- Tercümesi

Adsense kodları


Tercümesi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Thu 8 September 2011, 12:34 pm GMT +0200
Tercümesi:


194 - (55) Câbir (R.A) den mervîdir, Ömer bin elhattap (R.A) Resûlül-lah sallcllahü aleyhi veseİleme tevratdan bir nüsha ile geldi, dediki : Ya Resüiüllah! İşte bu Tevrattan bir nüshadır. Bunun üzerine Resûlüllah (S. A.V) sükût etti. Ömer (R.A) o sahifeyi okuyor idi, Resûlüllah saliallahü aleyhi vesellem-in yüzü değişiyordu.

Bunun üzerine, Ebû Bekir (R.A) dedi : Anaları yitiresi! Resûlüllah (S. A.V) in yüzünü görmüyormusun?!

—  İşte hemen Ömer (R.A) Resûlüllah (S.A.V) ,:n yüzüne bakdı ve derhal dediki : Allanın ve Resulünün gazabından Allaha sığınırım. Rab yönünden Allâha razı olduk. Din yönünden İslama ve nebi yönündende Muhammed (A.S) e râzi olduk.

—  Hemen Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :[310]

«Nefsi Muhammediyyem yedi kudretinde olan Allâha yemin ederim-ki, eğer size Musa (A.S) zuhur edip gelse ve ona, tâbi olup bana ittibâ-ı terk etseniz, mutlak ve muhakkak siz doğru yoldan dalâlete sapmış olur­sunuz. Eğer (Musa) dünyada sağ olsa ve benim nübüvvüvetjîme erişmiş ol­saydı, elbet bana tâbi olurdu.» [311]                 

 

İzahat


Yukardaki hâdiseli meselede de, dikkat edilmesi gereken pek çok mühim meseleler vardır. Şöylece sıralayıp açıklamaya çalışalım :

a  ) Hz. Ömer, Rasûlüllah sallallahü aleyhi vesellem efendimize tev­rattan bir nüsha getirib okuyor.

b  ) Hz. Ömer'in, bu okuması, kendisinin bu hususda acaba izni Ra-sul varmıdır? diye bir istîzan da bulunmak istediği ortaya çıkıyor.

c ) Fakat bu gaye ilede olsa. Benî İsrail hikâyelerine bir yoi açmak olacağından ve aynı zamanda en son kitabı ilâhî nurlu, kesin, ve açık hü­kümleri hâvi kur'anı kerim var iken bir çok bâtıllarla karışmış ve-tahrif edil­miş nüshalara bakmak uygun olmadığından, Rasülüllah sallallâhü aleyhi-vesellem efendimiz hemen gazablanıyor ve gazablandığına alâmet olarak-da, efendimizin yüzünün rengi değişiyor.

d) Rasûlüllâhın bu hâlini müşahede eden Hz. Ebûbekir de, derhal Hz. Ömer-e müdâhale ediyor ve arablarm örflerinde kullandıkları sitâyişli Dir kelime ife şöyle hitab ediyor:

«Anaları yttiresi, Rasûlüllâhın yüzünü görmüyormusun?»

e) Hz. Ebû Bekirin îkazından sonra Hz. Ömer hemen Rasûlüllâhın yüzüne bakıyor ve diyorki : «Allanın ve Rasûlünün gazabından Allâha sığı­nırım. Rab yönünden Allâha râzî olduk, din yönünden .Islama ve Nebi yönün­den de Muhammed (AS) e râzi olduk.»

Peygamber efendimizin huzurunda bulunan bu iki dostun durumları çok enterasandır. Birisi bir hata ve ayib bir işi yapınca, diğeri hemen kardeşini ikaz edib her ikisi de hak yolda birbirlerini uyararak hak yola sevk ediyor­lar. Uyaran zata karşı diğer dost da, en ufak bir üzülme olmadığı gibi He­men Rasûlüllahın huzurunda özür dileme de oluyorki, bu hal bizler için çok ibret amiz bir hâdisedir.

Esas dostluk böyledir. Birisi bir hata ve kusur işledimi, hemen diğeri uyarır ve uyarılan hata sahibi de, teşekkür ederek veya kusurunu itiraf ederek hemen tâkib ettiği yol ve amelden vaz geçer. Zira, «insana, noksa­nını bilmek gibi kâmili irfan olamaz.»

