saniyenur
Tue 7 August 2012, 03:42 pm GMT +0200
Tevhid
Hz. Peygamber, savunduğu kavramları daima akılcı delillerle dile getirmiş ve insanları bu mesajı güvenilir ve doğru bilgi ışığında muhakemeye çağırmıştır. İslâm'ın temel taşı ve ana ilkesi olan Tevhid akidesi bile insanlara zorla dayatılmamış, bilakis onu desteklemek için çok güçlü ve ağırlıklı deliller ortaya çıkarılmıştır. İnsanlardan bu inancın hakikati konusunu bilgiye ve makûl delillere dayanarak yargılamaları; doğruluğuna kani iseler kabul etmeleri veya reddediyorlarsa fikirlerini destekleyecek açık deliller ileri sürmeleri istenmiştir. Kur'ân iman ve inanç konusunda bu temel prensibi şöylece koymuştur: "Dinde zorlama yoktur; artık hak ile bâtıl iyice ayrılmıştır." (2: 256). (Ayrıntılar için, bkz., Sîret Ansiklopedisi, c. I., bölüm 4). Bu âyetin ikinci kısmı insanlara niye kendi hayat tarzlarını kendi hür iradeleri ile seçmeleri gerektiğinin sebeplerini vermektedir. Allah, mesajını elçisi vasıtasıyla sarahaten açıklamıştır ve doğru yolu (sırat-ı müstakim) yanlış yoldan net bir şeklide ayırmıştır. Şimdi her iki yoldan birini seçme konusunda insanlar kendi tercihleri ile başbaşadır. Ve bu onların bu hayattaki imtihanıdır. Eğer Hakkı kabul ederlerse ve doğru yolu takip ederlerse Allah tarafından cömertçe mükâfatlandırılacaklardır; ve eğer Hakkı inkâr eder ve hayatın kötü yollarına saparlarsa, sadece kendilerine zarar vermiş olacak ve Cehennem'de ceza görmeye müstehak olacaklardır. Bu kendilerinin Hakkı reddetmek ve hayatın kötü yollarını izlemek şeklinde gerçekleşen kendi fiilleri sonucunda başlarına gelmektedir. Tevhid akidesi değişik yollardan açıklanmaktadır, muhtelif yönlerine değişik açılardan ışık tutulmaktadır, onu destekleyen deliller öne sürülmekte ve muhalifleri aksi eleştiriler getirmeye davet edilmektedir. Bir dizi deliller en mantıkî ve aklî yollarla öne sürülerek muhaliflere bu doktrinin Hak olduğunu inkâr edecek hiçbir yol bırakılmamaktadır. Nemi sûresinde- bu tarz delillere bir misal görmekteyiz: "... Allah mı hayırlı, yoksa ortak koştukları şeyler mi? Gökleri ve yeri kim yarattı? Size gökten (kim) su indirdi de onunla sizin bir ağacını bile bitiremeyeceğiniz gönül açan bahçeler bitirdi? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hayır, onlar (haktan) sapan bir kavimdir." (27: 59-60). Âyetin birinci kısmı en katı ateist (veya müşrik) olsa bile hiç kimsenin karşı duramıyacağı veya inkâr edemeyeceği bir soru sormaktadır. Allah mı, yoksa (ortak koştuğunuz) sahte tanrılar mı daha hayırlıdır, gibi sathî olarak sorulan bir soru, doğrusu insana tuhaf geliyor. Aslında, sahte tanrılarda haynn bulunup bulunmadığı konusunda soru sormak abestir. Dolayısıyla bu hususta onlar Allah ile hiçbir surette mukayese edilemezler. Allah'ın, O'na ortak koşmakta oldukları kendi tannlanyla mukayese edilebileceği hususunda yanlış bir anlayışa müşriklerde bile rastlanmaz. Fakat hatalarından dolayı müşrikleri ikaz etmek için onlara bu soru yöneltilmiştir. Allah'ın mı, yoksa taptıkları tanrıların mı daha hayırlı olduğu hususunda düşünmeye sevketmek için onlara, bu sorunun açıkça sorulmuş olması da bundandır. Çünkü onlar böyle açık bir soruya karşı duramaz ve cevap veremezlerdi. İçlerinden en bağnaz bir müşrik bile, kendi tanrılarının Allah'tan daha hayırlı olduğu şeklinde bîr şey söylemeye cüret edemezdi. Ancak onlar, Allah'ın daha hayırlı olduğunu itiraf etmiş olsaydılar, bu sefer inançlarım bütünüyle yıkmış olacaklardı. Öyle bir durumda, daha yüce bir inanca karşı daha süflî bir inancı benimsemek makul olmayacaktı. Böylece Kur'ân, muhaliflerini, daha ilk bakışta çaresiz bırakmış oluyordu. Bundan sonra, Allah'ın kudreti ve yaratışına ilişkin deliller hakkında, şu mealde sorular sorulmuştur: "Bunlar kimin eserleridir? Allah'ın dışmda, O'na bu işlerde yardım eden başka herhangi bir tanrı mı var? Şayet yoksa, ne diye bunları tanrılarınız olarak uyduruyorsunuz?" Bu delil hiç kimse tarafından reddedilemeyecek kadar kuvvetliydi ve bu nedenle muhalifler yalnızca sustular.
