- Tinercilere Özür Borcum Var!

Adsense kodları


Tinercilere Özür Borcum Var!

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Thu 14 July 2011, 05:09 am GMT +0200
Tencere



Ağustos 2010 - 140.sayı
 

Serhat ALBAMYA kaleme aldı, TENCERE bölümünde yayınlandı.

Tinercilere Özür Borcum Var!

Bundan bir kaç yıl önce üniversitede, aldığımız eğitimin bir parçası olarak gözlem yapmak üzere belirlenen okullarda göreve gidiyorduk. Çeşitli derslere giriyor, öğretmenlik mesleğine hazırlanıyorduk.

Derslerine girdiğim çocuklarla aram gayet iyiydi. Çocukları sevdikçe öğretmenliğe de ısınıyordum. “Neden olmasın ki... Neden ben de öğretmenlik yapmayayım..” diye düşünürken kendimi hayallere dalmış buluyordum. Kimi zaman lastik ayakkabılı çocukları sırtıma alıp  derelelerden geçirdiğimi, kimi zaman da harçlığı olmayan bir öğrenciye kendi sefertasımdan yemek verdiğimi düşünerek “fedakâr öğretmen” olmanın derin hazzına gark oluyordum. Fakat tam öğretmen olmaya karar vermişken öyle bir olayla karşılaştım ki, bu mesleğe olan sempatim tükeniverdi. O gün de sıradan bir gözlem günüydü. Öğretmenler odasında oturuyorduk. Teneffüs zamanıydı. İçeride maaşların azlığından, hayatın zorluğundan yakınan sınıf öğretmenleri, çocuklara test hazırlamaya çalışan bir rehberlik öğretmeni, “acaba sınav kağıtlarını evde mi okusam burada mı” diye kara kara düşünen çiçeği burnunda bir ingilizce öğretmeni, duvarlarda birkaç poster ve oldum olası çalıştığını görmediğim pili bitmiş bir saat vardı. Her şey gayet normaldi fakat kapıda beliren sınıf öğretmeni ve karşısında hıçkıra hıçkıra ağlayan minik bir öğrenci bu atmosferi bozdu. Emektar bayan öğretmen, çocukla yaptığı konuşmadan sonra  yanımıza geldi. Sesi üzgün ve telaşlıydı. Ne olduğunu sormadan anlatmaya başladı:

– Sabah sınıfa girdim, dersi anlatıyorum. Arka sıralara doğru gidince fark ettim ki, bu çocuğun yüzünde bir gariplik var. Biraz daha yakınlaşınca anladım, çocuğun kaşları tamamen kazınmış!..

Hepimiz şaşkındık, anlatmaya devam etti: “Yavrucuğum ne oldu sana? Yüzüne ne oldu” dediğimde ağlamaya başladı sonra da başına gelenleri bir bir anlattı. Sabah okula gelirken tinerciler önünü kesmiş parasını istemiş. Vermeyince de jiletle çocukcağızın kaşlarını kazımışlar.

Hepimiz hayretler içinde kalmıştık. Tinercilere okunan beddualar havada uçuşmaya başlamıştı. Hemen homurtular eşliğinde klasik “bu kanunlar böyle oldukçaa...” ile başlayan ahkâmlar kesildi, ardından zilin çalmasıyla herkes tekrar dersinin başına döndü. Bu sırada çocukcağız da Müdür Bey’in odasına gönderildi. Afallamıştım Ya tinerciler diğer çocuklara da zarar vermeye başlarlarsa? Bütün ders sorular kafamda döndü durdu. Zil çaldı, tenefüse çıktık ve tekrar öğretmenler odasına geçtik. Çocuğu ve hocayı merak etmiştik ki çok geçmeden hoca yüzünde bezgin bir ifade ile girdi içeri. “Amaan, bu çocuklarla uğraşılmaz” diyordu.

