- Tevbe sûresi

Adsense kodları


Tevbe sûresi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sidretül münteha
Wed 5 January 2011, 09:10 pm GMT +0200
BERAE (TEVBE) SURESİ



6986- Huzeyfe radiyallahu anh'daıı, dedi ki: "Sizin Tevbe sûresi dediğiniz sûre "Azâb" süresidir. Siz ondan bizim okuduklarımızın ancak dörtte birini okuyorsunuz."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Evsat'ta]

6987- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: Osman'a: "Mesanî grabunda olan Enfâl ile Mieyn grubunda olan Berâe'yi aralarında 'Bismilahirrahmanirrahîm'i yazmadan tek su­reye dönüştürüp 'Yedi uzunlar' arasına koy­dunuz. Sizi buna sevkeden sebep nedir?" diye sordu. Osman şu cevabı verdi: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e bazen birkaç sû­reye ait farklı ayetler birden indiği olurdu. Ona bu şekilde vahiy indiği zaman falan âyet­leri, falan sûreye koyun diye vahiy kâtiplerini çağırıp emrederdi. 'Falan falan âyetleri şu mevzuların geçtiği falan sûrelere koyun!' der­di. Enfâl sûresi, Medine'de inen ilk sûrelerdendi. Berâe sûresi ise Kur'ân'ın en son inen sûrelerindendi. Konusu Enfâl'İnkine benzi­yordu. O sallallahu aleyhi ve sellem, ondan olup olmadığını bize açıklamadan vefat etti. Bunun için ben de onları tek sureye dönüştü­rüp aralarındaki Bismillahirrahmanirrahîm'i de yazmadım ve onu böylece 'Yedi Uzunlar'a dahil ettim." [Tirmizî ve Ebû Dâvud]

6988- (Saîd) İbn Cübeyr'den: İbn Abbâs'a:

"Tevbe sûresi nedir?" diye sordum.

"Fâdıha (yani bazı grupları rezîl eden) bir sûredir, devamlı olarak '(ve minhum ve min-hum =) Onlardan kimileri şöyledir, onlardan kimileri vardır ki şöyledir' diyerek o kadar çok saymıştır ki hatta içinde anılmadık kimse­nin kalmadığı sanılmıştır." diye cevap verdi.

"Peki Enfâl sûresi?"

"Bedir savaşı hakkında İnmiştir" dedi.

"Ya Haşr sûresi?"

"O, Nadîroğullan hakkında nazil olmuş­tur" dedi. [Buhârî ve Müslim]

6989- Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan: "Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel­lem'in Veda haccından önceki hac mevsimin­de emîr tayin ettiği Ebû Bekr, onu (Ebû Hu-reyre'yi) bir grub insanla, Bayram günü gön­derip şöyle ilan etmelerini söylemiş: 'Bu se­neden sonra herhangi bir müşrik hac yapma­yacaktır. Hiç kimse çıplak olarak Beyt-i şe­rifi tavaf edemeyecektir'."

6990- Diğer rivayet:

"Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ali'yi (Ebû Bekr'in) ardından gönderip Berâat'i (ültimatomu) ilan etmesini emretti. Ali de bizimle birlikte Mina'da halka, Berâat'ı ilan etti:

'Hiçbir müşrik bu yıldan sonra Beyî'i hac etmeyecektir, hiçbir çıplak da Beyt-i şerifi ta­vaf etmeyecektir'."

6991- Diğer rivayet:

"Hacc-ı Ekber günü Kurban Bayramı gü­nüdür. Hacc-i Ekber de bir hacdır. İnsanlar umreye Hacc-ı Esğar (Küçük Hac) dedikleri için ona Hacc-ı Ekber denilmiştir." (Râvi Ebû Hureyre) dedi ki: "O yıl Ebû Bekr, bu tebliği halka duyurdu. Bunun üzerine ertesi yıl yani Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in Veda haccını yaptığı zaman hacca tek bir müşrik bile katılmadı. Ebû Bekr'in müşrikle­re hac etmemeleri için kesin bir uyarıda bu­lunduğu zaman, Cenâb-ı Hak: 'Ey iman eden­ler! Doğrusu müşrikler ancak bir necistir' âyetini (Tevbe, 28) inzal buyurdu. Fakat müş­rikler (daha önce) hacca geldiklerinde (müs-lümanlarla) alış veriş yaparlardı ve müslü-manların da bundan büyük yararı olurdu. Al­lah müşriklerin Mescid-i Haram'a yaklaşma­larını yasaklayınca, müslümanların yararlan­dığı ticaretleri kesildi ve bu yüzden endişeye kapıldılar. Bunun üzerine Allah: 'Eğer fakir­lik ve yoksulluktan korkarsanız Allah sizi di­lerse kendi fazl ü ihsanından zengin kılacak­tır' mealindeki âyeti (Tevbe, 28) inzal etti.

Sonra bu âyeti takip eden âyette cizye he­lâl kılındı. Bundan önce cizye alınmazdı. Böylece müşriklerin (Kâ'be'de yaptıkları) ti­caretlerden elde ettikleri menfaatin yerini ciz­ye almış oldu. Allah Teâlâ bu durumu açıkla­mak üzere şöyle buyurdu:

'Allah'a ve âhiret gününe iman etmeyen­lerle savaşın!' (Tevbe, 29)

Allah bunu müslümanlara helâl edince, müslümanlar, müşriklerden elde ettikleri tica­retin yerine Allah'ın bunu ihsan ettiğini anla­dılar ve eski üzüntü ve kaygıları böylece ber­taraf edilmiş oldu."

|Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî.]

6992- Ali radiyallahu anh'dan:

Ona: "Hac mevsiminde hangi mesajlarla (emirlerle) gönderildin?" diye sordular; şöyle cevap verdi:

"Dört şeyle gönderildim: Kabe'yi hiçbir çıplak tavaf etmeyecek, Allah Resulü ile ara­sında anlaşması olan kimsenin (müşriğin), bu anlaşması süresinin sonuna kadar devam ede­cektir. Anlaşması olmayana dört ay süre veri­lecektir. Cennete ancak inanmış (mü'min) ki­şi girecektir. Bu yıldan sonra müşriklerle mü'minler bir araya gelmeyeceklerdir."