Kur'ân daha sonra meydan okumaya şöyle devam etmektedir: "Yahut şu dünyayı durulacak yer yapan, aralarından ırmaklar çıkaran, sağlam dağlar yaratan ve İki deniz arasına bir perde koyan kimdir? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.
Yahut dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü (onun üzerinden kaldırıp) açıyor ve sizi (eskilerin yerine) yeryüzünün hâkimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne de az düşünüyorsunuz.
Yahut karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren kim ve rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci gönderen kim? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hâşâ, Allah onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir." (27: 61-63).
Allah'ın yaratıcı kudretini ve kâinat üzerindeki kontrolünü, O'nun yeri ve gökleri yaratı-şındaki harikuladelikleri; denizler, nehirler ve dağların; yağmuru getiren rüzgârın hareketinin hikmetleri bu âyetlerde ne kadar güzel dile getirilmiştir. Hepsinin ötesinde, hayatın yaratılışında, hayatın sınırsız sayıdaki çeşitliliğinde, her türün kendine has özelliklerinin bulunmasında, hayatı sayısız değişik şekillerle donatmış olan Âlim, Hakîm ve Kadir-i Mutlak'ın, Yaratılışı Planlayanın varlığının inkâr edilemez delilleri vardır. Aynı harikuladelik her hayvan, böcek ve bitki türünün üreme hadisesinde de müşahade edilmektedir. Bundan dolayı modern genetik ilminin gözlemleri muhteşem gerçekleri gözönüne serer. Bütün bunlar Âlim-i Mutlak bir Yaratıcıya ihtiyaç duyarlar; yalnızca başlangıçları İçin değil, uygun ve sürekli fonksiyon görmeleri için de sürekli yaratış hâlinde olan Âlim, Ebedî, Samed (kendine yeten) ve Basir (yaratıkları ebedi gözleyen) bir yöneticiye (Hâkim) ihtiyaçları vardır. Bütün göklerin ve yerin böylesi bir kesinlik ve yeterlilikle fonksiyonlarını sürdürmesi ateistin Allah'ı inkâr fikrini olduğu gibi, müşriklerin inanç sistemlerini de temelinden tahrip eder.
"Bu hikmet dolu sistemin Âlim-i Mutlak olan bir Yaratıcı olmaksızın öylece kendiliğinden oluverdiği düşünüleebilir mi? Ve hangi akl-ı selim sahibi kimse, bu sistemde bizatihi Ya-ratıcı'dan başkasımn olduğunu tasavvur edebilir? Aksi inançtaki kimse iddiasını destekleyecek bilgiye dayanan bir delil getirmelidir, veya en azından Allah'ı niye inkâr ettiğine veya O'na niye ortaklar koştuğuna makûl açıklamalar getirmelidir." (The Meaning of the Qur'an, c. IV, sh. 43-49).
Kur'ân aynı muhakemeyi bir başka açıdan dile getirmektedir: "De ki: 'Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da o kulak(lar)a ve gözlere kim sahiptir (onları yaratıp yöneten kimdir)? Ölüden diriyi, dinden Ölüyü kim
çıkarıyor? (Yaratma) iş(in)i kim düzenleyip yönetiyor?' 'Allah!' diyecekler. De ki: 'O halde, (O'nun azabından) korunmuyor musunuz? İşte gerçek Rabb'iniz Allah budur. Gerçekten sonra sapıklıktan başka ne var? Öyleyse nasıl (hak'tan sapıklığa) çevriliyorsunuz?" (10: 31-32). Bu sözlerle insanlara, Hakkı tanıdıktan sonra onu niye takip etmediklerini ciddi bir şekilde düşünmeleri için çağrıda bulunulmaktadır. Hem sonra niçin sapıklık içindeki insanları körü körüne takip etmekteydiler? Onlara ortadaki gerçekleri düşünüp sağ duyularını kullanmalan önerilmektedir.