Elbet kemailı insanlardan, kâmil ve yüksek ahlak örnekliği görülür. Böyle kemallılardan nasibini de, onları kendilerine rehber edinenler alırlar,

f) Bu hadîsi şerifin en son cümlelerinde görüldüğü üzere, Hz. Pey­gamber efendimizin kendisinin getirdiği gerçeklere bağtanmakda ve ken­disinden başka kim olursa ve kim gelirse gelsin, her ferdin mutlaka ken­dine tabî olması ve hatta Hz. Musa da gelse, onunda kendisine tabî olması gerektiği ve gelmiş olsa mutlaka kendine îâbî olaeağını beyan buyurması, çok mühim meseleleri ihtiva etmektedir.

Bu hususda evvelâ uydurma isrâiliyyata daimamayı ve israil kıssalarını okumamayı ve hatta onlara karşı bir senpati dahi göstermemeyi, hassasi­yetle beyan etmiş oluyor.

Meselâ, Bakara sûresinde geçen Hârul ve Marut kıssası açık ve sarih iken, onlar hakkında içki, içip kadına tasallut olma meselesi gibi pek çok uydurma beyanlarda bulunanlar olmuştur. Hatta onlar hakkında Hz. Pey­gamber efendimizden muhtelif hvâyetü hadîsi şerif diye uydurma sözler

nakledilmiştir. Halbuki Rasülüllah sallallâhü aleyhi veselfem efendimizden sahih ve sağlam rivayetü hiç bir hadîsi şerif vârid olmadığı sağlam kaynak^ larda zikredilmiştir.

Kâdî lyazdan nakledildiğine göre. Tefsirlerde ve haber beyan eden kitablarda zikredilen kıssalar ve hadis dîye zikredilenlerin hepsi asılsız ve uydurma şeylerdir. Yahudilerin kitablarında onların haber ve yalanlarından ibarettir. Daha ziyâde Kâbulahbar denilen yahûdîlerin hikâye ve uydurucu-larının ifâdeleridir. [312]                                             

Muhammed Cemâlüddînı Kâsimî, Bakara Sûresinin 102. Ayeti kerîmesi­nin tefsîrinde uzun izahatı esnasında Hârut, Mârut hakkında şu cümlelere yer vermiştir:

(.Muhakkik bilginlerin beyanlarına göre, Muhakkak ki Hârut ve Mârut Bâbil şehrinde takva ve salah sahibi olarak alenen bilinen iki adamlardı. O Bâbil; Fırat nehri üzerinde Iraka bağlı bir şehirdir. O iki kişi insanlara si­hir tâlim ederlerdi. Onlardaki güzel îtikadlan, o iki kişinin gökden inmiş meleklerden zannetmeleri ve insanlara Sihri öğretmeleri, işte o Ailahdan bir vahiydir, zannetmişlerdir.»  [313]                   

Bâbil şehrinin şimdiki yeri hakkında ihtilaf edilmiştir. Bâzıları, Küfenin olduğu yer olduğunu söylerler. Diğer bâzı bilginlerde, Nusayb:în şehrinin ol­duğu yerden itibaren o havale olduğunu beyan etmektedirler.

Ayeti kerîmedeki, «Melekeyni» kelimesindeki iki melek-in yer yüzüne bir sebebe binâen indiklerini beyan eden âlimlerde vardır. Yâni âyetin sarih ifâdesi ile hükmetmişler ve doğrudan doğruya o zikredilenler hak ta­rafından insanlara sihri öğretmek için ve sihrin haramlığını da bildirmek için gelmişlerdir.

Evet sihir yapmak, haram ve sihire helal demek küfürdür. Fakat o me­lekler, sihirin ne şekilde yapıldığını ve tefsirinin olup olmadığını ve sihir hakkındaki gerçek inancın nasıl olması gerektiğini, en güzel şekilde tâlim edib öğretmek üzere gelmişlerdi. Sihir şer ve kötü olmakla beraber, ondan korunmak için onu öğrenmek ve bilmekde mahzur olmadığıda beyan edilmiş oluyor. Zira şerri İşlemek için değil, şerrin kötülüklerini öğrenib ondan ko­runmak için şerri öğrenmek caiz, ve belki de yerine göre vacib de olur.

İşte Hârut ve Mârut Melekde olsa, onların gelib insanlara sihri öğret­meleri bu sebebe binâendir. Aslında pek çok rivayet ve îzahtarda melek oldukları açıklanmıştır. Melek olduklarına göre. Melekler günah işlemekten masum ve bendirler. Öyle ise, onların yer yüzüne inişleri, yer yüzünde sihir hakkında kötü bir akîde ve inancı yıkıp silmek için, gerçeği insanlar öğret­mek için inmişlerdir.