[Tirmizî]

6993- Câbir radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ci'râne umresinden döndüğü zaman, Ebû Bekr'i emîr olarak hacca gönderdi. Biz onun­la (Ebû Bekr'le) beraber geldik. el-Arec deni­len mevkiye varınca, sabah ezanını okudu. Tekbir almak için durunca, arkasında bir deve sesi duydu. Tekbir almaktan vazgeçti ve: 'Bu, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in Ced'â' adındaki devesinin sesidir' dedi. "De­mek ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de hacca karar vermiş. Eğer Ced'â1 devesinin üstündeki şahıs Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ise onunla beraber namaz kılarız' dedi. Bir de baktık ki Ced'â'mn üstündeki şa­hıs Ali imiş. Ebû Bekr ona şöyle dedi: 'Hac emîri misin yoksa elçi misin?' 'Elçiyim. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem beni hac mahallerinde halka Berâe sûresini okumam için gönderdi' diye cevap verdi. Nihayet Mekke'ye geldik.

Terviye gününden bir gün önce Ebû Bekir ayağa kalkıp halka hitap etti. Onlara haccın nasıl yapılacağını anlattı. Konuşmasını biti­rince Ali ayağa kalkıp halka Berâe sûresini sonuna kadar okudu. Sonra Kurban Bayramı günü geldi; hep birden Arafat'tan hareket et­tik. Ebû Bekr dönünce, halka Arafat'ı lerket-me âdabını, nasıl kurban keseceklerini ve hacla ilgili diğer konuları anlattı. Konuşması bitince Ali kalktı ve halka Berâe'yi sonuna kadar okudu. Mina'dan Mekke'ye dönüş gü­nü gelince, Ebû Bekr yine ayağa kalkıp halka şeytanı nasıl taşlayacaklarını ve hacla ilgili diğer konulan anlattı. Onu müteakip Ali de kalkıp insanlara (son bir defa) Berâe sûresini sonuna kadar okudu." [Nesâî]

6994- Huzeyfe radiyallahu anh'dan: "Küfrün liderleriyle savaşın, çünkü onla­rın yeminleri yoktur" mealindeki âyete (Tev-be, 12) muhatap olanlardan üç; münafıklardan da sadece dört kişi kaldı. Bir bedevi dedi ki:

"Siz Muhammed'in arkadaşları, bizlere bazı haberler veriyorsunuz. Ancak biz onun ne olduğunu anlayamıyoruz. 'Münafıklardan ancak dört kişi kaldı' diyorsunuz; peki, bizim evlerimize hücum edip soyanlar, mallarımızı alıp götürenler kimlerdir öyleyse?"

Cevap verdi: "Onlar fasıklardır. Evet mü­nafıklardan ancak dört kişi kaldı. İçlerinden birisi de içtiği soğuk suyun soğukluğunu his-sedemiyecek kadar kendinden geçmiş yaşlı bir adamdır." |Buhârî|

6995-  en-Nu'mân bin Beşîr radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in minberinin yanındaydım; bir adam dedi ki:

'İslâm'dan sonra hacılara su vermekten başka hiçbir amel işlemesem aldırmam.'

Diğer biri de şöyle dedi: "Mescid-i ha-ram'ı imar etmekten başka hiçbir amelde bu-lunmasam aldırmam.' Diğer birisi de: 'Allah yolunda savaşmak, anlattıklarınızdan Üstün­dür.' Ömer ise onları menetti ve şöyle dedi: 'Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in minberinin yanında yüksek sesle konuşma­yın! Bugün cumadır. Cumadan sonra gider, Allah Resulüne sizin ihtilâf ettiğiniz şeyi sorarım.' Bunun üzerine: 'Siz hacca gelenlere su vermeyi ve Mescid-i haram'in imarını Al­lah'a iman edenlerle bir mi kabul ettiniz?' mealindeki (iman ve cihadın faziletini beyan eden) âyet (Tevbe 19) nazil oldu." [Muslim]

6996- Adiyy bin Hatim radiyallahu anh'-dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e boynumda altından yapılmış bir haç olduğu halde geldim.

Buyurdu ki: 'Ey Adiyy! Boynundan bu pu­tu çıkar at!' Ve bu sözün ardından şöyle dedi­ğini duydum: 'Allah'ı bırakıp alimlerini ve ruhbanlarını birer rab edindiler.' (Tevbe, 31)

Sonra buyurdu ki: 'Gerçekte onlar, ruh­banlara ibadet etmiyorlardı. Ancak ruhban­lar, (Allah'ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için helâl kılınca onlar da hemen helâl sayı­yorlardı. (Allah'ın helâl kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram sayı­yorlardı'."  [Tirmizî]

6997- Zeyd bin Vehb'den:

Rebeze'ye uğradım; baktım ki Ebû Zer orada. Ona şöyle dedim:

"Seni burada konaklandıran sebep nedir?" Cevap verdi:

"Ben Şam'daydım. Muâviye ile şu âyetin hükmünde ihtilâf ettik:

'Altın ve gümüş biriktirip de onları Allah yolunda harcamayan/ar var ya...' (Tevbe, 34-5)

Muâviye dedi ki: 'Bu âyet Kitab ehli hak­kında nazil olmuştur.'

Ben dedim ki: 'Bu âyet hem onlar ve hem de bizim hakkımızda nazil olmuştur.'

Bu hususta onunla bayağı tartıştık. Bunun üzerine tutup Osman'a bir mektup yazıp beni şikayet etti. (Halife) Osman da benim Medi­ne'ye gelmemi emretti. Ben de Medine'ye geldim. Sanki beni önceden görmemişler gibi hasretlerini gidermek için halk başıma üşüştü. Bunu Osman'a anlatınca, bana dedi ki: 'İster-

sen buraya yakın bir yere git!' İşte beni bura­da oturtan sebeb budur. Başıma Habeş'li bir adamı emîr yapsalar bile ben onu dinler ve itaat ederim." |Buhârî|

6998- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Altın ve gümüş biriktirenler var ya..." âyeti (Tevbe, 34) nazil olduğu zaman bu, müs-lümanlara ağır geldi. Ömer dedi ki: "Ben şim­di sizin üzüntünüzü gideririm." Hemen Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e gidip şöy­le dedi: "Ey Allah'ın Nebîsi! Bu âyet, ashabı­na ağır geldi." Şöyle buyurdu: "Allah, zekâtı ancak, kalan mallarınızın (kirinin) aklanması için farz kılmıştır. Allah, sizden sonrakilere kalması için mirası farz kılmıştır. Sizden sonra gelenlere ait bir kelime zikretmiştir." Bunun üzerine Ömer "Allahü Ekber!" dedi. Sonra ona (Ömer'e) şöyle buyurdu: "Kişinin hazine ola­rak saklayabileceği en güzel şeyi sana bildire­yim mi? İşte o, saliha bir kadındır; bakınca ona hoşnutluk verir, emredince ona itaat eder.