Bu husus şu âyetlerle iyice vurgulanmaktadır: "De ki: 'Sizin koştuğunuz ortaklarınızdan ilk defa yaratacak, sonra yarattığını çevirip yeniden yaratacak olan var mı?' De ki: 'Allah ilk defa yaratır, sonra onu çevirip yeniden yaratır. Öyleyse nasıl (doğru yoldan) çevriliyorsunuz?'
De ki: 'Sizin ortaklarınızdan hakka götürecek var mı?' De.ki: 'Allah, hakka götürür. Hakka götüren mi uyulmaya daha lâyıktır, yoksa (tutulup) yola götürülmedikçe kendisi doğru yolu bulamayan mı? O hâlde neyiniz var? Nasıl hükmediyorsunuz?" (10: 34-36).
Bu âyetlerde, vurgu hayatın ve kâinatın meselelerinin Nihai Hakikati üzerindedir. "Hakka eriştiren Kılavuz kimdir, insan hayatına rehberlik edecek doğru ilkeleri tespit edebilmek için önşart olan bütün hakikatlerin kavranmasından İbaret ilimlere kim sahiptir? İnsanî problemlerin yayıldığı geniş sahayı tam olarak görebilecek Allah'tan başka kimse var mıdır? Bütün bu sorular insanoğlunu sağlam kafayla ciddî düşünceye davet etmektedir. Çünkü hayatın bu çok önemli meseleleri ancak böylece akılcı bir tarzda çözümlenebilir. Bütün bu meseleler akılcı bir tarzda ve sağlam bilgilere dayanarak çözülmelidir, zan ve inkârla değil." (The Meaning of the Qufan, c. V, sh. 30-34).
Kur'ân'ın delilleri daha sonra fizikî âleme yönelmekte ve İnsanlara bunları iyice inceleyerek Yaratıcısının belgelerini (âyetlerini) görmeye çalışmaları söylenmektedir: "Onlar, üstlerindeki göğü nasıl yapmışız bir bakmazlar mı? Onda hiçbir çatlak da yoktur. Allah'a yönelen her kula öğüt ve bir belge olarak yeryüzünü yaydık, oraya sabit dağlar yerleştirdik, orada her güzel türden yetiştirdik. Gökten bereketli bir su indirdik, kullara rızık olmak üzere onunla bahçeler, biçilecek taneli ekinler, küme küme tomurcukları olan boylu hurma ağaçları yetiştirdik. O su ile ölü yeri dirilttik. İşte insanların diriltilmesi de böyledir." (50: 6-11).
En'am sûresinde şu âyetleri görmekteyiz: "Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır; ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarır. İşte Allah budur. Nasıl yüz çevirirsiniz? Tan yerini ağartan, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı vakit ölçüsü kılandır. Bu, güçlü olanın, bilenin nizâmıdır. O, yıldızları kara ve denizin karanlıklarında yol bulaşınız diye sizin için var edendir. Gerçekten biz, bilen bir toplum için âyetleri uzun uzadıya açıkladık." (6: 95-97).
Bütün bu deliller, fıtrî bilgi ve idrak kabiliyetine sahip olanları Hakkı tanıtmaya yöneliktir; böyle açık delillerden sonra yalnızca câhiller Hakk'ı inkâr ederler. Önde gelen filozoflar ve meşhur blimadamlan dahi kâinatın riyâzî kesinliğine ve fizik kanunlarının işle-yişindeki harikuladelikleri bakarak bunların tesadüfi ve Yaratıcısız olamıyacağım ifade etmişlerdir.
Daha sonra insanoğluna, Yaratıcının âyet (alâmet-belge)lerini bulabilmek için kendi yaratılışına bakması söylenmiştir: "Göklerin ve yerin yaratanı, size kendinizden çiftler, hayvanlardan çiftler yaratmıştır. Bu suretle, çoğalmanızı sağlamıştır. Zâtına benzer hiçbir Şey yoktur. O, işitendir, görendir. Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. Dilediğine rızkı açar ve kısar. O, herşeyi bilendir." (42: 11-12).