Bir şeyi bilmek ve öğretmek başka, tatbik etmek yine başkadır. Nite­kim her hangi bir mâyiin içki nevinden olduğunu bilmek de hiç bir mahzur yoktur. Hatta bir mayiin içki olduğunu bilmek, ondan sakınıb korunmak için

bilmemekten daha evladır. Bıçak adamı da keser, ekmeği ve koyunuda ke­ser ve onun kesici olduğunu biimek cinayete kullanmak gibi olamaz. Onun kesici olduğunu bilmek tehlikesinden korunmak içindir.

Netekim, «Hamt ve mârut» isimli iki melekde böyle yaparlardı. İlgili âvet meali şöyledir:

«Bİ2 ancak fitneyiz (imtihan için gönderilmişizdir.) sakın (sihir yapma­yı caiz deyibde) kâfir olma, demedikçe hiç bir kimseye (sihir) öğretmezler-di.»    (Bakara sûresi, 102)

Allâmei Teftâzânî Hz. leri de, «Şerhi akâid» adlı eserinde «HARUT ve MARUT»  un  iki   melek  olduğunu beyan sadedinde şöyle   zikretmiştir   :

«Ama Harut ve Marut, asah olan onlar kendilerinden küfür ve büyük günah sâdır olmayan iki adet melektir. Onların azablanmaları, Peyğamber-lerdeki Zelle ve hatalarına karşılık itablandıkları gibi ontarinki de itablan-mak şeklindedir. Onlar insanlara nasihat ederlerdi ve derlerdiki; Biz ancak fitneyiz. Sakın sihir yapmayı caiz deyibde kâfir olma. Sihri öğrenib öğret­mekte küfür yoktur. Ancak sihrin helalliğim îtikad edib İşlemek küfürdür[314]

Şu halde Harut ve Mârut, haklarında nakledilen şarap içme ve kadınla ilgili gayri ahlâkî ve büyük günâh olan fiillerden beridirler. Söylenen ve yazılanlar, isrâiliyyattan ibarettir

Yine Isrâilliyattan olan en şenî ve en kötü iftiralardan birisi de, Hz. Dâvud alehisselâma nisbet edilen çirkin kıssadır. Kıssanın çirkin şekli ve ifadeleri, Sûre-i şadın 22. ve 27. ayetlerin tefsirlerinde zikredilmiştir. Maiy-yetindeki bir kişinin ailesine bir peygamber göz koyub onu harbe göndere­rek onun ölümünü sağlamak suretiyle o kimsenin hanımını aldığına dâir şenî iftira ve tezyifleri yine Yahudiler uydurmuşlardır.

Bu sebeble Hz. Davudun kıssasını gerçek şekilde bilemeyenler ve bel-kide yanlış bilen kimseler olabileceğinden, onun hakkındaki kıssayı nakle­dene Hz. Ali şöyhe demiştir :

«Davud aleyhisselâmın kıssasını kıssa düşgünieri bilir bilmez her yerde hikâye edrlerse, yüz altmış (160) değnek vurdururum.»[315]     

Hz. Dâvud hakkında çeşitli şekilde beyan edilen bu kıssanın her yönüyle asılsız olduğu meydandadır. Zira büyük ve küçük günah işlemekten masum olan bir Peygamber böyle isnad ve kötü fiil asla olamaz ve olmayacağı ga­yet açıktır.

Fahruddîni Râzî merhum Tefsiri kebirinde, Kadı Beydâvî de tefsirinde bu meselenin iftira ve yalan olduğunu beyan etmişlerdir, Ayıb ve kötü şey­lerden bütün Peygamberler halikı zülcelâlın hıfzu emani ile masum ve mah­fuzdurlar. Öyle denî olan fiil ve sözlerde bulunmazlar.

Hal böyle iken bu mübarek Peygambere isnad edilen uydurma kıssayı aslı varmış gibi hikâye ederse, Hz. Ali efendimizin buyurduğu gibi yüz altmış değnek vurulması gerekir.

Akıllı müslüman, her hangi bir kıssa ve hâdiseyi işidince, şer'î yönünü, düşünerek o mesele ve hikâyeyi evvel emir islam terazisine ölçmeîidir, son­ra o mihenk've değerlendirmeye göre, hüküm vermelidir. Yoksa her duyu­lan veya her yazılan ve nakledilen doğru olmayabilir. Belki yalan yere söy­lenmiş ve yazılmışda olabilir. Bu sebeblerden Kur'an ve sünnetten başka diğer kaynaklarda çok hassas ve ciddî olmak lâzımdır.