Yanında bulunmadığında hem namusunu, hem de onun malını muhafaza eder," [Ebû Dâvud]

6999- İbn Amr bin eJ-Âs radiyallahu anh'dan:

"Araplar, bir yıl bir ayı, bir yıl da iki ayı helâl sayarlardı. (Bu aylar) hacca ancak yirmi altı senede bir kere isabet ederlerdi. Allah'ın Kitab'mda zikrettiği Nesî' işte budur. Ebû Bekr'in insanlarla hacca çıktığı yıl, o yıla rastladı. Allah da o yıl yapılan hacca Hacc-ı Ekber adını verdi. Sonra ertesi yıl Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hacca gitti. İnsan­lar hilâlleri karşılayınca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'Zaman (ar­tık) Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü devrine erişti."

Taberânî, Mu' cemu'l-Evsat'ta.

Derim ki: Galiba bu, her otuzalti senede bir olmaktadır.

Onların Nesi' yapmalarının sebebi hac mevsiminin hasat ve meyvelerin çok olduğu zamana gelmesini isteyip hasatlarını ve meyvelerini hacılara satma düşünceleridir. Aslın­da bunun yaklaşık her otuz altı senede bir Zi'1-Hicce'nin dokuzuna rastlaması gerekirdi. Bir yıl Muharrem ayını helal, ikinci yıl, Mu­harrem ayı ile Safer'i helâl, üçüncü yıl yalnız Muharrem'i helal, yapıp üç yılda Zi'l-hic-ce'nin dokuzunda hac yaparlardı. Sonra dör­düncü yıl, Safer ile Rebi'i helal, beşinci yıl da yalnız Safer'i helâl, altıncı yılda Safer ile Re­bi'i helâl yapıp bu üç senede Muharrem'm dokuzunda hac ederlerdi. Diğer kalan yıllarda da böyle yaparlardı. Zi'1-Ka'de'nin dokuzuna haccın dönmesi ancak bu müddette olabili­yordu. İşte hadisi böyle yorumlarsak, manası sahih olur. Allah en iyi bilendir."

7000- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Allah'a ve âhiret gününe iman edenler.... senden izin istemezler" mealindeki ayeti (Tevbe, 44), Nûr sûresinde yer alan; "Allah'a ve Resulüne İman edenler..." "...Bağışlayıcı­dır, merhamet edicidir" âyeti (Nur, 62) nes-hetmiştir. |Ebû Dâvud|

7001-  Ebû Mes'ûd el-Bedrî radiyallahu anh'dan:

"Sadaka (zekât) âyeti (Tevbe, 103) inince, biz sırtımızda (ücret karşılığında yük) taşırdık (ta kazandıklarımızdan sadaka verirdik). Bir adam gelip bir çok şey lasadduk etti. Onun hakkında riyakâr dediler. Başka biri gelip sa­dece bir sa' tasadduk etti.

Bu defada: 'Allah'ın bu adamın sâ'ma ih­tiyacı yoktur.'dediler.

Bunun üzerine: 'Sadaka vermekte gönül­den davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimselere bu davranışlarının cezasını Allah verir; onlara can yakıcı azap vardır' âyeti (Tevbe, 79) nazil oldu."

[Buhârî, Müslim ve Nesâî]

7002- İbn Ömer radiyallahu anh'dan: "Abdullah yani İbn Ubeyy bin Selûl vefat ettiği zaman, oğlu Abdullah, Peygamber sal-lallahu aleyhi ve sellem'e gelerek, babasını kefenlemek için ondan gömleğini istedi; ver­di. Sonra namazını kıldırmasını da rica etti, tam namazını kılmaya hazırlanırken Ömer: 'Ey Allah'ın Resulü! Allah seni onların nama­zını kılmaktan alıkoyduğu halde, sen onun na­mazını kılacak mısın?' diyerek elbisesinden çekti. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyur­du: 'Bu hususta Allah beni muhayyer kılıp söyle buyurmuştur: 'Onlar için ister istiğfar et, ister etme, yetmiş kere istiğfar etsen de Al­lah onları bağışlamaz.' (Tevbe, 80) Ben yet­mişten de fazla istiğfarda bulunacağım."

Ömer: 'O bir münafıktır' dedi. Buna rağ­men onun namazını kıldı, fakat Allah şu âye­ti inzal buyurdu: 'Onlardan ölen hiçbirinin namazını asla kılma!..' 'Fâsık'a kadar." (Tev­be 84) [İkisi de Buhârî, Müslim ve Nesâî'ye aittir]

7003-   O  (Nesâî), Buhârî ve Tirmizî, Ömer'den benzerini rivayet etliler.  Orada şöyle geçmektedir:

"Sen İbn Übeyy'in namazım mı kılacak­sın? Falan gün şöyle şöyle, böyle böyle deme­di mi?" Ömer, böylece birçok şeyler sayıp döktü. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gülümsedi ve şöyle dedi: "Geri çekil ey Ömer!" Ben ısrar edince, niha­yet şöyle dedi: "Allah beni muhayyer kıldı."

Hadisin benzerini rivayet etti.

Onda ayrıca şöyle geçer: Ömer dedi ki: "Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e karşı o günkü cüretime hâlâ şaşıyorum. Allah ve Resulü daha iyi bilir."