Hepimiz merak ediyorduk. Hepimiz anlatsın diye hocanın ağzına bakıyorduk. Biraz soluklanıp güldükten sonra durumu anlattı. Hocanın anlattığına göre müdür çocuğa birkaç soru sorarak gerçekte olan biteni hemen anlamış. Çocuğa “Tinerciler sana ne dedi? Üzerlerinde ne vardı? Kaç kişiydiler?” gibi detay soruları sorunca çocuk afallayarak cevap verememiş, mecburen doğruyu anlatmak zorunda kalmış. Meğer bizim bu afacan, liseli abilerinden gördüğü “kaşa jiletle çizik atma modası”nı kendi çapında denemek istemiş. Bir gıdım sağdan bir gıdım soldan, olmadı biraz daha derken bütün kaşları kazımış.

Şimdi -bu fırsat- tinerci arkadaşlara sesleneyim: Abiler kardeşler! Zararlı bir yoldasınız, ALLAH yardım etsin. Çok içenler azaltsın, az içenler bıraksın, aslında kimse bulaşmasın. O gün size çok kızıp söylenip günahınızı almıştım, hakkınızı helal edin.

Bir Gezginin Günlüğü-13

Sedat “Arifler Yolunun Edepleri”ni okumama gülerken ben de toparlanmaya başladım. Bu köyde kalmaya başladığım günden beri ne zaman gideceğimi tam olarak bilmediğim için eşyalarımın hepsini çıkarıp yerleştirmemiştim. Bir önceki gece aldığım güzel habere bakılırsa motorumun tamiri bugün yarın bitecek gibi. Aslında köyden hemen gitmek gibi bir niyetim de yok ama daha gezmem gereken yerler var.

Sedat dışarıda Tacettin ile konuşurken ben de hazırlanmamı bitirdim. Köye indiğimde olumlu bir haber alırsam geri dönüp buradaki arkadaşlarla görüşür sonra da yola çıkarım diye düşünüyordum. Bir süre sonra Sedat seslendi. “Haydi hızlı sofi!..” gibi bir şey söylüyordu. O öyle deyince Tacettin ona gülüyordu fakat ben her zaman olduğu gibi Sedat’ın sözlerindeki komikliği fark edemiyordum.

Çantalarımı bir kenara topladıktan sonra dışarı çıktım. Köye Sedat’ın kullandığı motor ile inecektik. Bir süredir motor kullanmadığımdan olsa gerek, motoru özlemişim. Sedat’a, köye kadar ben kullanabilir miyim, diye sorunca, seve seve, dedi ve yola çıktık. Bağ evi ile köyü birbirine bağlayan, sağına soluna ağaçlar dizilmiş yolun üzerinde giderken tarlada çalışanlara el salladım. Ellerindeki işi bırakmadan selam veriyorlar, kimi zaman da durup gülerek bize sesleniyorlardı. Bir an bu köydeki son günüm olduğunu düşünüp üzüldüğümü hissettim. Bu kadar kısa zamanda bu köyü neden sevdim hâlâ anlayamıyorum.

Köye doğru yaklaşırken petrol istasyonunun önünde her zamanki gibi otobüslerin doluştuğunu gördüm. Sedat otobüsleri geçtikten sonra ilk sağa girmemi söyleyince geldiğimizi anladım.

Girdiğimiz sokak bir sanayi sitesinin sokağını andırıyordu ve motorum orada olmalıydı. Benim için önemli bir andı çünkü motorumun tamiri bittiyse buradaki arkadaşlarla son kez görüşüp, gezime kaldığım yerden devam edecektim. Sedat;

– İşte geldik, dua et de motorunun tamiri bitmiş olsun, deyince farkında olmadan;

– İnşALLAH kurban, diye cevap verdim.

Sedat önce biraz afalladı ama daha sonra her zamanki gibi bana gülmeye başladı. Farkında olmadan inşALLAH kurban dedim! Bana ne oluyor? Bu köydeki insanlara mı benzemeye başladım?