü işlerin tabiî sonuçlarından daha fazla kaçamaz­lar. Nihayet, sonlarının gelmesine karar alınır ve insanlar kendi yaptıklarının so­nuçlarına katlanırlar.

Böylece, toplumların tarihinde, iktisadî, siyasî, sosyal ilişkiler veya inanç sahasındaki her çeşit adaletsizliğin, toplumun bünyesini saran bir kanser olduğuna açık örnek vardır; vücuda yayılmadan tedavi edilmezse toplum­ların sonunu hazırladığı da bilinmektedir.

Ciddi ve tehlikeli sonuçlara neden olduğunda adaletsizliğin her türü Allah katında kerih gö­rülmüştür. Bundan dolayı, Allah'ın bütün El­çileri, kavimlerini her çeşit adaletsizlik ve eşitsizliği işlememek konusunda uyarmışlar, toplumdaki bu tarz eğilimleri ortadan kaldıra­cak pratik tedbirleri mümkün olduğunca uy­gulamaya koymuşlardır. İnsanlara, fakir ve muhtaçların ihtiyaçlarının giderilmesinde ser­vetlerini cömertçe harcamaya gayret ettiklere taktirde bunun Allah katında takvaya erişmek için bir çaba olarak görüleceğini bildirmişler­dir. Kısaca, İslâm toplum ve devletinin eko­nomik politikasının en temel ilkesi servetin toplumun en geniş sayıdaki insanına daha bü­yük oranlarda akmasını sağlamak ve bir kaç elde yoğunlaşmasını önlemektir. Bu sayede toplumda mümkün olan en çok sayıdaki kişi­nin en üst düzeyde iyiliği sağlanmış olur. "Allah'ın, başka ülkelerden Peygamber'ine verdiği ganimetler Allah, Peygamber, onun yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kal­mışlara verilir ki, sadece aranızdaki zenginle­rin birinden diğerine geçip dolaşmasın. Pey­gamber size ne verdiyse, onu alın, neyi yasakladıysa, ondan sakının ve Allah'tan kor­kun. Allah, cezası çok çetin olandır." (59: 7).