7004- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan:

"Çevrenizdeki bedeviler içinde münafık­lar ve Medineliler içinde de münafıklıkta di­renenler vardır. Onları siz değil, ancak biz biliriz. Kendilerine iki defa azap edeceğiz. On­lar sonra da büyük bir azaba uğratdırlar" (Tevbe 101)(âyeti nazil olunca) Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem cuma günü hutbe­ye çıkıp şöyle buyurdu: "Ey Fülan! Kalk ve Çik! Çünkü sen münafıksın." Başka birine de "Ey Fülan! Kalk, sen de çık! Sen de münafık­sın" dedi. Münafıkların bir bir isimlerini sa­yarak kaldırdı ve onları mescidden çıkartıp rezil etti. (Hz.) Ömer işi olduğu için o Cu-ma'ya biraz geç gelmişti, bu durumdan habe­ri yoktu, onların mescidden çıktıklarını gö­rünce, "Herhalde namaz bitti, cemaat mescid­den çıkıyor" zannetti. Bu nedenle onlara gö­rünmedi. Onlar da, "Ömer bizim durumumu­zu biliyor" diyerek utançlarından Ömer'den kaçtılar. Nihayet Ömer mescide girdi, cema­atin henüz çıkmadığını görünce, şaşırdı. Bİr adam ona şöyle dedi: "Müjde ey Ömer! Allah bugün münafıkları rezil etti. İşte bu birinci azap günüdür. İkinci azap ise kabir azabıdır."

|Taberânî, A/h'cemıı'I-Evsat'ta. zayıf bir senedle.]

7005- Ali radiyallahu anh'dan:

"Bir adamın müşrik olan ana ve babası için mağfiret dilediğini duydum.

Dedim ki; 'Müşrik oldukları halde ana ve baban için mağfiret mi diliyorsun?'

'İbrahim de müşrik olan babası için istiğ­far etmiştir' diye cevab verdi. Ben de bunu gi­dip Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e anlatınca, 'Ne peygambere ve ne de iman edenlere, müşrikler için istiğfar etmeleri ya­raşır' mealindeki âyet (Tevbe,113-4) nazil ol­du." [Tirmi/.î ve Nesâî.f

7006- Kâ'b bin Malik radiyallahu anh'dan: "Tebuk harbi hariç, Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'in çıktığı savaşların hiç­birinden geri kalmadım. Gerçi Bedir harbin­de de bulunmadım. Ancak Allah Resulü sal­lallahu aleyhi ve sellem Bedir'de bulunma­yanların hiçbirini kınamadı. Zira o, (savaş­mak için değil) Kureyş kervanının yolunu kesmek için çıkmıştı. Nihayet Allah onlarla

düşmanlarını beklenmedik bir anda karşı karşıya getirivermişti.

İslâm üzere andlaştığımızda Akabe gece­sinde onunla beraberdim. Halk Bedir savaşı­nı Akabe biatmdan çok anmakta ise de ben akabe'de hazır bulunmayı, Bedir'de hazır bu­lunmaya değişmem, Tebuk'da bulunmama­mın sebebi ise yoksulluğum değildir. Ben hiçbir zaman o günkü kadar güçlü ve zengin olmamıştım.

Çünkü ben iki deveyi ancak o harpte bir araya getirebildim. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, bir savaşa niyet ettiği zaman kapalı ifadeler kullanarak asıl hedefini belli etmezdi. Fakat bu savaşta öyle yapmadı. Al­lah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, sıcak bir mevsimde, uzak bir yerde, kalabalık bir ordu ile karşılaşmak için savaşa çıkacaktı.

Bu durumu müslümanlara açıkladı ve tam manâsıyla savaş için hazırlanmalarını emretti. Herkes elinden geldiğince hazırlandı. Müslü­manlar Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel­lem'in etrafında bayağı bir kalabalık ordu ha­line gelmişti. Askerlerin künyelerini kayıt defteri almıyordu. Hakkında bir vahiy iner korkusuyla kimse o harbe katılmamazhk ede­medi. Tam meyvelerin olduğu, gölgelerin ço­ğaldığı bir mevsime rastlamıştı o savaş. Ben de meyvelere ve gölgelere vurgundum. Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem müslü-manlarla beraber yola hazırlanırken, ben de yanlarına varıyordum; fakat hiçbir hazırlık yapmadan geri dönüyordum.

İçimden 'Ben de bu harbe istersem katıla­bilirim' diyordum. Fakat bir türlü karar vere-miyordum. Böyle kararsızlık içinde kıvranıp dururken iş, ciddiye bindi, Allah Resulü sal­lallahu aleyhi ve sellem yanındaki müslüman-larla beraber tam olarak hazırlandı. Ben daha hiç bir şey yapmamış, en ufak bir hazırlıkta bulunmamıştım.

O hal içinde düşünüp dururken, Allah Re­sulü sallallahu aleyhi ve sellem beraberinde-

kilerle yola çıktı. Varıp onlara yetişmek iste­dim fakat heyhat! Keşke gidip yetişebüsey-dim! Ne yazık ki bu, bana mukadder ve mü­yesser olmadı.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in harbe çıkışından sonra, geride kalan münafık damgalı, ya da harpten affedilen mazur kim­selerle durmanın, onları görmenin cidden be­ni üzeceğini anladım.

Öte yandan Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem Tebuk'e varıncaya kadar beni anmamış.

Tebuk'ta halkın arasında otururken, demiş ki; 'Hani Kâ'b bin Mâlik nerede? Neden katıl-tnadı?' Selemeoğullanndan bir adam şöyle de­miş: 'Ey Allah'ın Resulü! Onu galiba iki hır­kası ile ve o iki çalımlı bakışı alıkoymuştur.'

Ona Muâz bin Cebel şöyle müdahale et­miş: 'Ne kötü konuştun! Ey Allah'ın Resulü! Vallahi biz o adamı iyi bir insan olarak tanıyo­ruz.' Bunun üzerine Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem sükût buyurmuş. Allah Resu­lü sallallahu aleyhi ve sellem böyle dururken aniden uzakta üstü başı bembeyaz olmuş bir adam görünmüş ve ona: 'Galiba sen Ebû Hay-seme'sin' buyurmuş. Evet hakikaten de o, Ebû Hayseme el-Ensarî imiş. Münafıkların dil ile sataştıkları, sefer hazırlığı sırasında bir sa' hur­mayı tasadduk eden kişi olan Ebû Hayseme.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in Te-buk'ten dönüşünü duyunca, beni bir hüzün aldı.

Onun öfkesinden kurtulmak için ne yalan uydurayım diye düşünüp durdum. Ailemden aklı erenlere danışmak istedim. Fakat ne ya­parsam onun elinden kurtulamayacağımı, ya­lanlarımın bir fayda vermeyeceğini anlayınca, böyle bir düşünceden vazgeçtim. Doğrusunu söylemeye karar verdim.