Bütün bu âyetler aklî muhakeme ve münazaraya davet etmektedir. Bunlar da bizi saran âlemin Mutlak Hakikatini kavramamız için muhtaç olunan esaslardır.
Kur'ân insanoğlunun yaratüışındaki değişik safhalara değinerek bunlardan ancak bilgi ve idrak sahiplerinin tam manâsıyla ibret alabileceklerini ifade etmektedir: "Andolsun biz insanı çamurdan (meydana gelen) bir süzmeden yarattık. Sonra onu bir nutfe (sperma) olarak sağlam bir karar yerine koyduk. Sonra nutfeyi alâka (embrîyo)ya çevirdik, alâka (embriyo)yı bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah ne yücedir!" (23: 12-14).
Kur'ân insanların çevrelerine bakmalarını ve fizikî âlemin hârikalarını müşahadelerini ve bütün bunların ardındaki Yaratıcıyı aramalarım istemiştir: "Görmedin mi, Allah (nasıl) gökten su indirdi de, onunla renkleri çeşit çeşit meyvalar çıkardık. Dağlardan (geçen) beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar (yarattık). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak bilginler, Allah'tan (gereğince) korkar. (Çünkü O'nun yaptıklanndaki incelikleri Öğrendikçe onların Allah'a karşı saygıları artar). Şüphesiz Allah daima üstündür, çok bağışlayandır." (35: 27-28).
Şüphesiz, Kur'ân'da fizikî âlemden veya insanın kendi yaratılışından verilen Allah'ın Varlığım ispatlayan pek çok delil insanoğlunu kâinattaki mücadelesinde bekleyen meseleler hakkında ciddî bir tefekkür hâli İçinde olmayan câhil kimselerce tam olarak kavranamaz. Kur'ân'ın bu seviyede sunduğu kavramların hikmetini gerçekten anlayabilmek için öncelikle tefekkür, tahkik ve değerlendirme yapmak gerekir. Kur'ân, delillerini pek çok değişik boyutlarda getirmektedir: "O'nun âyetlerinden (sonsuz gücünün işaretlerinden) biri, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz, (yeryüzüne) yayılan insan(lar) oluverdiniz. O'nun âyetlerinden biri de kendileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır. O'nun âyetlerinden biri de, göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda, bilenler için ibretler. O'nun âyetlerinden biri de, geceleyin ve gündüzün uyumanız ve O'nun lûtfundan (nasibinizi) aramamzdır. Şüphesiz bunda, işiten bir toplum için ibretler vardır. O'nun âyetlerinden biri de, size, korku ve ümit vermek için şimşeği göstermesi, gökten bir su İndirip onunla, ölümünden sonra yeri diriltmesidir. Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır. O'nun âyetlerinden biri de göğün ve yerin O'nun buyruğuyla durmasıdır. Sonra, sizi yerden bir tek davetle çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki (diriltilmiş olarak yerden) çıkarılıyorsunuz. Göklerde ve yerde bulunan kimseler hep O'nundur, hepsi O'na itaat etmektedirler. Yaratmağa başlayan O'dur. Sonra onu çevirip yeniden yapar. Bu, O'na daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce (güç ve şan) sembol(ü) O'nundur. (En büyük kudret ve şeref misali O'dur). O, üstündür, hikmet sahibidir." (30: 20-27).
Nahl sûresinde de şu âyetleri görmekteyiz: "O'dur ki, sizin için gökten bir su indirdi, içe-cek(iniz) ondandır ve hayvanları otlattığınız ağaç(lar, bitkiler) ondan (sulanıp filizlenmektedir. Onunla size ekin, zeytin, hurma, üzümler ve her çeşit meyvalardan bitirmektedir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için (yaratıcının varlığına, kudretine ve hikmetine) işaretler vardır. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da O'nun emriyle boyun eğdirilmiştir. (Varlıkların hepsi sizin yaşamanız, beslenmeniz için ayrı ayrı hizmet etmektedir.) Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için (Allah'ın varlığına ve hikmetine) işaretler vardır. Yeryüzünde yarattığı muhtelif renklerdeki (hayvanları, bitki)leri de (sizin hizmetinize verdi). Şüphesiz bunda öğüt alan bir toplum için ibret vardır. O, denizi de (hizmetinize) râm etti ki ondan taptaze et yiyesîniz ve ondan giyeceğiniz süsler çıkarasınız. Görüyorsun ki gemiler, denizi yara yara akıp gitmektedir. (Bütün bunlar) Allah'ın lûtfunu aramanız ve O'na şükretmeniz içindir. Sizi sarsar diye arza ağır baskılar attı, ırmaklar ve yollar (yarattı) ki doğru yolu bulaşınız (amaçlarınıza ere-sİniz). (Yol bulmak için yararlanılacak) işaretler de (yarattı). Onlar yıldız(lar)la da yol bulurlar. Yaratan, yaratmayan gibi midir? (Hiç bir şey yaratamayan o putlar, bunca varlıkları yaratan Allah'a denk tutulur mu?) Hiç düşünmüyor musunuz? Eğer Allah'ın nimetini saysanız, sayamazsınız. Doğrusu Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (16: 10-18).