Açıklamaya çalışdığtmız bu iki kıssanın kısa yönlerinden ve değerlen­dirmemizden, anlaşılmıştırki. Dîni mübîni islâmt tahrif edemiyecekler ama, şaşırtmak İçin bir çok yalan ve uydurma şeyleri içine sokmaya çalışmışlar ve çalışacaklardır.

Kur'an ve sünneti ve Kur'an ve sünnetin hükümlerini beyan edip açık layan ana kaynaklara, yanî fıkıh, tefsir hadis ve akâid kitabları gibi eserler­den başka pek çok yeni yeni isimler ve cisimlerle ortaya çıkan yalan ve uydurmacıların kitabları piyasaya sürülmüştür.

işte iyi bir islam akaidine sâhib olan kişi, Dînin esaslarına aykırı olan her hüküm ve eserleri inceler. İsrail i vyata kaçanı ve dinin ana esaslarına aykırı olduğunu görürse, hemen red eder.

Hadîsi şerifin son cümlelerinde beyan edilen hükümlerde şu hususlara da işaret vardır;

Geçmiş peygamberlerin şeriat ve dinlerinin hükümleri, ya bu son ki-tabda nakledilip kıssalanmıştır. Yahut bu ümmete farz olmayıp hükümler neshedilerek zikredilmeyip kaldırılmıştır.

Binâenaleyh bizden evvel geçenlerin şeriatlarından bizim şeriatımızda nakledilip kıssalanan hükümler, bizim şeriatımızdır.

Şayet Kur'anı kerimde nakledilib kıssa fa nmamış ve peygamber efen­dimiz haber vermemiş ise, geçen şeriat hükümleri ya neshedilmiştir. Veya isrâiliyyat kıssalarından olması hasebiyle şer'i şerife muhalifdir. Bu sebeb-dende nazar edilip okumak ve dinlemek doğru olmaz.

Usul kitablarında şu hüküm zikredilmiştir:

«Bizden evvelkilerin şeriatı, Allâhü teâla kıssalar ve inkar ve neshetme olmadan peygamber efendimiz haber verirse, bizim içinde şeriattır.»[316]

Kur'anı kerimde zikredilen geçmiş ümmetlerle ilgili hükümler ve pey­gamberlerin ibret verici kıssaları, bizim için, şeriat olan hükümler meyanın-dadır..

Geçen ümmetin hükümlerinden kıssalanıp nakledilen hükümleri hâmil olan bir âyeti kerime meali şöyledir:

«Biz anda (Tevrat da) onların üzerine sunuda yazdık : Cana can göze göz, buruna burun, kulağa, kulak, dişe diş (karşılıkdır). Bütün yaralar birbirine kı-sasdır. Fakat kim bunu (bu hakkını) sadaka olarak bağışlarsa, o kendisine (günahına) keffâret (onun yargılanmasına vesile) dir. Kim, Alanın indirdiği ahkam ile hükmetmez ise onlar zâlimlerin tâ kendileridir.»

İşte kısasla ilgili hükmün geçen ümmetlerdeki bu hükümler, biz üm­meti muhammed de de aynen câridir. Daha geniş îzahat, fıkıh kitablannda mezkûrdur. Bizim, «Mülteka Tercümesi!» adlı eserimizin dördüncü cildinde de açıklayıcı hükümler zikredilmiştir,

Şu haide kur'anı kerim, geçmiş ve gelecek bütün insanlığın hükümlerini en doğru ve en İyi şekilde cami olan yegâne hidâyet kaynağıdır. Kurtuluş, Kur'anda ve Kur'ana sarılmaktadır. Tek kelime ile, Kur'an ve sünneti cem eden İslam, hidâyet ve seadetin ta kendisidir.

Bir âyeti kerîmede şöyle buyurulmuştur:

«Muhakkak ki, Allah katında hak din, islamdır.»(Ali İmran sûresi, 19) [317] 

 

Tercümesi;
 


195- (56) Yine ondan (Câbir R.Anhten) mervîdir dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :[318]

«Benim kelâmım, Allanın kelâmını neshetmez, Allanın .kelâmı benim kelâmımı nesheder (hükmünü kaldırır) ve Allanın kelâmının bâzısı diğer bâ­zısının hükmünü nesheder (Kaldırır).»  [319]   




[311] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/407.

[312] (Bak, Zâdülmesir, C. 1, 125}

[313] (Bak, Tefsiri Kasımı, C.  2, 210)

[314] .»(Şerhi akâid, 65)

[315] Mevâkib tefsîri

[316] keza, Meoâmiufhakâik, 211

[317] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/407-412.

[318] Hadîsi, Dâre kudnî rivayet etmiştir.

[319] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/412.