Nihayet Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in geldiğini haber aldım. O sallallahu aleyhi ve sellem, seferinden döndüğü zaman önce Mescid'e girip iki rek'at namaz kılardı. Sonra oturup insanlarla konuşurdu. Nitekim

bu defada öyle yaptı, insanlarla konuşurken, harbe katılmayanla!' gelip binbir yeminle on­dan Özür dilemeğe başladılar. Bunlar seksen küsur kişi idiler. Onların özürlerini kabul etti, biatlarını aldı ve onlar için Allah'tan bağışlan­ma diledi. İçyüzlerini de Allah'a havale etti. Ben gelip selâm verdim, selâmımı kızmış bir halde tebessüm ederek aldı. Sonra "Gel yanı­ma!" dedi; yürüyerek varıp önünde oturdum. Sordu:

'Neden geride kaldın? Sen (Akabe'de) bi­at etmek suretiyle itaat etmeyi yüklenmiş değil miydin?' Cevap verdim:

'Ey Allah'ın Resulü! Eğer ben senden başkasmın önünde otursaydım, bin bir yalan uydurarak ve yemin ederek suçumdan kurtu­lurdum. Kendi kendimle çok mücadele ver­dim. Lâkin anladım ki eğer sana bugün yalan söylersem, mutlaka Allah sana, bana gazap edeceği bir şey bildirecektir. Doğrusunu söy­lersem, bu defa bana darılıp güceneceksin. Onun için Allah'ın affını dilerim, bugün be-

yan edecek makul bir özrüm yoktur. Harbe katılmadığım zaman durumum çok iyi idi, hatla ondan önce durumum o kadar iyi değil­di. Fakat o gün imkânlanm ve hâli vaktim ga­yet yerindeydi.' Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'İş­te bu, doğru söyledi. Haydi kalk, Allah hak­kında hüküm verinceye dek bekle!'

Selemeoğullarından bazıları yerlerinden fırlayıp başıma üşüştüler ve dediler ki: 'Vallahi bugüne kadar hiç suç işlediğini bilmedik ve görmedik. Diğerleri gibi bir özür beyan edemez miydin? Onlar gibi konuşmaktan aciz miydin?

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel-lem'in senin için istiğfarda bulunması güna­hının affma yeterdi.'

Benimle o kadar ısrarlı konuştular ki ner-deyse geri dönüp Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e yalan söyleyecektim. Son­ra onlara şöyle dedim:

'Benim gibi harbe katılmayan kimse oldu mu?'

'Evet; iki adamın başına aynı şey geldi. Onlar da senin dediğin gibi dediler. Onlara da sana söylenildiği gibi söylendi.'

'Peki kimdir onlar?'

'Mürâre bin er-Rebî' ile Hilâl bin Ümeyye el-VâkıfP deyip bana Bedir savaşına iştirak etmiş olan iki salih kişiyi zikrettiler. Onlar ör­nek insanlardı. Onların isimlerini duyunca ge­ri dönüp Özür beyan etmekten vazgeçtim. Derken Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel­lem kendisiyle savaşa katılmayanlardan sade­ce üçümüzle konuşmaktan insanları menetti. Herkes bizden uzaklaştı. Kimseden bir güler yüz görmedik, yeryüzü bana dar gelmeye baş­ladı, nereye gideceğimi, kime baş vuracağımı bilemez hale geldim. Tam elli gün böyle kal­dık. Ama o iki arkadaşım evden dışarı çıkma-dılar, devamlı olarak ağladılar. Ben ise onla­rın en genç ve en güçlüsü idim, dışarıya çıkı­yor, insanlarla buluşuyor, namazlara katılıyor, sokaklarda dolaşıyordum, lâkin kimse benim­le konuşmuyordu.

Namazdan sonra yerinde oturmakta olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e varıp selâm veriyordum. İçimden: 'Selâmımı alarak dudaklarım kıpırdatacak mı?' diyordum.

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel-lem'in yakınında namaz kılıyordum, bana ba­kıp bakmayacak mı diye onu gözlüyordum; namaza durduğum zaman bana bakıyordu. Yüz yüze geldiğimizde benden yüz çeviriyor­du. İnsanların ve Allah Resulü sallallahu aley­hi ve sellem'in bu tavrı bana çok ağır gelmiş, artık dayanamaz olmuştum. Nihayet gidip çok sevdiğim amcazadem Ebû Katâde'nin bostanına girip selâm verdim, (selâmımı) al­madı. Ona şöyle dedim:

'Ey Ebû Katâde! Allah aşkına söyle, Al­lah'ı ve Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'i sevdiğimi biliyorsun değil mi?' dedim, fakat sustu cevap vermedi. Tekrar ona and verdim,

gene sustu. Döndüm, yine and verdim. Bu de­fa şöyle dedi: 'Allah ve Resulü bilir.' Bunu duyunca gözlerim dolu dolu oldu. Dönüp du­varı tırmanarak dışarıya çıktım.

(Bir gün) Medine pazarında öyle üzgün üzgün dolaşırken, Medine'ye bir yiyecek sat­maya gelmiş Şam ahalisinden bir Nabatî adam:

'Bana Ka'b bin Mâlik'i gösterecek kimse yok mudur?' diye seslenmiş, halk da beni gös­termiş; adam gelip bana Gassan kralından bir mektup getirip verdi.

Okur yazardım. Açıp mektubu okudum, meklub aynen şöyleydi:

'Duyduğuma göre arkadaşın Muhammed sana cefa ediyormuş, sığınacak yer mi yok, kalk bana gel! Ülkemde kal, rahat edersin.' Bunu duyunca dert ve belâm bir kat daha art­tı. Hemen o mektubu fırına atıp yaktım. Ara­dan tam kırkgün geçmiş ve ben hakkımda vahyin geleceğini bekliyordum. Baktım ki Al­lah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in gön­derdiği bir adam bana geliyor. Dedi ki: 'Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem karını uzaklaştırmanı sana emrediyor.' Dedim ki: 'Boşayayım mı? Ne yapayım!' 'Boşama, sa­dece ondan uzak dur!' dedi. O İki arkadaşıma da aynı haberi göndermiş.

Bunun üzerine hanımıma: 'Haydi babanın evine git, Allah bu hususta hükmünü verince­ye kadar orada kal!' dedim.