Aynı deliller Yasin sûresinde de getirilmektedir: "Ölü toprak onlar için bir âyettir, (ölüleri nasıl dirilteceğimize işarettir): Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık da ondan yiyorlar. Orada hurma ve üzüm bağları yarattık; içlerinde pınarlar fışkırttık, ki (Allah'ın) ürününden ve ve ellerinin emeğinden yesinler. Halâ şükretmiyorlar mı? Ne yücedir O (Allah) ki toprağın bitirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden olan bütün çiftleri yaratmıştır. Gece de onlar için bir âyettir. Gündüzü ondan sıyırırız da karanlıkta Salıverirler. Güneş de kendi müstekarn (yani konulmuş olduğu yer) için akıp gider. Bu, üstün ve bilen (Allah'ın) takdiridir." (36: 33-40).
Bu âyetler bütün yaratılışı, insanoğlunun yaratılışındaki mucizeyi ve fizikî âlemle her gün gözlenen tabii hâdiseleri yürüten üreme ilkelerini açıklamaktadır. Daha sonra Kur'ân'm bu âyetlerinde daha önceleri insanoğlunun bilmediği dünyanın ve ayın güneş etrafında dönmesi ile ilgili astronomik sırlardan bahsedilmektedir. Bu âyetlerde, dünya hakkında insanoğlunu kâinatın bilinmeyen sırlarını derinlemesine araştırmaya sevkeden bir bilgi yığını vardır.
Kur'ân Allah'ın Birliği ile ilgili son delilleri şu şekilde vermektedir: "Eğer yerde, gökte Allah'tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de (yer de, gök de) bozulup gitmişti. Arş'ın sahibi Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir." (21: 22). Isrâ sûresinde, şöyle buyrulmaktadır: "De ki: 'Eğer dedikleri gibi O'nunla beraber (başka) taunlar olsaydı, o zaman (öteki tanrılar), Arşın sahibine (yaklaşmak için) bir yol ararlardı. Hâşâ, O, onların dediklerinden münezzehtir, çok yücedir, uludur. Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O'nu teşbih ederler. O'nu övgü ile teşbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ama siz onların teşbihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır." (17: 42-44). Bu âyetler konu hakkında, son astronomi bilgilerinin de tasdik ettiği Tevhid akidesinin lehine nihai ve ilmî delilleri sunmaktadır. Kâinatın eninde, boyunda ve derinliklerinde vazife gören fizik kanunları bunu tam bir ahenk ve homojenlik içinde yapmaktadır. Aynı Kanun (sünnetul-lah) galaksimizde ve milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki diğer milyonlarca galakside de iş-leyegelmektedir. En ufak ayrıntıya bile mikroskobik bir kesinlikle uygulanan kâinatta geçerli fizik kurallarının işleyişinde en ufak bir farklılık yoktur. Müşrikler bu deliller karşısında hayrete düşmüşler, Hakkı çürütecek aklî gerekçeler gösterememişler veya Kur'ân'ın mantıkî çizgisine geçerli cevaplarla karşılık verememişlerdir. Kur'ân en temel Hakikat ilkesi olan Tevhid akidesini bile muhaliflerine sunarken bu tarz bir münazarayı benimsemiş, insanları her türlü fikir ve anlayışı telkin etmede aynı mantık çizgisini izlemiştir. Dolayısıyla, Hz. Peygamber'in vefatından çeyrek yüzyıl sonra müslümanlar arasında ilmî bir tavır ihdas oldu ve inkişaf etti.