Derken Hilâl'in karısı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellenı'e gelip dedi ki: 'Hilâl perişan bir durumdadır, hizmetçisi de yoktur, benim ona hizmet etmemde bir sakınca görür müsün?'

'Hayır, lâkin sana yaklaşmasın' buyurdu.

'Vallahi onun yaklaşacak bir durumu yok, çok bitkin bir halde. Vallahi bu hadise başına geldiği günden beri ağlıyor.' Ailemden biri bana dedi ki: 'Allah Resulü sallallahu aleyhi

ve sellem'den hanımına, sana hizmet etmesi için izin vermesini isleyebilirsin. Zira Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem Hilâl'İn hanımına, ona hizmet etmesi için izin vermiş­tir.' Ben de şöyle dedim: 'Bu hususta Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'den izin îs-leyemcm, izin istediğim zaman ne diyeceğimi de bilemem; sonra ben gencim, kendi işimi kendim görürüm.'

On gün daha aradan geçti; böylece bize konuşma yasağı konulmasından bu yana tam elli gün tamamlanmış oldu. Ellinci günün sa­bahında, sabah namazını evlerimizin birinin üstünde kıldım.

Allah'ın da hakkımızda zikrettiği gibi (Tevbe, 117-119) yeryüzü bize dar gelmiş bir hal üzere otururken, avazının çıktığı kadar yüksek sesle bağıran Sela' dağı üzerine biri­nin çıkmış şöyle dediğini duydum: 'Ey Kâ'b bin Mâlik, müjde!'

Hemen şükür secdesine kapandım. Bu sı­kıntıdan artık kurtulduğumu anlamıştım. Allah Resulü sallallalıu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırdığında, Allalı'm bizi affettiği­ni halka ilan etmiştir. Herkes bize müjde ver­mek için koşuşmuş. İki arkadaşıma da müjde­ciler gitmiş. Bana Eslem'li birisi atını dörtnal koşturup gelerek ve dağın tepesinden, attan daha hızlı giden bîr sesle 'Müjde ey Kâ'b bin Mâlik!' diye bağıran bir adam gelmiş.

Bana bu müjdeyi veren kişi gelince, se­vinçten elbiselerimi çıkarıp müjde olarak ona verdim. Kendim başka bir yerden ödünç elbi­se alıp giydim, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i ziyaret etmek amacıyla yola ko­yuldum. Yolda insanlar beni fevc fevc karşıla­dılar. Hepsi beni kutladı, 'Ne mutlu sana Al­lah senin tevbeni kabul edip yaılığadı' dedi­ler. Nihayet Mescid'e girdik. Baktım Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in etrafını halk çevirmiş. Hemen Talha bin Ubeydullah yerinden fırladı, gelip benimle musafaha edip, beni tebrik etti. Vallahi muhacirlerden, ondan başka hiç kimse (benim için) ayağa

kalkmadı. —Kâ'b, Talha'mn bu inceliğim hiç unutmazdı—

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e selâm verdiğimde yüzü sevinçten panldıyor-du. Şöyle buyurdu: 'Annen seni doğurduğu günden bugüne kadar karşılaşmadığın bir ha­beri sana müjdeliyorum.' Dedim ki:

'Bu Allah'tan mı, yoksa senden mi ey Al­lah'ın Resulü?'

'Allah'tan' dedi.

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem bir şeye sevindiği zaman, mübarek yüzü Ay parçası gibi parıldardı. Biz (sevincini) bundan anlardık. Önünde oturunca, dedim ki:

'Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın beni bağış­lamasından ötürü tüm malımı Allah yolunda bağışlayayım mı?'

'Bir kısmını yanında alıkoy. Bu senin için daha iyi olur' buyurdu.

Dedim kî: 'Öyleyse Hayber'de elde etti­ğim malımı tutayım.' Sonra şöyle dedim: 'Ey Allah'ın Resulü! Allah benî doğru söylediğim için kurtardı. Öyleyse sağ olduğum müddetçe doğruluktan ayrılmayacağıma Allah'a söz ve­riyorum. Doğru sözlerinden dolayı Allah'ın hiç kimseyi benim kadar (doğru konuştuğum için) ödüllendirdiğini bilmiyorum. Vallahi Al­lah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e söy­lediğim günden bu yana hiçbir yalana teves­sül etmedim. Çok ve ama çok mutluyum. Bu­günden sonra da Allah'ın beni ölünceye dek yalandan korumasını dilerim.'

Bunun üzerine Allah şu âyetleri inzal bu­yurdu:

'And olsun ki Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalpleri kaymak üzereyken, Pey-gamber'e uyan muhacirlerle Ensâr'ın ve Peygamber'in tevbelerini kabul etti. Tevbele-rini, onlara karsı şefkatli ve merhametli oldu­ğu için kabul etmiştir.

Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek, nefisleri kendilerini sıkıştırıp. Al-

lah'tan başka sığınacak kimsenin olmadığını anlayarak, savaştan geri kalan üç kişinin de tevbesini kabul etti. Allah, tevbe ettikleri için onların tevbesini kabul etmiştir. Çünkü o tevbe-leri kabul eden ve merhametli olandır.

Ey inananlar, Allah'tan sakının ve doğru­larla beraber olun!' (Tevbe, 117-119)

Allah'ın beni İslâm'a hidayet ettiği gün­den beri bu kadar büyük bir nimete ve mutlu­luğa nail olmamıştım. Hele Allah Resulü sal-lallahu aleyhi ve sellem'e karşı doğru dav­ranmamın semeresini elde etmem yok mu, bana bambaşka mutluluk vermiştir. Çünkü ben de ötekiler gibi yalan söyleseydim onla­rın âkibetine uğrayacaktım, onlar gibi helak olup gidecektim; zira Allah onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

'Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler. Yaptıklarının kar­şılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olasınız diye size and verirler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile Al­lah, yolundan çıkmış kimselerden razı olmaz,' (Tevbe, 95-96)

İşte biz üç kişi yemin ettiklerinde Allah Resulünün yeminlerini kabul ettiği kişilerden değildik; Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem de onların biatlerini kabul edip onlar için istiğfar etti. Fakat bizim işimizi Allah'a havale etti. Allah'ın hükmüne bıraktı. Allah da 'geri kalmış üç kişi' kavl-i şerifinde belir­tildiği gibi bizi affetti. Bizi yalan yere yemin edenlerden ayırdı, bizim harpten geri kalma­mızdan söz etmedi. Buna karşılık Peygambe­rimizin bizi o yemin edenlerden, özürlerini kabul ettiği kimselerden ayırıp geri erteleme­si ve Allah'ın hükmünü hakkımızda bekleme­sinden söz etti."

7007- Diğer rivayet:

"Benim en önem verip kaygılandığım şey; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den önce Ölüp de onun benim namazımı kılmama­sı ya da, Allah Resulü sailallahu aleyhi ve sel-lem'in ben böyle perişan halimdeyken ölme­si. Çünkü şu anda benimle hiç kimse ne konu-

şuyor, ne selâm veriyor ve ne de bana kimse dua ediyor.

Ben böyle düşünüp dururken, gecenin an­cak üçte biri kaldığı zaman, Peygamber sallal­lahu aleyhi ve sellem, benim işimle ilgilenen çok iyi bir kadın olan Ümmü Seleme 'nin ya-nındayken Allah levbemizi kabul edip bizi af­fettiğine dair âyeti indirdi. Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: 'Kâ'b af­fedildi.' Ümmü Seleme dedi ki: 'Hemen ona haber salıp müjde vereyim mi?' Şöyle buyurdu:

'Şimdi bunu yaparsan, insanlar başına üşüşür, sizi rahat bırakmaz ve gecenin kalan kısmındaki uykunuzdan olursunuz'."

7008- Diğer rivayet:

"Kâ'b, yahut Ebû Lübâbe ya da Allah'ın dilediği (başka) kimse şöyle dedi:

'Benim tevbem ancak, günah işlediğim kavmimin yurdunu terk etmem, yahut da tüm malımı sadaka olarak dağıtmamdır' (dediğim­de) şöyle buyurdu:

'Malının üçte birini sadaka olarak dağıt­man sana yeter'."

[Mâlik hariç, altı hadis imamı.]

7009- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Eğer harbe gitmezseniz (kaçarsanız), si­zi elim bir azapla azablandınr" mealindeki âyetle (Tevbe, 39), "Medinelilerin çevrelerin­deki Bedevilerin Allah Resulü sallallahu aley­hi ve sellem'den (harpten) geri kalmaları ya­raşmaz"   mealindeki   âyeti   (Tevbe,   120) "Mü'minlerin hepsinin tüm olarak harbe çık­maları gerekmez" mealindeki âyet (Tevbe, 122) neshetmiştir. [Ebû Dâvud]

7010- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: Necde bin Nufey ona; "Eğer siz harbe çıkmazsanız sizi elim bir azapla azaplandı-rır" mealindeki âyet (Tevbe, 39) hakkında sordu. O şu cevabı verdi: "Allah onlara yağ­mur yağdırmadı ve bu, onların elim azabı ol­du." [İkisi de Ebû Davud'a ailtir]

7011-Abdullah bin ez-Zübeyr radiyallahu anh'dan:

"el-Haris bin Huzeyme, Berâe (Tevbe) sû­resinin "Lekad câeküm Resulün min enfüsi-küm (-Andolsun ki içinizden öyle bir pey­gamber gelmiştir ki...)' İle başlayan son iki âyetini (Tevbe 128-9) Ömer'e getirdi.

Ömer dedi ki: 'Seninle beraber bunu bilen var mıdır?'

'Bilmiyorum, lâkin vallahi ben bu iki âye­ti Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'den dinleyip ezberlediğime şehadet ederim.'

Ömer: 'Ben de bunu Allah Resulü sallalla­hu aleyhi ve sellem'den dinlediğime şehadel ederim' dedi. Sonra sözüne şunu da ekledi: 'Eğer bunlar üç âyet olsaydı başlıbaşına bir sûre yapardun. Kur'ân'dan bir sûre bakın ve bunu onun içine koyun.' dedi. Bunun üzerine biz bunu Berâa sûresinin sonuna koyduk."

[Ahmed, İbn İshâk'ın tedlisi ile.]

7012- Ubeyy radiyallahu anh'dan: "Lekad câeküm Resulün min enfüsikum"

âyeti (Tevbe, 128-9) en son inen âyettir.

(Abdullah) İbn Ahmed ve Taberânî, Mu' cemu'l-Kebîr'de leyyin bir senedle.

7013- Ubeyy radiyallahu anh'dan: "Onlar Kur'ân'ı Ebû Bekr'in zamanında

mushaflarda cem ettiler. Ubeyy onlara yazdı­rıyordu. 'Summe'n sarefû sarafallahu kulûbe-hum bi ennehum kavmün lâ yefkahâri âyetine (Tevbe, 127) gelince, bunun Kur'ân'm en son inen âyeti olduğunu ileri sürdüler. Bunun üze­rine Ubeyy onlara dedi ki: 'Peygamber sallal­lahu aleyhi ve sellem bundan sonra bana iki ayet daha okuttu: 'Le kad câeküm Resulün min enfüsikum... Ve huve Rabbul-Arşil-Azîm'& kadar. İşte bu, Kur'ân'm en son inen âyetidir' dedi. Allah bununla kendisinden başka hiçbir ilah olmadığım, en son olarak ilan etmiştir. 'Senden önce hiç bir peygamber göndermedik ki ona şunu vahyetmiş olmayalım: Benden başka hiçbir ilah yoktur, Öyleyse bana ibadet edin!' âyeti (Enbiyâ, 25) de zaten bunu ifade etmiyor mu?"

[Abdullah İbn Ahmed.]


6986- Heysemî'ye göre râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VII, 28)

6987- Bu hadisi Ebû Dâvud (786) ve Tirmizî (3086), Avf b. e. Cümeyle an Yezîd el-Fârisî an İbn Abbâs asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

İsnâdı hakkında Tirmizî "hasen sahîh" hükmü verdi.

6988- Bu hadisi Buhârî (mağâzî 14/3, V, 22; tefsîr Enfâl 1, V, 199; tefsîr Haşr 1/1-2, VI, 58), Ebû Bişr an Saîd b. Cübeyr an İbn Abbâs asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6989-6990- Bu hadisi Buhârî (salât 10/2, I, 97; hac 67, II, 164; cizye 16, IV, 69; mağâzî 66, V, 115; tefsîr Tevbe 2-4, V, 202-3), Müslim (hac 435, s. 982), Ebû Dâvud (1946) ve Nesâî (hac 161, V, 234), ez-Zührî an Humeyd b. Abdirrahman an Ebî Hureyre asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

Lafızlar Buhârî'ye aittir.

6991- Bu rivayetin kaynağını tesbit edemedim. Ancak Beyhakî'in Sünen'inde (Iî, 185) yer almıştır.

6992- Bu hadisi Tirmizî (3092), İbn e. Ömer an Süfyân an Ebî İshâk an Zeyd b. Yusey' an Alî senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında "hasen" hükmü verdi.

6993- Bu hadisi Nesâî (menâsıku'l-hacc 187, V, 247-8), İsh. b. İbr. an Mûsâ b. Târık an İbn Cüreyc an Abdillah b. Osmân b. Huseym an Ebî'z-Zübeyr an Câbir senedi ile tahrîc etti.

6994- Bu hadisi Buhârî (tefsîr Tevbe 5, V, 203), Muh. b. el-Müsennâ an Yahyâ an İsmaîl an Zeyd b. Vehban Huzeyfe senedi ile tahrîc etti.

6995- Bu hadisi Müslim (imâret 111, s. 1499), Muâviye b. Sellâm an Zeyd b. Sellâm an Ebî Sellâm ani'n-Nu'mân asl-ı senedi ile tahrîc etti.

6996- Bu hadisi Tirmizî (3095), el-Hüseyn b. Yezîd an Abdisselâm b. Harb an Gutayf b. A'yen an Mus'ab b. Sa'd an Adî senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında "garîb" hükmü verdi.

6997- Bu hadisi Buhârî (zekât 4/2, II, 111, lafız buraya ait; tefsîr Tevbe 6, V, 203), Husayn an Zeyd b. Vehb asl-ı senedi ile tahrîc etti.

6998- Bu hadisi Ebû Dâvûd (1664), Osmân b. e. Şeybe an Yahyâ b. Ya'lâ en ebîhî an Gaylân an Ca'fer b. İyâs an Mücâhid an İbn Abbâs senedi ile tahrîc etti.

6999- Bu hadisin râvileri güvenilir kimselerden oluşmuştur (Mecma‘ VII, 29).

7000- Bu hadisi Ebû Dâvud (2771), Ah. b. Muh. b. Sâbit an Âlî b. Hüseyn an ebîhî an Yezîd en-Nahvî an İkrime an İbn Abbâs senedi ile tahrîc etti.

7001- Bu hadisi Buhârî (zekât 10/1-2, II, 114; tefsîr Berâa (Tevbe) 11, V, 205-6), Müslim (zekât 72, s. 706-7) ve Nesâî (zekât 48, V, 59), el-A'meş an Ebî Vâil an Ebî Mes'ûd asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

7002- Bu hadisi Buhârî (tefsîr Tevbe 12/1, 13/1, V, 206-7), Müslim (fadâilu's-sahâbe 25, s. 1865) ve Tirmizî (3098), Ubeydullah b. Ömer an Nâfi' an İbn Ömer asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

7003- Bu hadisi Buhârî (cenâiz 85/1, II, 100; tefsîr Tevbe 12/2, V, 206), Tirmizî (3097) ve Nesâî (cenâiz 69, IV, 67-8), ez-Zührî an Ubeydillah b. Abdillah b. Utbe an İbn Abbâs an Ömer asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

7004- Râvilerinden el-Hüseyn b. Amr b. Muh. el-Ankazî zayıf bir râvidir (Mecma‘ VII, 34).

7005- Bu hadisi Tirmizî (3101) ve Nesâî (cenâiz 102/2, IV, 91), es-Sevrî an Ebî İshâk an Ebî Halîl an Alî asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

Tirmizî'ye göre isnâdı hasendir.

7006-7007-7008- Bu hadisi Buhârî (vasâya 16, III, 192; cihâd 103/1-2, IV, 6; menâkıb 23/15, IV, 166; menâkıbu'l-Ensâr 43, IV, 250; mağazî 3, V, 4; 79, V, 130; tefsîr Tevbe 14, V, 207; 17, V, 208; 18, V, 209; 19, V, 210; istîzân 21, VII, 133; eymân ve'n-nüz‍r 24, VII, 232; ahkâm 54, VIII, 127), Müslim (tevbe 53, s. 2120-38), Ebû Dâvud (2202, 2773, 3317), Tirmizî (3102) ve Nesâî (talâk 18, VI, 152; nüz‍r 37, VII, 22), ez-Zührî an Abdirrahman b. Abdillah b. Kâ'b b. Mâlik an Abdillah b. Kâ'b an Kâ'b asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

İlk lafız Müslim'e; diğerleri Buhârî'ye aittir.

7009- Bu hadisi Ebû Dâvud (2505), Ah. b. Muh. el-Mervezî an Alî b. el-Hüseyn an ebîhî an Yezîd en-Nahvî an İkrime an İbn Abbâs senedi ile tahrîc etti.

7010- Bu hadisi Ebû Dâvud (2506), Osmân b. e. Şeybe an Zeyd b. el-Hubâb an Abdilmü'min b. Hâlid an Necde senedi ile tahrîc etti.

7011- Bu hadisi Ahmed (I, 199), Alî b. Bahr an Muh. b. Seleme an Muh. b. İshâk an Yahyâ b. Abbâd an ebîhî Abbâd b. Abdillah b. ez-Zübeyr senedi ile tahrîc etti.

7012- Bu hadisi İbn Ahmed (V, 117), Muh. b. e. Bekr an Bişr b. Ömer an Şu'be an Alî b. Zeyd an Yûsuf el-Mekkî an İbn Abbâs an Ubeyy senedi ile tahrîc etti.

7013- Bu hadisi İbn Ahmed (V, 134), Revh b. Abdilmü'min an Ömer b. Şakîk an Ebî Ca'fer er-Râzî ani'r-Rebî' b. Enes an Ebî'l-Âlîye an Ubeyy senedi ile tahrîc etti.


Bilal2009
Fri 12 July 2019, 10:57 am GMT +0200
Esselamü aleyküm Rabbim bizleri Kur an yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun

gulsahkilicaslan
Fri 12 July 2019, 11:10 am GMT +0200
 Rabbim bizleri Kur an yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun